Tarih: 02.06.2025 15:57

Volkan Yolcu yazdı: Söyle “Kur’an”!

Facebook Twitter Linked-in

Av bı bêjingê nayê cıvandın
(Elekle su toplanmaz)

Rahmetli babamdan annemin izin vermediği bir isteğimiz için aracı olmasını talep ettiğimizde “yo, beni aşar, beni o işe karıştırmayın” diyeceği zaman, gülerek bir Danıştay kararına atıf yapardı. Kendisi aile yönetiminde oldukça yetkili biri olsa da bu yetkinin konusunun ve sınırlarının belli olduğunu ve bunları aşmaya teşebbüs dahi etmeyeceğini belirtmeye yeterdi bu sözler:

“Adli mehakim mukerraratının tetkiki Şura-yı Devlet’in vazifesi haricindedir”.

1938’de bir vatandaş köydeki arsası ile ilgili bir dava açar. Dava reddolunur, kaybeder yani. O zaman istinaf (Bölge Adliye Mahkemesi) aşaması yoktur, doğrudan Yargıtay’a, “temyize” gider. Orada da haksız bulunur. Konu kapanmıştır, karar kesindir, aynı konuda bir daha dava açma hakkı da kalmamıştır.

Bir yerden kulağına Danıştay (o zamanki adıyla Şura-yı Devlet) diye bir şey çalınır. “Neye yarar bu Danıştay” diye merak eder, “devlet kurumlarının yaptığı iş ve eylemlerdeki hukuka aykırılıklara karşı inceleme yapar” derler. “E, Yargıtay da bir devlet kurumu değil mi?” der, ki bu yaklaşımı hukuki açıdan kabul edilemez hatta komik olmakla birlikte, düz mantık ile doğrudur. Yargıtay da bir devlet kurumudur. Buna dayanarak dosyasının bir kez daha incelenmesi için Danıştay’a başvurur.

Danıştay önüne gelen bu Yargıtay kararının incelenmesi talebini veciz bir Türkçe ile reddeder. Kararın özü “adli mehakim mukerraratının tetkiki Şura-yı Devlet’in vazifesi haricindedir” kısmıdır. Mealen “hukuk yargılamasında verilen nihai kararların incelenmesi Danıştay’ın görevlerinden değildir” der.

Zillullah-ı fil ard

Günlerdir torba yasada yer alan bir maddeyle ilgili tartışmalar sürüyordu ve tüm itirazlara rağmen TBMM’de kabul edildi. Düzenlemeye göre İslam dininin temel nitelikleri açısından sakıncalı bulunan Kur’an meallerini Diyanet’ten bir kurul denetleyecek, gerek görürse toplatılmasına ve imhasına karar verecek.

Böyle bir düzenlemeye en başta Diyanet karşı çıkmalı, “bizim görevimiz bu değil, biz (en azından kâğıt üzerinde) vatandaşların ibadetlerini rahatça yapmaları için bir takım hizmetleri organize eden bir kurumuz sadece” demeli. “Vebali de büyüktür, allame-i cihan mıyız biz böyle bir kararın, yükün, vebalin altına girelim” demeli. (Ne kadar güzel olurdu, Diyanet’in tarihinde nasıl bir yüz akı olurdu böyle bir itirazı dillendirmeleri, değil mi? Ama bu estetiği fark edecek bir bilinç ve asgari düzeyde bir iyi niyet gerekir bu çapta bir gelecek projeksiyonu için, o yoksa akıllarına bile gelmez bunun bir fırsat olduğu.)

Yok eğer öyle değilse, “burası Şeyhülislamlık, biz de hem allame-i cihan’ız hem de zillullah-ı fil ard’ız” diyorsanız o zaman çıkın bunu açıkça söyleyin, en azından bu kadar dürüst olun, mert olun, cesur olun.

İslam’da ruhban sınıfı yoktur”. Yüz yıldır bunu diyenler bir taraftan da ruhbandan, engizisyondan beklenen ne varsa yaparlar. Adam hiç olmazsa rütbeler belirlemiş, ekümenik demiş, Papa demiş, kardinal demiş, engizisyon demiş, konsül demiş, kurumsallaştırmış, dürüstçe ruhban sınıfını ilan ve himaye etmiş. Sen ne yapmışsın? Aynı şeyleri üstü örtülü, kurumsallaştırmadan yapmışsın.

Bu aralar çok gündemde, yeni Papa’nın İznik’i ziyaret edecek olması. Bu malum kurul da bari İznik’te (illa ki vardır Diyanet’in orada bir binası) toplansın, tam tamına 1700 yıl önce İznik’te toplanıp İncil eleyen meşhur “İznik Konsülü” gibi, Kur’an meali elesin. Hiçbir değeri olmayan bu girişim en azından (olumsuz da olsa) sembolik bir değer kazansın bari.

Bir iddiada bulunayım: Bir tek Kur’an meali yoktur ki birileri onun için “İslam dininin temel nitelikleri açısından sakıncalı” olduğunu söylemesin. Ali Bulaç için de bunu diyeni bulursunuz, Edip Yüksel için de, Elmalılı için de, Tayyar Altıkulaç için de, Muhammed Esed için de, Süleyman Ateş için de. Açın bakın Taberi Tefsiri için kimler neler demiş, ya da kitaba bakmadan bu konuda saatlerce atıf ve alıntı yaparak konuşacak olan Mustafa Öztürk’ten dinleyin bugün “İslam dininin temel nitelikleri” saydığınız şeylerin bir zamanlar nasıl küfür sayılıp da “katli vaciptir” fetvalarına konu edildiğini. Mesela “Allah gökte değil, her yerdedir” diyenlerin başına neler gelmiş, nasıl mürted ilan edilmişler bir öğrenin. E, o çağda “İslam dininin temel nitelikleri” onlarmış demek ki. Bu çağın “Molla Kasım”ları kimdir, bilmem yazmaya gerek var mı?

 

Hatta daha da daraltayım itirazımı, iddiamı daha da yükselteyim: Aynı “kol”da olup da birbirlerinin meali için bunu demeyen bir akım, hizip yoktur.

Biraz daha daraltayım iddiamı, daha iddialı bir hale getireyim: Bırakın “İslam dininin temel nitelikleri, sakınca” gibi flu kelimeleri bir yana, Kur’an meali yayınlamış (mesela) bir Selefi’yi diğer Selefiler meali üzerinden “tekfir” ederler, bilenler bilir.

Bu birbirlerini tekfir eden meal yazarlarını konunun uzmanları tek tek sayarlar. Ne yapacaksınız şimdi? Her meal “temel nitelikleri, sakınca” kelimeleri bir yana “İslam akaidine” aykırıdır en az 1 başka meal yazarına göre. O da onun görüşü, madem ki İslam akaidine aykırı mealler toplanacaktır, o vatandaşın günahı kurul üyesi olmaması mıdır? Bu kurulda temsiliyet nasıl sağlanacaktır? Herkesin CİMER’e başvurabiliyor olması temsilde eşitliği sağlayacak mıdır? Hiç bu kalibrede sorular gelmiş midir acaba akıllarına? Sanmam.

İşin komiğini söyleyeyim, “İslam dininin temel nitelikleri açısından sakıncalı” olduğuna en fazla ittifak edilen meal Diyanet Vakfı’nın mealidir. Ne yapacaklar acaba, onu da imha edecekler mi, merak ediyorum.

Ve-şşef’i vel-vetr

Bu millet dergilerine resim koyarken insan figürü varsa üstüne bir çizik çeken yayınevleri gördü (böyle yapmayanları da eleştiriyorlardı), radyoya şeytan icadı, evine televizyon alan din adamına “boynuzlu şeyh” diyenleri gördü. Cahil vatandaşlardan söz etmiyorum, bu yönde çeşit çeşit “eağğlimm”lerin verdiği fetvalar hâlâ duruyor. Tabi hepsi çöp oldu bunların, hiçbir kıymeti kalmadı.

Bu “ileri görüşlülük” bahsini şuna bağlayacağım: Yıllarca “zikri biz indirdik, onu koruyacak olan da biziz” ayetindeki zikr (kitap) sözüyle kast edilenin mushaf (basılı sahifeler) değil, Kur’an metninin tamamı olduğunu söyleyenlere reddiyeler yazdınız, “hayır orada kastedilen o sahifelerdir” dediniz. “İyi de bak bu bir USB bellek, bunun içinde 150 değişik Kur’an meali var ve sahife değil” diyenlere cevap yetiştirdiniz. Ne oldu da, USB belleklerdeki, YouTube’daki, ‘bulut’taki o 1 ve 0’dan ibaret şeylerin meal olduğuna birden ikna oldunuz? Bir kez olsun yukarıdaki ayet-i kerime (dijital ve “digit” konuşulurken Edip Yüksel’in spontane biçimde zikretmesi gibi) bu anlamıyla aklınızı gıdıkladı mı?

 

Devamı >>>




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —