Tarih: 13.08.2021 11:56

Yasak fikri ve Limbik Kapitalizm

Facebook Twitter Linked-in

Psikolog Mücahit Gültekin yazdı:

Bağımlılık tarihi hakkında uzman olan David Courtwrigt, Bağımlılık Çağı isimli kitabında, “1990’lardaki marketler bira, tütün, sigara sarma kâğıtları, piyango biletleri, prezervatifler ve pornografi ile 1890’lar Amerika’sındaki herhangi bir batakhane kadar iyi stoklanmıştı” der. Ona göre, “Haz, kötü alışkanlık ve bağımlılığın tarihi, can sıkıntısı, sefalet ve stresten kaçma girişimlerine ne kadar bağlıysa göç, ulaşım ve iletişimdeki değişimlerle aynı derecede bağlantılıydı.”

“Ulaşım ve iletişim” derken kuşkusuz “erişim özgürlüğüne” vurgu yapıyor Courtwrigth. Bağımlılık literatüründe “haz verici” maddelerin/etkinliklerin genelde bir sorundan kaçma, bir sorunun üstünü örtme gibi bir fonksiyonu olduğuna dair güçlü bir vurgu bulunur. İnsanlar neden bağımlı olur? Duygusal sorunlarından kurtulmak için alkol alır, aile problemlerinden dolayı uyuşturucu kullanır, ekonomik çıkmazlarını aşabilmek için kumara başlar, vesaire… Bu, bağımlılıkları açıklamanın bir yönü.

Ama “erişim kolaylığı” üstünde yeteri kadar durulmayan ya da önemsenmeyen bir başka noktadır. Neil Postman da Çocukluğun Yok Oluşu kitabında buna dikkat çeker. Matbaanın icadıyla birlikte erotik yayınların kısa bir süre içinde Avrupa’yı nasıl kapladığını ve kitle iletişim araçlarının “ayıp” kavramını nasıl yok ettiğini anlatır.

Philip Zimbardo ve Nikita Coulombe, “Teknoloji erkekliği nasıl sabote etti?” sorusuna cevap aradıkları kitaplarında, eski “video oyunları ve porno bağımlısı” Gabe Deem’den uzun ama önemli bir alıntı yapar. Şöyle diyor Deem:

“…Pornoyu ve video oyunlarını hiçbir zaman hayatımdaki sorunlar nedeniyle kullanmadım. Erişimim olduğu için ve keyif aldığım için kullandım onları. Bende olumsuz bir fizyolojik etki bırakma ihtimalleri olduğuna dair en ufak bir fikrim yoktu. Büyüme çağım boyunca neredeyse hep bir kız arkadaşım vardı ve çocukken bir travmatik bir deneyimim olmadı, hiç istismara uğramadım ve ailemde hiç bağımlılık geçmişi yoktu. Bazılarının ‘çağdaş bağımlı’ dedikleri şeydim. Normalüstü uyarıcılara sınırsız erişimi olan ve kronik aşırı tüketimle geçen yıllarla beraber bağımlı ve hissizleşmiş biri olmuştum. ‘Hayatın acısını hafifletmek’ için bir davranışa ya da maddeye yönelen ‘klasik bağımlılar’dan değildim. ‘Hayatın hazzını deneyimlemek’ için bir davranışa ve maddeye yönelmiştim.”

Deem’in sözlerinin sonunda yaptığı vurgu önemlidir: “Sık sık ortaya atılan şu söylenceyi duyuyorum: Porno bağımlısı olan erkeklerin hayatında düzeltmek ya da kaçmak istedikleri sorunlar vardır. Bu benim için de, saatler boyunca porno izleyen ve oyun oynayan tanıdıklarım için de söz konusu değil; bende ‘sorunlar’ tüketimden sonra geldi.”

Deem kendi bağımlılık sürecini anlatırken “erişim kolaylığı” ve “arzuya” (Erişimim olduğu için ve keyif aldığım için kullandım) özel bir vurgu yaptıktan sonra, sorunlardan kaçmak için bağımlı olmadığının, sorunların “tüketimden” sonra geldiğinin altını çiziyor.

Deem’in bağımlılık hakkındaki bireysel ve mikro (aile, okul, arkadaş vb. gibi) açıklamaların dışında işaret ettiği nokta; sadece sorunların değil, insanın doğal eğilimlerinin de serbest piyasa kapitalizmi tarafından istismar edilmesidir.

Şüphesiz “arzu”, “erişim kolaylığı”, “tüketim” serbest piyasa kapitalizmini de tanımlayan anahtar kavramlardır. Arzuların esnekliği, hayaliliği, çeşitlendirilebilir oluşu, tatmin ve tahmin edilemezliği onu ihtiyaç kavramından ayıran en önemli özelliklerdir. Arzuya seslenen liberal kapitalizm için “erişim kolaylığı” bu açıdan vazgeçilemezdir. Erişim olmazsa insanın içinde devasa bir hammadde gibi duran “arzu” işlenip ekonomiye kazandırılamayacak, atıl bir şekilde bekleyecektir.

Courtwriht arzuya yatırım yapan bu kapitalizm türüne “limbik kapitalizm” demektedir. Limbik sistem beynin duygu merkezi olarak kabul edilir. Duygusal tepkilerin ve duygusal hafızanın oluşmasında birincil role sahip olan “amigdala” limbik sistem içindedir. İçgüdü, dürtüler, motivasyon, koku alma gibi özelliklerden sorumludur. Courtwriht limbik kapitalizmi şöyle tarif ediyor:

“Limbik kapitalizm, küresel endüstrilerin, genellikle onların suç ortağı olan hükümetlerin ve suç örgütlerinin yardımıyla aşırı tüketimi ve bağımlılığı teşvik eden teknolojik olarak gelişmiş ancak sosyal olarak gerileyen bir iş sistemini ifade eder. Bunu, serinkanlı düşünmeden farklı olarak, beynin duygulardan ve hızlı tepki vermekten sorumlu olan limbik sistemini hedef alarak yapar.”

Bu tanım kendi içinde kritik iddialar barındırmaktadır. Küresel şirketler daha çok kazanmak için aşırı tüketimi ve bağımlılığı teşvik etmekte ve bunu; hem yasal, hem yasa dışı yapılarla işbirliği içinde yapmaktadır. İnsanın hazza olan yatkınlığı ve zaafından faydalanılmakta, sonuç da bilinmektedir: Teknolojik açıdan gelişmiş ama sosyal açıdan gerileyen bir sistem…

Limbik kapitalizmin farkında olduğu bir diğer şey de, arzu nesnelerinin “bağlantılılık” özelliğidir. İçkisiz bir kumarhane düşünmenin zor olması gibi, neredeyse hiçbir arzu nesnesi tek başına bulunmaz; diğer arzulanan şeylerle yakın ve bağlantılıdır. Hatta doğal ve meşru hazların yanında kümelenebilirler; deniz, kum, doğa, yemek, alkol, müzik, bar, erotizm, uyuşturucu…

“Turizm” kavramı bunun açık bir örneğidir. Courtwright kitabında buna da dikkat çeker. 1960’lardan sonra turizm sektörü 30 kat büyümüştür ve GSYİH’nin %5 ila %10’unu oluşturmaktadır. Turizm sık sık “bacasız fabrika” olarak tanımlanır. Bununla “kiri-pası” olmayan “temiz kazanca” vurgu yapılmak istenir. Ama mevcut turizm anlayışı için bu pek geçerli değildir. Turizm sektörü, hemen her türlü kötü alışkanlığın (hatta normal koşullarda illegal görülen şeylerin) meşrulaştırıcısı ya da Truva atı olarak işlev görebilir. Doğrudan limbik sisteme yatırım yapan turizm sektörü, ülkelere sağladığı ekonomik avantajlardan dolayı ayrıcalıklıdır. Örneğin ülkemizde “Alkollü içkilerin perakende veya açık olarak satışının yapıldığı yerler ile örgün eğitim kurumları ve dershaneler, öğrenci yurtları ve ibadethaneler arasında kapıdan kapıya en az 100 metre mesafenin bulunması (turizm belgeli işletmeler hariç)” zorunludur. Dolayısıyla kanun “turizm belgesi”ne işlememektedir.

Limbik kapitalizmin teknolojik açıdan gelişmiş ama sosyal açıdan gerileyen bir sistem olduğunu vurgulamıştık. Sosyal açıdan gerileyen derken, toplumsal güvenin azaldığı, psikolojik ve sosyal problemlerin arttığı, sağlık sorunlarının yaygınlaştığı ve ağırlaştığı bir toplum kastediliyor. Bu bir takas sistemidir. Neyin karşılığında neyin alındığı baştan bellidir. Burada şirketin, devletin ve bireyin karşılıklı “kazançları” söz konusudur. Ama dikkatli bakan herkes burada en zayıf ve “sonuçta” en zararlı çıkan halkanın birey olduğunu fark edecektir. Birey kısa ve yoğunlaştırılmış bir haz deneyimi için ağır ve kalıcı bir bedel ödeyecektir. Tekrar etmek gerekir ki, bu gerçekte “kazan-kazan” sistemi değildir. İktisatçıların “sıfır toplamlı oyun” dedikleri, taraflardan birinin kazancının diğerini kaybı anlamına gelen bir sistemdir bu. İnsanlar bu sisteme ikna edilmek için hazzın, başarının, konforun “daha iyi yaşamanın” bedelini ödemeye hazır olacakları bir zihinsel formasyonla indoktrine ediliyor. Tabii ki bu, daha iyi yaşamak anlamına gelmese de, bedeller bu tercihin “doğası gereği” peşinen kabul ediliyor, normalleşiyor.

Diğer taraftan haz ve bağımlılık ekonomisinin ürettiği psikolojik, sosyolojik, medikal sorunların “ tedavi ve rehabilitasyon piyasası” oluşturduğuna dikkat etmek gerekir. Tedavi ve rehabilitasyon piyasası, limbik kapitalizmin tükettiği bünyeleri, “sağlık” adı altında yeniden ekonomik bir meta haline getirir. ABD’de psikolojik problemler için harcanan miktar 1986’da 38.1 milyarken, bu rakamın 2018’de 225 milyar dolara çıkmış olması, sadece hazdan değil, “hüzün”den de kazanıldığını göstermektedir. Sermaye kayığı birbirine karşıt gibi görünen haz ve hastalık küreğinin insicamlı hareketiyle yüzmeye devam etmektedir.

*

Limbik kapitalizmin gövdesini serbestiyet oluştursa da, işleyişi incelikle tanımlanmış bir “yasak fikri”ne bağlıdır. “Yasak” kavramını hem formel (kanunlar) hem de informel (gelenek, görenekler) bağlamda düşünebiliriz. Ekonomik değere tahvil edilebilecek her arzunun serbest dolaşım hakkına sahip olması asıldır ancak kimi arzuların kişisel ve toplumsal zararlarla olan açık ilişkisi yasak fikrini hepten geçersiz kılamıyor. Serbest piyasa ekonomisi bu noktada en iyi bildiği şeyi, pazarlık gücünü kullanıyor ve “yasakları” belirli bölgeler (bazı restoranlar, gece kulüpleri, turistik bölgeler, ülkeler), zamanlar (gece 10’dan ya da 12’den sonra), yaşlar (14, 16 ya da 18 yaştan büyükler) için geçersiz kılıyor. İkincisi illegal yapılarla işbirliği yaparak yeraltına (yeraltı deniyor ama görünmez değil) çekilip oradan erişime devam ediyor.

Dolayısıyla arzu ekonomisi “yasak fikri”ni bir şekilde geçersiz kılacak çok katmanlı bir düzenek içinde işleyişine devam ediyor. Bu bir sır değildir. Tarafların (devlet, birey/toplum, sermaye) farklı oranlarda, dozajlarda ve sürelerde çıkarlarının olduğu bir pragmatizme dayanıyor limbik kapitalizm. Ama çıkar dağılımı o kadar orantısız ve sert bir şekilde sermayeden yana ki, ne bireyin, ne toplumun, ne de toplumu temsil eden devletlerin kapitalizmle yaptığı bu anlaşmadan kârlı çıkmaları mümkün değil. Nitekim bundan birkaç yıl önce İngiliz yardım kuruluşu Oxfam’ın yayınladığı bir rapor dünyanın en zengin yüzde 1’lik kesiminin servetinin, geri kalan yüzde 99’luk kesimin servetinin toplamına eşit olduğunu bildirmişti. Ne var ki, dünya bu eşitsizliği üreten ekonomik ve siyasi düzeni sorgulamak şöyle dursun, bu eşitsizliği var eden gelişmişlik ölçütlerini kullanıyor. Dahası bu ölçütler, %1’e kültürel ve legal bir koruma sağlamaya devam ediyor.




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —