YAZARIMIZ SAİT ALİOĞLU´NUN AFRİN HAREKATI İLE İLGİLİ ANALİZLERİ

PKK; TERÖR OLGUSU VE AFRİN

YAZARIMIZ SAİT ALİOĞLU´NUN AFRİN HAREKATI İLE İLGİLİ ANALİZLERİ

Herkesin bildiği, gördüğü ve görebildiği üzere PKK, uzun bir dönemdir, daha doğrusu 2013´te üç bayan yöneticisine yönelik yapılan saldırıdan sonra ve Ak Parti´nin birçok sorunla birlikte Kürt sorununun çözümümü üzerine alması ile birlikte, görünürde bir paradigma değişimine gittiği görülüyordu. 

Bu değişimin, stratejik mi, yoksa taktik ve zaman kazanmaya yönelik mi olduğu da düşünülebilirdi.

Bizce bu paradigmal değişimin, ?tam bağımsızlıktan, demokratik özerkliğe, salt Türkiyelilikten ve hatta federasyona kadar, görünürde birbirine zıt, ama temsil ettiğini iddia ettiği Kürt halkından ve onun varlığından ziyade, bu tür atraksiyonlarla kendi geleceğini teminat altına alma istediğine binaen, hem var olma ve hem de konjonktürün de yardımıyla, belki Türkiye Cumhuriyeti´ne değil, ama siyasi arena ile birlikte, bölgede İslam´ı temsil ettiğini düşündüğü Ak Parti iktidarına karşı, batıdan aldığı destekle, onlar adına bir vekâlet savaşını sürdürmektedir.  

İşin içerisinde FETÖ/Paralel Devlet Yapılanması´dan ve başka güçlerden de alınan desteklerle 7 Haziran´ın akabinde PKK´nin saldırıları başladı. Gerçi, devlette devamlılık esastır ilkesi mucibince, bugüne kadar olmadığı oranda ordunun yürütme erkinin emrine amade olması ve savaş tecrübesini, bölge halkının güvenliğini esas alaraktan devreye soktuğu askeri operasyonlar mutlaka, hem bölge insanı, bölge ve ülke bütünlüğü dikkate alınarak sonuçlandırılacaktı. Bundan kaçmak olmazdı? 

 

?Kendimizi yeterince tanıtamadık!?

PKK, Türk derin devletinin kurduğu bir yapı olmasına rağmen, zamanla bazı dış kurucu üst akılların sahiplerince ele geçirilince, yerine göre Kürt halkı adına devletle çözüm için masaya oturma refleksinin yanında, yerine göre de 7 Haziran sonrasında olduğu üzere, başkaları adına bir vekâlet savaşının adresi olmuştu. PKK´nin sonuçta, terör işiyle uğraşan bir yapı olmasının yanında, Ak Parti´nin, onu ve HDP´yi muhatap almasına ve bir müddet görüşmelerin sürdürülmesine koşut olarak, HDP-PKK dışında varsa eğer ne bir liberal Kürt grubu ne başka bir Kürt sol grubu, ne bölgede etkinliği bulunan İslamcı ve muhafazakâr yapıların dâhil edilmemesi, iktidarı, konjonktür rüzgarını arkasına alan ve her kesim üzerinde, o da kara propagandanı marifetiyle oluşturduğu dezenformasyon sonucu bir algı oluşmuştu. O algı, PKK barış istiyordu, ama iktidar ise savaşta ısrar ediyor yönündeydi. Hatta dönemin Başbakanı sıfatıyla Ahmet Davutoğlu´nun yaptığı bir açıklamada öne çıkan ?kendimizi yeterince tanıtamadık!? (1 Şubat 2016) ifadesi bu dezenformasyonun bir hayli etkili olduğunu gösteriyordu. 

 

Kobani üzerinden kopar(t)ılan fırtına...

Bunun yanında, DAEŞ´in büyük bir ihtimalle, Arap baharının kışa çevrilmesinde bük bir etkisi bulunan ABD´nin yol göstermesiyle Kobani(Ayne´l-Arab) üzerine gitmesi, sanki bu işi Türkiye tertiplemişçesine, bilumum sol taifenin de, önceleri sessiz ve çözümden yana durduğu tahmin edilen PKK ve HDP´nin de kışkırtmasıyla, Yasin Börü gibi genç yaşta katledilen Müslümanların, bir de kutsal bir yönü bulunan bir bayram sürecinde, sözde demokratik hak kullanma bahanesiyle sokak gösterilerinde katliama uğratılmaları da işim rengini değiştiriyordu.

2014´te Erdoğan´ın Cumhurbaşkanı olması ile başlayan, Paralel yapının her alanda, iktidara yönelik saldırılarını başlatması ile süren ve 15 Temmuz 2016´da aynı güç tarafından kalkışılan darbe sonrasında gerilen hava sonucunda, güya çözüm isteyen PKK VE HDP´nin FETÖ ile birlikte hareket etmesine bakıldığında, bugünlerde cereyan eden hadiselerinde adresi yavaş yavaş oluşuyordu.

Bir açıdan PKK ile yapamadığını FETÖ ile deneyen, ama başarılı olamayan ABD´nin, bu kez DAEŞ etkisiyle, düpedüz bir terör örgütü olan PKK/PYD/YPG eliyle ve yine kendi adamı olan DAEŞ´e karşı Suriye´de verdiğini söylediği savaşın, aslında Türkiye´ye karşı yapıldığını sağır sultan/lar dahi biliyordu.

 

Bu kez Afrin...

Yaptıkları açıklamalarda her ne kadar "PKK´ye vs. karşı Türkiye tarafından yapılacak olan Afrin operasyonun gerçekleşeceği alan, bizim ilgi alanımız dışındadır" yollu ifadeler kullansa da sormazlar mı; PKK´ye orada onlarca TIR silah getirip teslim ettin. PKK yasal bir devlet olsaydı, resmî belge düzenler ve belli bir yasallık içerisinde teslim ederdin. Kaldı ki o bir terör yapılanması ve sen de uluslararası anlaşmalara imza koyan bir devletsen, bu silahları ne diye, hem de getirip Kuzey Suriye´de terör örgütüne teslim ederdin?

Diyelim ki -şimdilik öyle görünüyor- Afrin operasyonu senin ilgi alanın dışında kalacak, o zaman Suriye´yi toptan terk et, git! Gidersen ne âlâ, ama gitmezsen -gitmeyeceğin belli aslında-  bu kez, orada kendine partner olarak hangi terör yapılanmasını baz alacaksın? Bu da merak konusu...

ABD yerine, bir Avrupa devleti olsaydı şayet, PKK ile bağını kopardığında, onun yerine, onun benzeri, batı düşünce ve geleceğine katkı sunacak seküler tandanslı bir örgüt bulamayabileceği için, iki arada bir derede sıkışıp kalırdı. Ama özne ABD olunca, her ne kadar batıcı paradigmalar, batıcı konsept önplanda görünüyor olsa da salt faydacı emperyalist bir hava içerisinde, partnerin(muhatap) kim olduğu pek de önem kazanmıyordu.

Suriye krizinin giderek derinleşmesi, aslında Suriye üzerinde birçok maddi ve ´manevi´ emeli ve çıkarı bulunan birçok bölge içi ve bölge dışı devleti de bu gidişle çıkarları zedelenecek düşüncesi, olası çözüm için o devletleri artık zorlamaya başlamıştı.

 

Çözüm olsun, ama bu kez Suriye´nin imarında bizimde elimiz olsun ve kazanalımdı...

Bu yüzden, birçoğu için, özellikle de PKK eliyle Amerika´nın erdirmemiş olduğu vekâlet savaşı benzer savaşlar veren/verdiren devletler, bir yandan da zorlandıklarının farkında olarak, bir çözüm yolu da arıyordu. Hatta, işin başından beri rejimle tüm ilişiğini kesmiş bulunan Türkiye Cumhuriyeti Devleti hükümetinin, son süreçte, gizli bir şekilde ve üçüncü şahıslar, devletler vasıtasıyla görüştüklerini bizzat kendi yetkili elamanları söylüyordu.

 

Bu durumu, diğer devletler için de söylersek, hiç de yanlış bir şey söylemiş olmazdık...

Bundan dolayı, Soçi ve Astana mutabakatı imzalanmıştı, birçok bölge içi ve dışı(Rusya) tarafından. Gerçi Rusya, ta Baba Esed´den buyana, özellikle de Suriye için, bölge içi ülke ve aynı zamanda ´etkili, yetkili ve önemli´ bir ülke konumundaydı.

Yine bir elleri yağda, bir elleri balda -kanda mı desek daha anlaşılır olurdu- konumlarından dolayı, Suriye´yi bu kez imarı üzerinden ellerinden tutmak isteyeceklerdi. Bu kalemlerden birisi ve belki de en etkilisi olan inşaat konusunda, Türkiye´de önemli bir paya sahip olacaktı. Yeter ki akan kan dursundu!

 

Saha dışından Afrin´e bakarlarken...

2017 Eylül´ünde bağımsızlık referandumu yapan Barzani yönetimine karşı duran birçok bölge dışı güçle birlikte, başta Türkiye olmak üzere İran´ın da karşı çıktığı bilinmektedir. Ki o referandum sonucunda, olası bir sınır değişimi tehlikesi vardı bu ülkeler niçin karara karşı çıkmışlardı.

Şimdi de yine Kürtlerin yaşadığı bir bölge(şehir) olan Afrin´de ABD´nin PKK´ye vereceği düşünülen desteğin gerek Suriye için gerekse PKK adına, Türkiye için ve gerekse de bu devletlere karşı kendi çıkarının korumaya çalıştığı gözlemlenen ABD´ye yönelik tepkiden dolayı, operasyon yapan Türkiye´ye karşı bir karşı çıkış ve kınama dahi kayıtlara geçmemişti. Hatta, başta NATO olmak üzere birçok uluslararası ve bölgesel güçler, Türkiye´n, yanında olduklarını, onun yapmış olduğu operasyonu takdirle ve saygıyla karşıladıklarını deklare etmişlerdi.

Bu manzaranın az çok oluşacağını önceden gören, dahası öngören ABD´nin- belki de taktik icabıdır- "Afrin´e yapılacak operasyon ilgi alanımız dışındadır´ deme gereği duymuştu. Bu söylemin kalıcı mı, yoksa geçici mi olduğu zamanla ortaya çıkacaktı.

Bununla birlikte, İdlip bölgesinde karşılıklı olarak bir ´çatışmasızlık bölgesi´ oluşturmak için, Astana´da Türkiye ve İran ile birlikte öngörülen antlaşmaya imza atan Rusya´nın, Suriye´de bulundurduğu askeri birliklerinin konuşlandığı bölgenin Afrin´e sınır olması dolayısıyla, askerlerini olay mahalli dışına, güvenli bir bölgeye çekmesi, onun PYD tarafından hain(!) ilan edilmesi, ya onlar tarafından yaşanan bir akıl tutulması, ya da ABD´ye güvenilerek oluşan bir sarhoşlukla izah edilebilirdi.

PYD birkaç yıl önce Kobani kuşatması döneminde, kendini orada DAEŞ´in sıkıştırmasından kurtaran ABD´ye yönelik olarak kullandığı "Biji Emriqa; yaşasın Amerika!" sloganını, bu kez Rusya için atacaktı, ama bu kez tutmamıştı.

Eski mülahazalara bakıldığında, Türkiye her ne kadar bir imparatorluk bakiyesi olsa dahi, değil çok uzağında, çok mu çok yakınında, hatta kendi sınırına yakın noktalarda yapılan uluslararası operasyonlara karşı -kendi güçsüzlüğünden olsa gerek- dönüp bakamazdı dahi. Böyle bir durum, eğer şartlar uygun olsaydı PKK/PYD gibi yapılar için âlâ bir durum olurdu.

Ama eski Türkiye´nin yerine gerek bölgede ve gerekse de giderek bölge dışında oyun kurucu bir ülke olmaya başlayan, bunun karşılığında üzerine risk alan ve bölgenin Sünni çoğunluğu -Kürt halkı da dahil- açısından bir kurutuluş havasının oluşmasına vesile olmasına bakıldığında, bu işten memnun olmayan birçok bölge içi devleti de sıkıntıya sokmuş bulunmaktadır.

CHP gibi ´müzelik´ bir muhalefetin sürekli olarak "Suriye´de ne işimiz var?" diyerek, karşı çıktığı Suriye politikasının Fırat Kalkanı ile bir işe yaramadığı kendilerince görülünce, bu kez ´Afrin operasyonu´na yönelik olarak verdikleri üst düzey destek, devletin diplomasi ve ona koşut olarak yürüttüğü askeri operasyonda da gayet haklı olduğunu ve başarılı olacağını göstermiştir.

 

Buna rağmen Kılıçdaroğlu dengesizliği ya da ´çata pat...´

CHP´nin ya ´kadim´ beceriksiz muhalefeti, ya da iktidarda Ak Parti ve Erdoğan faktöründen dolayı kılıçdaroğlu´nun şahsı üzerinden yapılan muhalefete gelince, Fırat kalkanı harekâtı ve El-Bab operasyonu döneminde karşı çıkışları yer yine Suriye olduğu halde, orada, o operasyonla İslamcı militanlara yardım edileceği endişesi içerisinde, muhalefet, adeta Ak Parti üzerinden toplum düşmanlığına dönmüştü.

O operasyon, süresi içerisinde tamamlanıp başarıya ulaşıp, ondan kastın militanları korumak ve kollamak olmadığı görülünce, bu kez muhalefet, ´Suriyelilerin topraklarımızda ne işleri var´a dönmüştü.

Ama sanırız Afrin operasyonu ile ilgili olarak, başta parti sözcüsü Bülent Tezcan´ın sürdürdüğü yapıcı dil ve destek düşüncesi, Kılıçdaroğlu´nun gadrine uğramazdı. 

Acaba, bu işi, CHP´lilerin tümüyle özdeş kılmadan söylersek, parti içinde, tümüne hâkim olan ´tersinden´ bir oryantalist söylem ve dil mi vardı, diye de insan düşünemeden edemiyor.

Ki CHP´nin unuttuğu bir şey vardı, o da tarihi süreç içerisinde, birilerinin yanlış kurgulaması ve düşüncesinin aksine, bu ülkenin ne sıradan bir insanı ve ne de devlet, hiçbir zaman işgalci ve fırsatçı olmamıştı.

Bu millet en güçlü olduğu ve dünyanın saygınlığını kazandığı nice uzun asırlarda dahi, hiçbir yerde işgalci değil, bilakis, umut veren, ezen değil, severek yöneten, onları asimile değil, kendi hayatlarını kendilerinin belirlemesine bırakan bir yapıyı sürdürdüler. Ki bu özellik, zorlu Kemalist dönem sonrası süreçte -2012- yine eskiye uygun bir şekilde sürmektedir.

Zaten bundan dolayı, yüzlerce yıldır Batı tarafından iliğine kadar sömürülen Kara kıta Afrika, karşısında, sömürmeyen, kendisine destek olan Osmanlı bakiyesi bir Türkiye gördü ise, Afrin´ de yaşayan Müslüman Kürt´te elbette bu manzarayı görecekti. Ama PKK/PYD gibi yerli işbirlikçileri, ibrikçi başı olma payesine erenler(!) onların yakalarından bir düşseydi...

 

İbrikleri de batsındı onların, suları da kurusaydı, kanları da!

Hatta, elleri de kurusaydı tıpkı Ebu Leheb´in kuruyan elleri gibi...

Başta birçok HDP´li vekille birlikte, Kürtçü birçok zevatın sosyal medya üzerinden başlatmaya çalıştıkları, ama karşılığı ´fosss´ çıkacağı beklenen, sözde ´demokratik´ hak ve karşı çıkış adı altında, insanları sokağa çekme düşüncesi de bu süreçte bir işe yaramayacaktı.

Kobani olayları bahanesiyle başta Demirtaş olmak üzere birçok HDP´li yetkilinin insanları sokağa çıkarmanın bedeli olan elli civarında ´Müslüman Kürt´ insanının katledilmesi, galiba, daha henüz sönmemiş vicdanlarda ve zihinlerde bir sorgulamadan geçecektir. Yine fırsatını bulup sokağa çıkan olursa da bu çıkışın bedelini, büyük oranda yaşarken ve en şiddetlisini de öte dünyada çekecekti.

Birilerinin keyfi için ne kan dökülsün ne birilerinin hatırı için, masumlar bedel ödesin ve ne de bin küsur yıllık Türk ve Kürt Yurdu´nda zalimler horon tepmesin!

Ülkemize sahip çıkalım, yerli işbirlikçiler, yardakçılar ve emperyalist güçler, kararlılığımız karşısında, Afrin´ den de Halep, İdlip´ ten de Suriye´den de çekip defolup gitsin! Bin küsur yıllık dostluğumuz; dayı(Kürtler); yeğen(Türkler) ve diğer Müslüman kardeşlerimizle ebediyen sürsün...