Yaz geldi mahremiyet gitti

Selime Sümeyye Abatay, Milli Gazete’de kaleme aldığı yazıda mahremiyetin insan onurunu ifade ettiğini ve gerçek özgürlüğün bedenlerin sergilenmesi değil, zihinlerin özgürleşmesi olduğunu kaydetti.

Yaz geldi mahremiyet gitti

Yaz geldi. Güneş biraz daha yaklaştı dünyamıza. Denize, kumlara, tatil yollarına özlem arttı. Ama onunla birlikte bir şey daha hızla kayboldu: mahremiyet. Aslında artık mevsimi olmayan bir durumla karşı karşıyayız. Tarz ve özgürlük adı altında bedenlerin ifşalanması o kadar normalleşti ki ne kış ne de yaz fark etmiyor… Sokakta yürürken kafamızı kaldıramaz hale geldik. Havaların ısınması işin daha fütursuz bir hal almasına neden oluyor sadece.

Elbette herkes istediğini giymekte özgür. Fakat mesele giyinmek değil mesele özgürlük adı altında moda altında teşhir modasının yaygınlaşması. Ve bunu gençlerimize, insanlarımıza modernlik diye yutturmaya çalışmaları.

Eskiden mahremiyet sadece bir kıyafet meselesi değil, bir karakter meselesiydi. Göz de örtünürdü, dil de, kalp de… Bugünse mesele daha derin: Mahremiyetin içi boşaltıldı; estetik adı altında teşhirin, özgürlük adı altında fütursuzluğun önü açıldı.

Çocuklar artık plajda değil, markette bile “çıplak” bedenlerle karşılaşmaya başladı. Kaldırımlarda, duraklarda, sosyal medyada… Görmemesi gerekeni görmek, bilmemesi gerekeni bilmek zorunda kalıyorlar. Bir çocuk için en ağır yüklerden biri, zamansız açılan bir “bakış”tır. Ve bu yük, kişiliğinde derin izler bırakır.

Ancak mesele sadece göz terbiyesi de değil. Bu mesele, insanın özgürlük algısına kadar uzanıyor. Giyinmek, hür insanlara ait bir tercihtir. Eski çağlara dair anlatılara bakıldığında kölelerin çıplak tasvir edildiğini görürüz. Günümüzün küresel sistemi ise “özgürlük” ve “tarz” adı altında insanları soyunmaya teşvik ediyor. Kapitalizmin vitrini, çıplaklıktan ibaret. Reklamlarla, dizilerle, influencer maskeleriyle pazarlanan her kıyafet aslında bir “çıplaklık kılavuzu.” İnsanlar artık örtünmek için değil, soyunmak için alışveriş yapıyor.

Bu sistem, sadece bedenleri değil; zihni, kimliği ve hatta ruhu da soyarak kendi modern kölelerini inşa ediyor. Soyunmak bir özgürlük değil, küresel tahakkümün gönüllü üniforması hâline geliyor. Ve insanlarımız bu düzene “tarz”, “moda”, “özgürlük” diyerek alkış tutuyor.

Oysa biz biliyoruz ki hayâ, sadece dinî bir emir değil; toplumsal düzenin, aile yapısının ve insan onurunun temel taşıdır. Mahremiyetin kaybı, sadece bir bireyin değil, bir milletin zayıflamasıdır.

Modernleşmeyi kıyafetten ibaret sanan toplumların gençleri elbette çıplaklığın moda olarak dayatılmasına karşı çıkmayacaklardı. Hâlbuki bugün dünya gücü olarak görülen, gençlerimizin özenerek baktığı ülkeler güçlerini insanlarının giydikleri ya giymedikleri ile değil bilim ve teknoloji alanındaki gelişmeleri ile aldığını görüyoruz.

Yüz yıllık bir zihinsel problemin yansımasıdır bugün karşı karşıya kaldığımız... İnsanlarımıza medeniyetin “bedenini sergilemekten” değil, “kişiliğini korumaktan” geçtiğini öğretmeliyiz. Gözün, sözün ve kalbin terbiyesiyle yeniden özgürleşmeliyiz. Çünkü gerçek özgürlük önce zihinlerin özgür kalmasıdır…