YSK’nın kararı tam olarak “ne şiş yansın ne kebap” türünden bir karar. Açıkça kendi yetkilerini gaspeden Asliye Hukuk Mahkemesi kararını, kritik ve çok hassas bir yerden tutup düzeltiyor, ama “bu senin işin değil” diyemiyor. Böyle durumlarda YSK türünden bürokratik kurumlar her şeyi bir kenara bırakıp, içgüdüsel olarak kendi yetkilerine ve ayrıcalıklarına sahip çıkar. YSK bunu yapmıyor, yapamıyor. Üzerindeki baskı altında eziliyor, hukukun ve kanunun kendisine verdiği yetkiyi, haddini aşanlara karşı cesaretle savunamıyor; bunun yerine kuyumcu terazisinde dolambaçlı bir yolu tercih ederek durumu dengeliyor. YSK’nın CHP’nin İstanbul İl Kongresi hakkındaki kararı yasa düzeninin koyduğu muhakeme usulüne uygun değil, ancak sonuç olarak hukuksuzluğu düzeltme kapısını araladığı için vicdanları da rahatsız etmiyor. Kayyım saltanatı bir süre devam edecek, YSK’nın yaptığı bu süreyi beş hafta ile sınırlamak. Kongre yapma yasağını YSK kaldırdığı için CHP, mahkemeye taşınan sorunu örgütsel olarak çözebilecek araçlara kavuşmuş oluyor.
İktidar, yargı sopasını kullanarak muhalefeti yok etmeye girişiyor. Ancak bunu yapabilmek için asıl sopa yargının sırtından eksik olmuyor. Yargı marifetiyle diktatörlük düzeni kurma operasyonlarına, bir de yargıçlar eliyle bakmalısınız. Ağır bir baskı altındalar. Sadece verdikleri kararlara değil, zülfüyâre dokunacağı için veremeyip de erteledikleri kararları da dikkate almalısınız. Kahramanlık yapıp, mesleğin onuru adına hakikatte direnenlerin başına gelenleri unutmayın. En az görevlerinden olup bir yerlere tayin edilerek cezalandırılıyorlar.
Bu dönemde en zoru yargıç cüppesi ile vazife yapmak.
Psikolojik destek alan hakimler
12 Eylül’ün 45. yıldönümü yaklaşıyor. Dostum Recep Küçükizsiz, Mamak Askerî Cezaevi’nde işkencelerin yoğun olduğu dönemde görev yapan askerleri bulup bir dizi röportaj yapmış ve “Mamak’ta İşkence” başlığı ile kitaplaştırmış. Bambaşka bir pencereden inanılmaz ayrıntılar ortaya çıkmış. En çok ilgimi çeken, gardiyan olarak görev yapan askerlerin gözünden dillere destan işkenceleriyle şöhret bulan Cezaevi Komutanı Albay Raci Tetik’e dair anekdotlar. Kitabın sonunda Raci Tetik ile yapılmış röportajlar da var. Tam sekiz yıl sonra 12 Eylül’ün yıldönümünde Milliyet gazetesinde yayımlanan seri röportajında Raci Tetik, aynı askerî kampus içinde görev yapan Sıkıyönetim savcıları ve hakimleri ile ilgili ilginç bir ifşaatta bulunuyor: Hemen hepsinin psikolojik destek aldığını ve mahkemeye yatıştırıcı alarak çıktıklarını söylüyor.
O yıllarda da savcılar sıkıştırıldı, hakimler baskı altına alındı. Kenan Evren’in “Asmayıp da besleyelim mi?” sözünün altını doldurabilmek için gece gündüz çalıştılar. Gencecik, suçsuz-günahsız çocuklara kıydılar.
Bugün, verdikleri “yanlış” kararlar yüzünden dağıtılan mahkemeleri, tenzil-i rütbe ile sürülen hakimlerin ruh dünyasını tasavvur etmeye çalışın. Adamlar Osman Kavala hakkında tahliye kararı veriyor, karar hemen savcılığın yıldırım hızıyla açtığı yeni soruşturmada verilen tutuklama kararı ile “düzeltiliyor”. Cumhurbaşkanı da yapılan işlemi “hata düzeltildi” diye destek vererek vurguluyor.
“Yıkılası viranede evlad u iyal var” sözü, tam olarak vicdanı ile yukardan gelen siyasî baskı arasında sıkışan hakimlerin durumunu yansıtıyor. HSK’yı, yüksek yargı mensuplarını, AYM üyelerini, ağırlığı oluşturacak şekilde atayan siyasî otoritenin altında vicdanınızı mı, çoluk çocuğunuzu mu koruyacaksınız?
Yargı eliyle güç gösterisi
İktidar, yargıyı, sinsice, hinlik yaparak, gizli mahfillerde talimatlar vererek muhalefetin üzerine salmıyor. Tam tersine yargının emrinde olduğunu, mahkemelerin zor kullanma ayrıcalıklarını doğrudan iktidarın kendisinin kullandığını, elindeki sopayı Tanrı’nın kırbacı gibi muhalefetin sırtında istediği yere ve istediği zaman vurmak için özel bir dikkatle tuttuğunu herkesin bilmesini istiyor. Muhalefet üzerinde yargı sopası, sadece hukuk dışına çıkan keyfi tasarruflar değil, aynı zamanda görgü kurallarının çok aşındığı kaba bir güç gösterisine dönüyor. “Ben güçlüyüm, istediğimi kulağından tutar hapse atarım” demiş oluyor. Mareşalin rütbelerini söküp er statüsüne sokan Napolyon gibi, diplomaları iptal eden, rakibini sıfatlarından ayıran bir güç, emrindeki bürokrasiyi seferber ediyor.
Adalet Bakanı, “Türkiye bir hukuk devletidir” sözünü, kara mizah örneği olarak tekrarlarken, yukarılarda yükselen iradenin farkında değil. Birçok örnek arasında Osman Kavala’nın tahliyesi ve sonra hızlı bir soruşturma ile tekrar tutuklanması üzerine Cumhurbaşkanı’nın sözlerini hatırlamanız yeterli. Şöyle demişti: “…müebbet hapse mahkûm olmuş bir kişiyi kalkıp hemen beraat ettirme gibi bir yola mahkeme nasıl gidebiliyor, bu anlaşılır bir şey değil… Tabii bunların hepsinin talimatını verdik…”
Yargı eliyle yürütülen CHP’yi tasfiye operasyonları, Erdoğan’ın kişisel olarak taraf olduğunun altını çizdiği “silkeleme” ve “heybedeki turp” benzetmesi ile ilerliyor. Yargının tartışmasız patronu olduğunu verdiği talimatlarla hatırlatan birinin taraf olduğu, yani yargının toplu olarak disiplin içinde saf tuttuğu davaları bir hâkim vicdanının sesini dinleyerek nasıl karara bağlayabilir?
Yargı eliyle siyaseti tanzim etmenin zayıf noktası
Yargı sopası etkili, ama her şeye kadir değil.
Yargıç yasayı uygular. “Tutukluluk” gibi tedbirleri cezaya dönüştürüp haddini aşsa da yasanın verdiği bir gücü kullanır. Yasa sadece yasak getirir, iki tuğlayı üst üste koyup bir şey inşa edemez. Nitekim “yasa” kelimesi “yasak”tan gelir. Yargıcın elinde sadece el fireni vardır; gaza ulaşacak mevkii ve fırsatı bu yasaklayıcı yasaları istediği kadar genişleterek yorumlasın ona vermezler. Yargı engeller; etrafınıza dikenli tellerle çevrili cezaevleri örer, ayak bileğinize elektronik kelepçe takar, para cezaları verir, yurt dışına çıkış yasakları koyar; ama sizin yerinize karar veremez.
Tanrı’nın kırbacı, Hun İmparatoru Atilla’ya Avrupalıların taktığı bir isim. Atilla’nın döktüğü kanı, kulların günahlarının bedeli olarak gören kaderci anlayışı ifade ediyor. Kısaca hata “Atilla’da değil, bizde” demeniz bekleniyor. Yargı gücünü rakiplerini haşat etmek için kullanan bir iktidar da herkesin hizaya girip “nerede hata yaptık, arayıp bulalım” demesini bekliyor. Ama işler öyle olmuyor.
Sopa herkesin gözleri önünde muhalefetin sırtına iniyor, ama kimse kucağına başkasının özenle dizdiği taşları recmedilen mazluma atmak için eline almıyor. Çünkü bu manzara kimseye ilave bir şey kazandırmıyor, iktidarın öfkesine ortak olmak hiçbir sorunu çözmüyor.
Muhalefete, engelli koşu diye girdikleri yarışı, askerî pentatlondaki 95 farklı engeli aşarak tamamlamak düşüyor. Dikkat edin, yargı eliyle operasyonlar, iktidarın sorun çözme yeteneğini de yok etti. İktidarın eli kolu bağlı değil, ama Çözüm Süreci ve ekonomi başta olmak üzere temel sorun alanlarında hiçbir ilerleme yok.
Yargı sopasına kuvvetle yapışan iktidar, başka bir sorunu ucundan tutup çözemiyor. Muhalefette iken bile rakibine daha geniş ve verimli bir oyun alanı açıyor.
Kaynak: medyascope.tv