Tarih: 03.08.2021 11:59

Yabancı Düşmanlığı Üreten Aktörler: Müteahhitler ve Emlakçılar

Facebook Twitter Linked-in

Toplumsal sorunları tanımlamak hiçbir zaman yansız olmaz. Herkes bağlı olduğu dünya görüşüne, politik tercihlerine ve toplumda sahip olduğu konuma göre bir tanım yapar. Özellikle popüler tanımlar güncel hayat içinde gelişi güzel serdedilen görüşlerin bir toplamıdır ve iyice analiz edilmediği zaman toplumda bir kesimi “günah keçisi” ilan etmeye yöneliktir. Sözgelimi İstanbul’da Fatih semtinde yaşayan birini düşünelim. Son yıllarda iki gelişme dikkatinden kaçmamıştır. Bir yandan bariz bir biçimde etrafta Suriyeli ve Arap nüfus artmıştır, diğer taraftan da çarşı-pazarda fiyatlarda bir artış gözlemlenmiştir. Günlük konuşmalarda sıkça ifade eden bu iki olgu arasındaki ilişki şu şekilde tanımlanmaktadır: Fiyatlar, Suriyeliler “yüzünden” artmıştır! Bu kalıp yargıya gün geçtikçe pek çok insan katılmakta ve birden Suriyeli göçmenler artan hayat pahalılığın sebebi ilan edilebilmektedir.

Bir sosyolog olarak gerçekten de bu ilişkiyi sorgulanmaya değer bir konu olarak görüyorum. Bir taraftan Fatih’te ve İstanbul genelinde, diğer taraftan da gelip gittiğim Yalova’da yaptığım gözlemleri konuşturarak bir analiz yapmaya çalışacağım.

Bundan 5-10 yıl önce, emekliliğimde İstanbul dışında kalacağım huzurlu bir yer arayışına giriştiğimde Silivri’den işe başladım. O zaman Silivri’de fiyatların İstanbul seviyesinde olduğunu tespit etmek bana ilginç gelmişti. Arsa bulmak neredeyse mümkün değildi. Ortalığı arsa simsarları kaplamıştı. “Kanal İstanbul” söylentileri, insanları teyakkuza geçirmişti. İnsanlara denilmiş ki, “Sizin topraklarınız altın değerinde olacak. Sakın satış yapmayın.” Çok sayıda insan İstanbul’dan buralara gelmiş ve toprak toplamaya başlamıştı. Sahilde bir kahvede bir şişe sodanın fiyatı 5TL idi. O zaman İstanbul’da en kral yerde soda 3TL’yi geçmiyordu. Sahibinden bir dublekse talip oldum. Fiyatı 500 bin TL idi. Oysa ben İstanbul Halkalı’daki dubleks evimi 350 bin TL’ye almıştım.

Sahildeki sosyal tesislerde emekli öğretmenlerle konuşmuştum. Bana demişlerdi ki “Sakın buraya gelmeyin, emekliler buradan kaçıyor.” Bir şey daha dikkatimi çekmişti. Sahilde öylesine bir çer-çöp yığılmıştı ki, aklımdan “Belediyenin parası olmasa bile STK gönüllüleriyle ve okullarla pekâlâ bu çöpler toplanabilir” diye geçmişti. Kıyıda denize girmek mümkün olmadığı gibi korkunç bir koku yayılıyordu ortalığa. Bense güzel bir sahil kasabası arayışındaydım. Bir günlük gözlemlerim beni, bu kez İstanbul’un diğer ucuna, Şile taraflarına yönlendirdi. Burası İstanbul’a çok uzaktı ve günübirlik gelip gitmek yorucu olacaktı. Hemen vazgeçtim. Ama Şile’ye kadar uzanan coğrafyada birçok yeri gezme olanağım oldu, güzel bir kahvaltı yapmıştık çocuklarla bir akarsu kıyısında ve akşam eve bazı kırsal ürünlerle dönmüştük.

Daha sonra Yalova seyahatlerim başladı. Daha ilk gün Yalova kent merkezinin bana göre bir yer olmadığını anlamıştım. 5-10 yıl önce Balıkesir’de iken, Yalova’ya bir ziyaret yapmıştım, o zaman Yalova bana huzurlu bir şehir gibi gelmişti. Nüfusu 100 bin civarındaydı, yaya olarak ayağınızı yola attığınızda araçlar duruyor ve rahatlıkla karşıdan karşıya geçiş yapabiliyordunuz. Ama aradan bir süre geçtikten sonra Yalova çok fazla büyüdü ve iç göçler yanında dış göçler de bu kenti doldurmaya başladı. Özellikle körfez Arap ülkelerden “zengin” kişiler gelip buradan daire ve villa evler almaya başlamıştı. Şehir merkezinde ev ararken yanında Arap müşterisiyle dolaşan emlakçılar ve tercümanlara rastlıyordum. İşte, bu iç ve dış göç etkisiyle sadece nüfus artmadı ve konut fiyatlarına talebin artmasıyla fiyatlar da arttı.

Önemli bir ayrıntı: Arap müşteriler, hem emlakçı ve müteahhitler hem de ev sahipleri için yağlı bir müşteri olarak görülüyor. Eğer bir ev sahibi ya da müteahhit Arap müşteri istiyorsa, yerli müşteri alamasın diye yüksek fiyatlar koyuyor. Siz yerli müşteri olarak bu fiyatları duyduğunuzda ilk önce irkiliyorsunuz, çünkü diyelim ki 1 milyonluk arsa veya daireye 2-3 milyon fiyat isteniyor. “Neredeyim veya ne oluyor?” diye sorular soruyorsunuz, sonra anlıyorsunuz ki bu kişi “zengin” bir Arap müşteri bekliyor!

Burada hemen ahlaki bir sorun baş gösteriyor. Yerli birine bir fiyat, yabancıya başka bir fiyat uygulamak çifte bir ahlak yaratıyor. Bu ahlak, insani ve evrensel bir ahlak değildir. Kabile toplumlarına özgü, “biz ve ötekiler” ayrımına dayalı bir ahlaktır. Bu ahlakın modern bir toplumda yeniden zuhur etmesi tam bir ahlaki gericiliktir.

Bu ahlaki gericiliğin beraberinde getirdiği ikinci bir ahlaksızlık da şudur: Ötekilere uygulanan ahlak zamanla norm haline geliyor. Şöyle ki, yerli ev sahipleri Arap müşterilere satılan evlerini örnek göstererek fiyatları yükseltiyor ve bu sarmal tüm piyasaya genelleniyor ve yaygınlaşıyor. Başka bir deyişle çifte standart tekil bir standarda dönüşüyor, ama bu kez yerli müşteriler aleyhine. İşte, bu yabancıya yapılan ahlaksızın bedeli olmaktadır!

Bu bedel yerli müşterileri, yani tüm toplumu sorulara gark ediyor. Neden fiyatlar yükseliyor sorusuna günlük yaşamda yapılan tartışmalarda genellikle şu cevap veriliyor. Fiyatlar “Araplar yüzünden” yükseliyor! Bu cevap toplumun kendiliğinden ürettiği bir cevap değildir. Bu cevap önce belirli merkezlerde üretiliyor. Bu üretim merkezlerinin adresi müteahhitler ve emlakçılardır. Onlar kendileri fiyatları yükseltmiyormuş gibi davranarak, konut fiyatlarının neden bu kadar yükseldiğini soran yerli müşterilerine “Araplar yüzünden” diye bir ifade kullanıyor. Vatandaş ise bunu sorgulamıyor. Bu ifade konuşa konuşula toplumun diline yerleşiyor.

Öyleyse şunu söylemek abartma olmayacaktır: Piyasayı yükselten mekanizma ile yabancı düşmanlığını üreten mekanizma aynıdır! Yani ahlaksız müteahhitler ve emlakçılar fiyatları yükselttikleri yetmiyor gibi, bunun için bir “günah keçisi” de ihdas ederek yabancı (Arap) düşmanlığını da besliyorlar! Yerli ve yabancı arasında ayrımcılık yapmaya matuf olan çifte standart kısa bir süre sonra bumerang gibi tekrar topluma dönüyor!

Bu konuya devam edeceğiz inşallah.

Kaynak: Farklı Bakış




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —