Tarih: 15.01.2018 16:23

Yapıcıoğlu´ndan gündeme dair önemli açıklamalar

Facebook Twitter Linked-in

Akit TV´de Fatin Dağıstanlı´nın sorularını yanıtlayan Yapıcıoğlu, 6-8 Ekim olaylarında yaşanan vahşet ve Yasin Börü ile arkadaşlarının katillerinin devam eden mahkemeleri, Türkiye Partisi olarak HÜDA PAR ve devam eden HÜDA PAR Kongreleri, Siyaset arenasında HÜDA PAR´ın varlığını gerekli kılan sebepler, İİT´nin Kudüs kararı ve siyonist israile karşı takınılan tavrın anlamı, AK Parti ile MHP arasındaki mutabakat, FETÖ operasyonları ve 28 Şubat sürecinin devam eden mağduriyetlerinin konuşulduğu programda önemli açıklamalarda bulundu.

"Yasin Börü davasında karar çıktı. Dosyadaki sanıklardan bir kısmı ceza aldı, bazıları beraat etti. Daha sonra dosyanın firari sanıklarından birisi 10 gün kadar önce Diyarbakır´da yakalandı. Şu anda dosya temyiz aşamasında Yargıtay´da. Biz şunu istiyoruz ve diyoruz ki; bu dosyada o suça bulaşmamış olma ihtimali olan kim varsa -bu ihtimal küçük de olsa- suçsuz olabilme ihtimali varsa, masum olan hiç kimse ceza almasın. Ama o suça bulaşmış kim varsa mümkün mertebe hepsinin tespit edilip cezalandırılması lazım. Sokakta bu işi bilfiil gerçekleştirmiş, tabiri caizse bu işin tetikçiliğini yapmış kişilerin cezalandırılmasıyla bu dosya kapanmaz. Çünkü o olayların öncesi vardı. Bir kışkırtma süreci vardı. 3 gün boyunca sokağa çıkmayanlar.(Güvenlik görevlileri) O gençlerin sığındığı evin sahibesi olan kadıncağız polisi arıyor, yalvaran bir ses tonuyla, ´bizi öldürecekler, kapıyı kıracaklar´ diye bağırıyor. Polisin nasıl bir eda ile cevap verdiğini bütün Türkiye kamuoyu biliyor. O ses kayıtları medyada ve sosyal medyada çokça paylaşıldı.

Tabii ki o devletin polisiydi. Başkasının polisi yok ki. Bir tek polis teşkilatı var. Ama nereye bağlı ben onu bilemem. Onu ortaya çıkarmak yine polisin, devletin işidir. Kimle bağlantıdır, niye yapmıştır, kendi kusuru mudur yoksa amirlerinden böyle bir talimat mı almıştır? Ya da iletmesi gereken yerlere iletmiştir de birileri onlara otur demiş midir? Ben onu bilemem. Ben hükümet olsam, bunların hepsini ortaya çıkarır, bütün sorumluları da cezalandırırdım. Fakat acı olan, şu anda sadece o gün, sokakta bu işi bilfiil gerçekleştirdiği kanaatine varılan kişilere cezalar verildi. Ama onları sokağa salanlar, onları kışkırtanlar, onların bu katliamları gerçekleştirmelerine seyirci kalanlara dokunulmadı. Bu bize acı veriyor, kamuoyuna da acı veriyor ve kamu vicdanını da tatmin etmiyor."

 "Her partinin kongresinde kimin başkan seçileceğine parti delegeleri karar verir. Biz herhangi bir partinin içişlerine, -müdahale anlamında- karışmayız. Biz, herhangi bir partiyi yakından takip etmiyoruz. Biz, genel anlamda siyaseti takip ediyoruz. Biz, milletin maslahatı nerededir, milletin maslahatına aykırı kim ne yaptı onları takip ederiz. Yeri, zamanı geldiğinde onlara cevap vermemiz gerektiğinde de cevap veririz. Yanlış şeyler yapıldığında kimin yaptığına bakmayız. Hatta, bazen muhalefetin yanlışlarına işaret ettiğimizde, bazıları bize diyor ki; siz nasıl bir muhalefet partisisiniz ki iktidar partisi dururken muhalefeti eleştiriyorsunuz? Biz de diyoruz ki, yanlışı kim yaparsa biz onu eleştiririz. Toplumu ilgilendiren bir yönü varsa, topluma dokunan bir tarafı varsa ve yanlışı muhalefet yaparsa, bunun yanlış olduğunu söyleriz. İktidar da doğru yaparsa, başka bir muhalefet partisi de doğru yaparsa biz onu destekleriz. Onun doğruluğunu söyleriz ta ki doğruları yapanların cesaretleri artsın ve daha fazla doğru yapsınlar.  Doğru yönde daha hızlı adımlarla yürüsünler.

Bir ara, CHP´nin İstanbul Kadıköy Belediyesinden saat 22.00´den sonra alkollü içeceklerin satışının yasaklanması yönünde bir karar çıkmıştı. Biz de bunu takdir ettiğimizi kamuoyuna deklare etmiştik. İyi yönde atılmış bir adımdır demiştik. Alkol toplumsal bir sorundur, bunu sınırlandıracak her adım değerlidir. Bu nedenle de belediyenin bu kararına desteğimizi açıklamıştık. Gazetelerden bir tanesi bizi birinci sayfasına taşımız, ´HÜDA PAR´dan CHP´ye destek´ diye gazetenin birinci sayfasında haber yapmıştı. Birkaç gün önce CHP´li milletvekillerinden bir tanesi ´bu CHP´li belediyeleri kim durduracak´ şeklinde bir yazı yazdı. Merak ettik tabi ne anlamda söylüyor bunu diye. Baktık ki CHP´li belediyenin alkol tüketimini sınırlandıran bu uygulamasına tepki olsun diye bu yazıyı yazmış."

 "Güneydoğu´da şuan bir sakinlik var. Birkaç sene önceki o çok yoğun, hareketli, gerilimi yüksek olan günlerin şuan olmadığını görüyoruz. Bir sükûnet var, insanlar işlerinde güçlerinde ve bir suskunluk var. Siyasi anlamda da bir suskunluk var. İnsanlar sokağa çıkarken, daha önceki gibi nerede bir bomba patlayacak, nereden bir kurşun gelecek, benim okula giden çocuğum sağ salim eve geri dönebilecek mi korkusunu yaşamamalı. Bu endişelerin bertaraf olması mutlaka değerlidir, önemlidir ve olumludur. Devletin varlık sebeplerinden bir tanesi vatandaşın can ve mal güvenliğini temin etmektir. Vatandaşın can, mal, din, akıl ve nesil emniyetini teminat altına almak devletin hem varlık sebebidir hem meşruiyet nedenidir. Bunlar mutlaka olmalıdır."

"Doğrusu, eğer beraber yaşayabilirsek, farklarımızı zenginlik olarak görürsek, dünya yeterince geniş. Kaba bir hesaplama yaparsak bütün insanları bir tek miting meydanında toplarsak mesela Van Gölü´nün yüzeyini düzeltip oraya bir platform kurarsanız, şuan da yeryüzünde yaşayan bütün insanları oraya toplarsınız. 8 milyar insan burada toplanabilir. Van Gölü´nün yüzeyine sığacak kadar insan var dünyada. Bütün genişliğine rağmen dünyayı birbirine daraltan yine insanoğludur. Niçin daraltıyor, nasıl daraltıyor? Allah insan için bir sınır koymuştur, ölçü koymuştur. Onu en güzel şekilde yaratmıştır. Nasıl hareket etmesi gerektiğini de ona göstermiştir. Bütün Müminleri de kardeş ilan etmiştir. Allah´ın ortaya koyduğu ölçüleri değiştiren insanlar, Allah´ın kendileri için takdir ettiğine, kendilerine hak olarak belirlediğine razı olmayanlar, başkasının hakkına göz dikenler ya da kendi hakkından fazlasını isteyenlerdir. Bunlar sorun oluştururlar ve birbirleriyle uğraşıyorlar. Eğer birisi gerçekten bütün insanlar olarak Âdem ve Havva´dan geldiğimizi, insan olarak birbirimize denk olduğumuzu, eşit olduğumuzu kabul edersek ve her birimiz kendi hakkımıza razı olursak; en büyük zenginliğimizin kardeşlik olduğunu, birlik beraberlik olduğunu unutmazsak, birbirimizin hakkına, birbirimizin malına göz koymazsak kavga için herhangi bir neden yok. Ama nasıl ki şeytan, babamız Âdem´in çocuklarını birbirine karşı kışkırttı, birine diğerini öldürttüyse, kıyamete kadar da boş durmayacak. İnsanları kışkırtıyor. İnsan, Allah´ın kendisi için koyduğu sınırı aştığında, bu haddi aştığında sorunlarla yüz yüze geliyor. Eğer biz gerçekten kardeş olduğumuzu hatırlarsak, biz gerçekten birbirimizin hak ve hukukuna riayet edersek, eğer biz gerçekten kardeşliğin sadece edebiyatını yapmaktan vazgeçip kardeşliğin bir hukukunun olduğunu bilip ona riayet edersek huzurumuz niye bozulsun ki? Biz bu kardeşlik potası içerisinde eriyip birbirinin hakkına hukukuna saygılı kardeşler olarak yan yana yaşarsak dışardan kim bize ne yapabilir ki? Kim bizi birbirimize karşı kışkırtabilir ki?  Eğer alanı biz dışarıdan müdahalelere elverişli hale getirirsek kendi ellerimizle, eğer biz onun bunun kışkırtmasıyla Allah´ın bizim için koymuş olduğu ölçüleri değiştirirsek, kendimizi daha büyük ilim sahibiymiş gibi görüp -haşa- Allah´ın koymuş olduğu kuralları değiştirirsek ve bunun daha iyi olduğunu düşünürsek, bu zanna kapılırsak, bu vehimle hareket edersek bizim gideceğimiz yer duvara toslamaktır."

"Biz bütün ümmete hitap eden bir partiyiz. Uzun süredir, neredeyse her vesileyle gündemine Müslümanların ittihadını, Ümmetin vahdetini yerleştirmiş bir partiyiz. Birileri diyor ki; ´memlekete bu kadar çok olay olurken siz neden kimsenin gündeminde olmayan bu şeyleri sürekli gündem ediyorsunuz, sürekli bunları konuşuyorsunuz?´ Biz de diyoruz ki; eğer bizim şimdiki gücümüz 100 kat artarsa bunun büyük bir kısmını biz yine buna ayıracağız. Çünkü biliyoruz ki, ümmetin şuan içerisinde bulunduğu durumun en büyük sebebi bizim ittifaksızlığımızdır. Bizim birbirimize yanlış bakmamızdandır. Bizim Ümmet şuurunu uykuya yatırmış olmamızdandır. Veya onu yeterince dillendirmediğimizden dolayıdır. Allah bize kardeş olun diye emretmiş, ´müminler, birbirinizin kardeşisiniz´ demiş ama sanki bu emri herkes kendi içerisinde şöyle anlıyor. İşte Türk diyor ki, ´ey Türkler! Türk´ün Türk´ten başka dostu yoktur. Etrafınız düşmanlarca kuşatılmıştır. İslam´ın unsurları dâhil olmak üzere Araplar, Farslar, Kürtler bunların hepsi bize düşmandır. Bizi bir kaşık suda boğmak istiyorlar.´ İşte Kürtler diyor ki, ´bizim sırtımızı dayayacağımız dağlarımızdan başka bir şeyimiz yoktur.´ Araplar diyor ki, ´İşte din bizimdir, diğer kavimler dini anlamamışlardır.´ Veya Farslar diyor ki, ´biz kendi aramızda birliğimizi sağlamazsak, dünya bizi yiyecek, belki Sünniler de bizi yiyecek.´gibi.  Hiç kimsenin kendi mezhebini din haline getirmeye, bu kardeşlik hitabını, kardeş olma emrini sadece kendi kavmine yönelik bir emirmiş gibi algılamaya hakkı yoktur."

İstanbul İl başkanımız Erdal Elibüyük Türk´tür. Çok uzun zamandır İstanbul´da yaşayan, aynı zamanda Tokat Dernekleri Federasyonunda görevli bir kardeşimizdir. Bizim için etnik kimliğinin çok da önemi yoktur. Yani, birisi Türkiye´nin dört bir tarafında oy alsa da Türkiye´nin 81 vilayetinde teşkilatlarını tamamlamış olsa da eğer o sadece kimlik siyaseti yapıyorsa, sadece belli bir etnik gruba hitap etmek istiyorsa veya birinci önceliği bir etnik kimliğin bir araya toplanması ya da onun iyiliği ise HÜDA PAR ondan yüz kat daha fazla Türkiye  partisidir. Biz başından beri bunu söylüyoruz. Belli bir etnik ve mezhebi kimliğin üzerine siyaset inşa etmek doğru bir tarz değildir. Siyaset, belli bir siyasi fikir etrafında yapılır. Kümelenmeler o şekilde olur. Aynı siyasi fikri paylaşan, dünya görüşü, kâinatı okuyuşu, insanların birbirleriyle ilişkileri, insanların Allah ile ilişkileri, insanın tabiatla ve eşyayla olan ilişkisi, bunları birbirine yakın bir perspektifle gören insanlar aynı yerde kümelenir. Yoksa siyasi ve dünya görüşü olarak birbirine zıt olan insanlar sadece aynı etnik kimliği taşıyorlar diye veya sadece aynı mezhebi kimliği taşıyorlar diye bunlar bir araya gelirse onlardan bir şey çıkmaz. Siz bunları tutkalla birbirine yapıştırsanız bile eğer kümelenmeler bu şekilde olursa bu memlekette sadece kaos çıkar, anarşi, cedelleşme çıkar. Orada memleketin menfaati için çalışmak ve hakikatlere ulaşmak çabası çıkmaz. Eğer birisi bir kişinin hakikati söyleyip söylemediğine değil, hangi tarafta yer aldığına değil, zalim olup olmadığına değil sadece etnik kimliğine bakarak iyidir veya kötüdür diye sınıflandırıyorsa, o tip bakış açısına sahip olandan bu memlekete hayır gelmez. Biz kişinin etnik kimliği nedir, mezhebi nedir diye bakmıyoruz. Bizim bir ilkemiz ve programımız var. Hepimiz Âdem ve Havva´nın çocuklarıyız ve biz bütün dinlere, inanan insanlara din hürriyeti istiyoruz. Biz diyoruz ki, Allah´ın koymuş olduğu kuralları, onun koymuş olduğu ölçüleri değiştiren zarar eder. Gelin bu ölçülere yeniden ittiba edelim. Biz bunu söylüyoruz. Bunu sadece Türk´e ya da Kürt´e, Arap´a, Çerkez´e söylemiyoruz. Bizim kardeşlik ölçümüz Allah´ın koymuş olduğu ölçüdür ve kapımız bu ölçüleri kendisine ölçü kabul eden herkese açıktır."

"Biz diyoruz ki HÜDA PAR, İslam´ı ölçü alan, hal ve hareketini, söylemlerini buna göre tanzim etmeye çalışan bir partidir. AK Parti kendisi, ´Biz muhafazakâr demokrat bir partiyiz´ diyor. Muhafazakârlık ayrı bir şeydir. İslami bir çizgide yürümek başka bir şeydir. AK Parti ile benzeşen yönümüz olabilir ama farklı yönlerimiz belki daha fazladır. AK Parti ümmetin partisi midir,  böyle bir talebi, iddiası, niyeti var mıdır? Bilmiyorum. Bunu onlara sormak daha doğru olur. Fakat birileri bazı konularda sizinle aynı düşünüyor diye ´o saha tamamen kapalıdır, yeni bir siyasi partiye ihtiyaç yoktur´ demek çok doğru değil. Niçin doğru değil?

Ben inanıyorum ki, Türkiye´de çok ciddi bir siyasi muhalefet boşluğu var. Özellikle İslami muhalefet. Mesela hatırlayınız şu başörtüsü meselesi, okullarda tesettürün serbest bırakılmasıyla ilgili. Birkaç sene önce bir yönetmelik değişikliği yapıldı. Nedir o yönetmelik değişikliği? Şöyle diyordu, ´imam hatip liselerinde ve düz liselerinin imam hatip programlarında Kur´an-ı Kerim ve siyer derslerinde sadece örtü serbest, diğerinde eskisi gibi yasak.´ Bu aslında geriye gidişti. Daha önce bir muğlâklık vardı ama bir yönetmenlik değişikliğiyle bunu resmi hale getirdiler ve bu yeni bir düzenleme ile örtünün yasak olması gerektiğini düşünenlerin ellerine çok ciddi koz verdiler. O dönemde gazetelerden bir tanesi manşet attı: ´bundan sonrası kara çarşaf´ diye. Bu manşet atıldığında belki meclis içerisindeki muhalefet partilerden bazıları suskun kaldı ama bazıları bu yapılan düzenlemelerin negatif anlamda kötü olduğunu, bunun yapılmaması gerektiğini, örtünün bütün okullarda yasak olması gerektiğini söyledi. Ama biz ısrarla ve inatla çıkarak ve dedik ki: İlköğretim dâhil olmak üzere, kim başını örtmek istiyorsa, kimse ona karışmamalıdır. Hatta o dönemin firstleydisi ´bunlar provokatör´ demişti. ´Böyle bir şey mi olur? ´İlköğretim çağındaki çocuk başını örter mi?´ demişti. Biz de o zaman çıktık ve dedik ki, 18 yaşından küçüklere çocuk diyen hanımefendi, kendisi 15 yaşında iken evlenmişti. O zaman çocukken evlendi. Örtünme emri Allah´ın bir emri değil midir? İslam âlimleri bu örtü emrine muhataplığın buluğ ile başladığını söylüyorlar. Bizim memleketimizde kız çocukları 12-14 yaşında buluğ çağına giriyorlar. Buluğ çağına girdikten sonra örtünme emrine muhatapsa siz ne hakla bunu 18 yaşına kadar erteliyorsunuz. ´Üniversiteye gidince örtünsün´ diyorsunuz. Bu hakkı kim size verdi. Allah´ın koymuş olduğu ölçüyü değiştirme cüretini nerden buluyorsunuz diye sert bir çıkış yaptık AK Partiye karşı. Ondan sonra peyderpey düzelmeler oldu. Öyle bir çıkış, bir talep olmasaydı bu düzenlemeler olur muydu? Hayır olmazdı."

Kudüs meselesine gelelim. Kudüs ile ilgili İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) dönem başkanı olarak Türkiye´nin birkaç gün içinde olağanüstü toplantıya çağırması -bazıları çok beğenmedi ama yine önemli sayıda 16 devlet başkanı düzeyinde bazı ülkeler parlamento başkanlarını gönderdi. Bazıları cumhurbaşkanlığı yardımcılarını, bazıları başbakanlık düzeyinde geldiler. Düşük düzeyde katılım gösterenler oldu. Hiç gelmeyenler oldu. Kabul, ama bu da- kayda değer bir şeydir. Belki nadiren olabilecek bir şeydir. Bir mesele ile ilgili olarak İslam Ümmeti bir araya gelebildi, toplanabildi. Sayın Cumhurbaşkanının çıkışı önemliydi. Evet, başkenti Kudüs olan bir bağımsız Filistin Devleti... Sayın Cumhurbaşkanı söylemlerinde ´Başkenti Kudüs olan´ dedi ama metne nasıl geçti? Başkenti Doğu Kudüs..! Biz o zaman da söyledik. Şimdi bir daha söylüyoruz. 1917´de İngilizler Filistin bölgesini işgal ettiler. 1967´de tam 50 yıl sonra Kudüs´ün doğu yakasını da siyonistler işgal etti. 67´den beri 50 yıldır işgal altında. Onun üzerinden 50 yıl daha geçti. 2017´de Kudüs´ü bir bütün olarak ´3 bin yıllık başkentimizdir´ diye deklare ettiler siyonistler. Biz de şunu söyledik. Ey İslam Ümmeti! Eğer siz Kudüs´ün sadece doğusuna razı olursanız onlar Kudüs´ün tamamını sizden alır. Başkenti Doğu Kudüs olan değil, başkenti Kudüs olan bir Filistin Devleti. Siyonizm orada bir devlet değildir. Asla da kabul edilmemelidir. Hiçbir İslam ülkesi o siyonist terör şebekesini ´devlet´ olarak kabul etmemelidir. Ve onlarla bir ilişki kurmamalıdır. HÜDA PAR olarak meseleye bakışımız budur."

"Sayın Bahçeli ilk açıkladığında herhalde bir pazarlık söz konusu olmadığını belirtti. Aday çıkarmayacaklarını söyledi. Siyaseten bir hamle yaptı. Mutlaka bunun sonuçlarını değerlendirmişlerdir. Kendi partilerine ne getirip ne götüreceğini hesaplamışlardır. Kendi kararlarıdır. Siyaset değil mi bu? Siyasi ittifakların önünün açılmasını istemek de siyasi bir taleptir. Bu ittifakların önünün kapanmasını istemek de siyasi bir taleptir. Seçim barajının düşürülmesini istemek, barajın muhafaza edilmesini savunmak, hatta yükselmesini istemek de siyasi bir taleptir. Neticede siyasetle alakalı bir şeydir. Ve önümüzde bir seçim süreci var. Sayın Bahçeli de AK Parti ile ittifak yapacaklarını, aday çıkarmayacaklarını, AK Partinin adayını destekleyeceklerini söyledi. Şimdi, daha önceki seçimlerde biliyorsunuz; Bir Ekmelettin İhsanoğlu tecrübesi var. MHP o zaman CHP ile ortak bir aday çıkartmıştı. Ve neticede AK Parti´nin adayı bugünkü Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan ipi göğüslemiş, birinci turda seçimi kazanmıştı. Şimdi tüm bu yaşanmışlıklar ortada. Ekmelettin İhsanoğlu ortak adaydı. MHP´nin önerdiği, MHP ve CHP´nin birlikte desteklediği bir adaydı. Fakat bugün de böyle bir tercih kullandı. Onların bileceği iştir. Bizim buna diyecek bir şeyimiz yoktur.

Partilerin arasında siyasi ittifakların yolunun açılması, her partinin kendi tüzel kişiliğiyle seçimlere katılması ama buna rağmen bir ittifak olması, ortak listelerin olması bunlar tartışılabilir şeylerdir. Bize göre de partilere, ittifak yapmanın yolu açık olmalıdır. Seçim barajıyla ilgili de bazı şeyler söylendi. Sayın Bahçeli´nin de talebi oldu ama hükümet tarafından görünen o ki çok kabul görmedi. Bize göre seçim barajı da çok yüksektir. Mutlaka bunun da Türkiye´nin gündeminde olması lazım. Anayasa değişikliği 16 Nisan´da halkoyuna götürüldü. Referandumda halk bunu onayladı. Yüzde 51.5´e yakın bir oy oranıyla. O anayasa değişiklik paketinde şöyle bir hüküm vardı: 6 ay içerisinde uyum yasaları çıkacaktır. 6 ay geçti. Ekim ayının 16´sında doldu. Ama meclis bu konuda herhangi bir adım atmadı. Hükümet hiç bir şey yapmadı. Şimdi ben de bir vatandaş olarak, haklı olarak soruyorum. Siz kendiniz 6 ay içerisinde bu konuda düzenlemeleri yapacağınızı söylediniz. Uyum yasalarını neden yapmadınız? Bu ittifak görüşmelerinden dolayı siz ´hangisi bizim hesabımıza gelir, hangisi hanemize bir puan fazladan yazmaya sebebiyet verir´ diye o formüller üzerinde henüz çalışmalarınızı bitiremediniz diye mi meclise getirmediniz? Bizim şöyle bir tezimiz var. Kendi parti menfaatini memleket menfaatinin önüne koyan hiç kimse ´ben memlekete hizmet yarışının içerisindeyim´ demesin. Hiç kimse bu lafa güvenmez. Mutlaka bu uyum yasalarının çıkarılması lazımdı. Temsilde adalet yönetimde istikrara feda ediliyor. Yönetimde istikrar olsun diye temsilde adaletin ruhuna Fatiha okutan yüzde 10´luk seçim barajı, çok yüksek bir seçim barajıdır.  Madem artık koalisyonlar dönemi Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminde tamamen ortadan kalktı. Yani seçimlerden sonra biz koalisyon yapalım, şu partilerin milletvekillerini toplayıp bir hükümet çıkaralım diye bir şey söz konusu olamayacağına göre, birinci turda eğer olmazsa ikinci turda mutlaka oyların yarısından fazlasını alanın kazanacağı bir sistemde yüzde 10´luk seçim barajının bir manası yoktur. MHP´nin o noktadaki çıkışı da haklıydı. Fakat keşke MHP, Sayın Akşener´in parti kurduktan sonra baraj endişesi ortaya çıkmadan önce barajın aşağı düşürülmesini savunuyor olsaydı."

" Milli mutabakat nedir? Böyle bir mutabakattan neyi kastediyorlar? Cumhurun mutabakatı nedir? Bunların tartışılması gerekir. Bizim cumhurdan anladığımız şudur: Bütün renkleriyle bütün inançlarıyla, bütün kimlikleriyle halkın tamamıdır. Cumhurun ittifakı demek milletin topyekûn ittifak etmesi demektir. Sadece iki partinin ittifakı cumhurun ittifakı olmaz. Bu bir. Milliden kasıt nedir? O da bize göre açıklanması veya açılması gereken bir şeydir. Biz millet derken ´Millet-i İbrahim´ anlarız. Bizim millet anlayışımız budur. İslam Milletidir. Ama etnik bir kimliği ´millet´, olarak öne çıkarıp bu şekilde yapılan millet tanımıyla bizim millet tanımımız birbirine uymaz. Böyle bir konuda bize herhangi bir teklif, herhangi bir görüşme talebi gelmiş değil. Herhangi bir partiden HÜDA PAR´a seçimlerle ilgili bir ittifak veya bir seçim mutabakatı teklifi gelirse o teklifin değerlendirilmeye değer olup olmadığına bakarız. Eğer değerlendirilmeye değer bir teklif ise partimizin yetkili kurullarında bunu değerlendirir ona göre bir karar veririz."

Kimden gelirse gelsin, eğer değerlendirilmeye değer bir şeyse biz oturur değerlendiririz. Yani CHP gelse veya herhangi bir parti gelse ´HÜDA PAR´ın programını okuduk, çok doğru şeyler söylüyor, memleketin kurtuluşu gerçekten buradadır. Biz bu ilkeler çerçevesinde veya buna yakın bir noktada beraber olabiliriz´ derlerse niçin olmasın?

"Niçin o kapıları herkese kapatıyorsunuz? Kapılar açıktır. Kapatamazsınız. Kapatmaya çalışsanız da kapanmaz. Çünkü o kapıların kilidi bizde değil. Anahtarı bizde olsa kapıları açmalıyız. Kilitli kapıları bile açmalıyız. Ama elimize kilit alıp açık kapıları da kapatmak doğru değil. Toplum değişirse, toplumun özgül ağırlığı hangi tarafa kayarsa, daha doğrusu toplumun ağırlık merkezi hangi yöne kayarsa merkeze-merkezin solu da olabilir sağı da olabilir- hitap etmeye çalışan partiler, o ağırlık merkezinin yakınında bir yerde kendilerini konumlandırırlar. Olan şey budur. Biraz felsefik oldu belki ama. Şimdi Üstad Bediüzzaman Said Nursi hazretlerinin bir sözü var. ´Menfaat üzerine dönen siyaset canavarlıktır. Türkiye´deki siyasetin çok büyük bir kısmı da menfaat üzerine dönüyor maalesef."

"Mesela şu anda içişleri bakanı olan Sayın Süleyman Soylu, daha önce başka bir partinin genel başkanı olarak siyaset yapıyordu. Seçim meydanlarında dolaşırken Sayın Cumhurbaşkanı hakkında ne söylüyordu? Şimdi o partinin içerisinde siyaset yapıyor. Zorla mı girdiler o partinin içerisine yoksa Sayın Cumhurbaşkanı onları davet mi etti? Yani şimdi siz geçmişte ´falan şöyle dedi´ diye ´artık bir daha asla bir araya gelemeyiz´ derseniz siyasetin kuralları böyle değildir. Bu ilkesizlik de değildir. Siz sadece geçmişte yaşanmış şeylerin üzerine her şeyi bina edemezsiniz. Biz geçmişte yaşanan şeyleri unutmuyoruz. Bir yere kaydediyoruz ama ileriye bakıyoruz. Olması gereken de budur. Yani hiçbir savaş sonsuza kadar devam etmez. Hiçbir kavga ila nihaye devam etmez. İla nihaye devam edecek olan kavga hak ile batıl mücadelesidir."

"israil ile işbirliğine girmemek gerekiyor. israil bir terör çetesidir. israili bir devlet olarak kabul etmek caiz değildir. Siyaseten de doğru değildir. Şer´an de doğru değildir. Siz israili ´devlet´ olarak tanırsanız, yılanla yatağa girmiş olursunuz. Neden? Çünkü siyonizmin inancı şudur; kendilerini Allah´ın seçkin kulları olarak görürler. Diğer bütün insanların da Allah tarafından onlara hizmetkârlık yapsınlar diye yaratıldıklarını kabul ederler."

"Fetulah Gülen, o gün MOSSAD´ın ya da CIA´nın ajanı değil miydi? Yine ajanıydı. Fetulah Gülen, AK Partiyi çok sevdiği için mi destekledi? Fetulah Gülen AK Partinin içerisinde AK Parti ile koalisyon kurarak devleti ele geçirdi. İçişleri Bakanı açıkladı, Emniyet istihbaratında görevli 7 bin polisten 6 bin küsuru Fetulahçıydı. İl emniyet müdürlerinin yüzde 70´i Fetulahçıydı, valilerin yüzde 60´ı Fetulahçıydı diye. Bunu nasıl yaptı? AK Partiye yanaşarak yaptı. AK Parti, resmen devleti onlara teslim etti. Onların yüzünü görünceye kadar bu böyle devam etti. 2011 yılına kadar bu devam etti. Yanlış mı? Devletin kadrolarına sızmak için Fetulah Gülen hareketi her zaman bunu yaptı. Bakınız DSP´yi destekledi mi? Destekledi. Daha önce Anavatan´ı destekledi mi? destekledi. Baktı iktidara kim yakınsa onları destekledi. Niçin? Çünkü kendini, kendi gölgesini cüssesinden çok daha büyük gösterdi. Ve neticede baktı, havayı iyi kokladı. Kim iktidara yakınsa "ben senin yanındayım seni destekleyeceğim, seni desteklersem sen iktidar olursun" dedi. Böylece iktidardan nemalandı. Bütün iktidarlardan ama. Hem Turgut Özal döneminde, hem Bülent Ecevit döneminde, hem AK Parti iktidarları döneminde palazlandı mı? Evet, bu yadsınamaz bir gerçek. Hiç kimse bunu inkâr edemez. Onları çok sevdiği için mi? Hayır. Menfaati böyle gerektiği için. Mesela AK Partinin FETÖ´ya vurmuş olduğu darbelerden dolayı bir AK Parti düşmanlığı var. AK Partiye zarar verebileceğine, AK Partinin gücünü azaltabileceğine inandığı kim varsa onu destekler. Bütün gücüyle destekler. Dolayısıyla, sırf o destekliyor diye, onun desteğine mazhar oluyor diye onu da FETÖ ile aynı kefenin içine koymak doğru bir tavır değildir."

"Memleketin asıl meselelerinde biri de 28 Şubat´tır. Yıl dönümü yaklaşıyor. Şimdi malumunuz geçtiğimiz hafta 3-4 gün duruşma yapıldı. Birkaç gün önce karar duruşmasıydı, bir daha ertelendi. Daha önce biliyorsunuz savcılık 60 sanık hakkında müebbet hapis istemiyle bir mütalaa verdi. Evet, 28 Şubat da bir darbeydi. Bu darbeyi gerçekleştirenlerin mutlaka cezalandırılması gerekirdi. Şu anda belki en son darbe teşebbüsü 15 Temmuz olduğu için öncekileri unutturdu veya üzerini örttü. Fakat şunu unutmamak lazım! 15 Temmuz´da bir darbe teşebbüsü oldu. Teşebbüs aşamasında kaldı. Şükür ki teşebbüs aşamasında kaldı, sonuca ulaşmadı. Evet, belki 250 cana mal oldu. Evet, belki meclis bombalandı. Belki uçaklar helikopterler vatandaşların üzerine mermi yağdırdı ama neticede akim kaldı, sonuca ulaşmadı. Allah´ın lütfuyla millet bir direniş gösterdi. Yekvücut şekilde sokaklara döküldü ve püskürttü bunu. Ama 28 Şubatta gerçekleşen şey tam bir darbeydi. Yani darbe sonuca ulaştı. Evet, belki kan dökülmedi ama hükümet devrildi. Evet, belki kan dökülmedi ama sadece hükümet devrilmedi. ´Rabbim Allah´tır´ diyen hatta gümüş yüzük takan insanlar ordudan ihraç edildi. Kamu kurumlarından ihraç edildi. Üniversiteli öğrenciler, üniversitelerden okullardan uzaklaştırıldı. Çok ciddi bir kıyım yapıldı."

"Fetulah Gülen bütün dönemler boyunca iktidarlara yakın durdu. Bunun bir tane istisnası var. Refah-Yol hükümetine yakın durmadı. Bütün siyasilerle ilişkisi oldu ama rahmetli Necmettin Erbakan Hocadan hiç haz etmedi, bizden de haz etmediği gibi. Bizimle temas kurmadı, bizden de nefret eder. Herkes onu pohpohlarken, ´hocaefendi´ derken biz ne mal olduğunu biliyorduk. Onu söyleyeyim. O yüzden bizimle temas kurmaz. Bizim, onun hakkında ne düşündüğümüzü çok net biliyordu. Belki atlanmaması gereken hususlardan bir tanesi şu: Dün bir haber düştü basına; dediler ki; siyonistlerin zindanlarında 20 yılını aşmış Filistinli esirlerin sayısı 48´i buldu. Bakın bu kadar zalim bir sistemden, bu kadar insanlık dışı bir yapıdan söz ediyoruz. Bir terör şebekesinden bahsediyoruz. Ve Filistinliler onlarla savaş halinde ve 20 yılı aşan esirlerin sayısı 48. Ama Türkiye´de 28 Şubat´ın kudretli apoletli generallerinin brifinglerini dinleyerek ´irticayla mücadele ediyorum´ diye o brifingli yargının cezaevlerine kapattığı yüzlerce insan var. Ve o gün bu gündür 20 yılı aşkın bir süredir cezaevlerinde kalmaya devam ediyorlar. Bakın Filistin´de olmayan şey Türkiye´de var ve o 28 Şubat yargısının mağdur ettiği insanların çilesi hala devam ediyor. O zulmü yapan 28 Şubatçılar, o brifingi veren generaller şu anda müebbet hapis istemiyle yargılanıyor. Belki de ceza alacaklar, FETÖ´nün mensubu olan hakimlerin ceza verdiği adamlar bir koğuşta, FETÖ mensubu hakimler bitişik koğuşta, bu taraftaki koğuşa da 28 Şubatçılar gelecek. Ama her ikisinin ortaklaşa zulmettikleri Müslümanlar cezaevlerinde kalmaya devam edecekler. Türkiye bu ayıptan 28 Şubat gelmeden mutlaka kurtulmalıdır."




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —