Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

Vefatının 65’inci Yılında Bediüzzaman’ın İlmî, Dinî ve Siyasi Köşe Taşları

Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi’nden Prof. Dr. Ahmet Yıldız, Yeni Asya gazetesi yazarı Misbah Eratilla ve Nûbihar dergisinden Muhyiddin Zınar, Bediüzzaman’ı perspektifonline'dan Naman Bakaç'a değerlendirdi.

Vefatının 65’inci Yılında Bediüzzaman’ın İlmî, Dinî ve Siyasi Köşe Taşları

Mülakat: Naman Bakaç

Osmanlı-Türkiye modernleşme sürecinin en önemli âlim, aydın, entelektüel ve aksiyoner şahsiyetlerinden biri olan Bediüzzaman, vefatının 65’inci yılı münasebetiyle çeşitli şekillerde anılmayı hak eden nadir ve nadide bir figürdür. Bediüzzaman’ı an(la)mak; salt bilgi ve imanî telakkiler açısından değil; toplumsal, siyasal ve tarihsel zaviyeden de bakmayı gerektiriyor. Hatta bu gereklilikle sınırlı tutulmayacak çapta ve evsafta olan zamanın Bedi’sini, bir adım öteye geçip, günümüz aktüel ve entelektüel meselelerine dönük bir işlevinin olup olmamasına da ışık tutmak kaçınılmaz olsa gerek. Zira siyasal, kültürel ve toplumsal kutuplaşmanın keskinleştiği bu tip ahval ve şeraitte, kültürel, barışçıl, entelektüel ve dinsel damarları güçlü figürlerin paradigmaları barışçıl bir role sahiptir.

Perspektif bu kapsamda; Bediüzzaman’ın cumhuriyet, demokrasi, geleneksel ve modernist istibdat rejimleri,  Kürt meselesi, kültürel ve kimliksel haklar, dindarlık, milliyetçilik, liberalizm, sekülerlik gibi fikrî, siyasi ve dinî meselelere bakış açılarını analiz etmek için Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi’nden Siyaset Bilimci ve Said Nursi’nin Düşünce Evreni isimli kitabı kaleme alan Prof. Dr. Ahmet Yıldız,  Bediüzzaman’ın Şark Yıldızları isimli kitabı olan Yeni Asya gazetesi yazarı Misbah Eratilla ve Said-Kürtlüğün Kayıp Risalesi isimli monografik esere imza atmış olan Nûbihar dergisinden araştırmacı-yazar Muhyiddin Zınar’ın görüşlerine başvurdu.

 

"BEDİÜZZAMAN, GELENEKSEL VE MODERN OTORİTE KAYNAKLARINI “İSTİBDAT” KARŞITLIĞI ÜZERİNDEN ELEŞTİRİR"

Prof. Dr. Ahmet Yıldız-Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi

Bediüzzaman, Osmanlı-Türkiye modernleşme sürecinin din, toplum ve devlet merkezli problemlerine, içinden çıktığı ve bir parçası olduğu Kürt toplum kesitine yansıma biçimi üzerinden şahit olan ve buradan hareketle geliştirdiği çözüm yaklaşımlarını olgunlaştırarak Osmanlı, İslam dünyası ve insanlık ölçeklerine uyarlayan Müslüman bir düşünür, aktivist ve mürşittir. İhya-ıslah ve tecdit eksenlerinde, skolastik dinî geleneği kritiğe tabi tutup Muhakemat isimli eserinde “saykal vururken”, ağa-şeyh ve devletin yerel bürokratik aygıtının temsil ettiği geleneksel ve modern otorite kaynaklarını “istibdat” karşıtlığı üzerinden eleştiriye tabi tutar.

Kısa süreli medrese eğitimi, onu medrese üzerinden yansıyan eğitimde modernleşme ihtiyacını, bilgide bütünselliği yakalayarak ve mektep-medrese-tekke üçlüsü üzerinden belirginleşen kurumsal bölünme ve çatışmayı, medrese çatısı altında bu gelenekleri birleştirerek hem kurumsal hem de epistemolojik bir yenilenmeyi önermeye götürür. 19’uncu yüzyılın ikinci yarısından itibaren çatışmacı bir karakter kazanan Kürt ve Ermeni toplumları arasındaki ilişkiler üzerinden geleneksel Kürt toplumundaki problemleri ve Meşrutiyet’in ilanı ile Abdülhamid’in tahttan indirilmesinin yol açtığı istifhamları her kesimden Kürt ile Münazarat isimli eserinde tartışır. Abdülhamid’in Rus yayılmacılığı ve Ermeni milliyetçiliğine karşı Kürt aşiretlerinden oluşturduğu Hamidiye Alaylarını güce dayalı keyfiliği yaygınlaştırma aracı olarak eleştirirken, Kürt toplumunda Türkçe ve Kürtçeye dayalı okur-yazarlığın artırılması açısından bir imkân olarak görür.

 

ABDÜLHAMİD’İN DESPOTİK MODERNLEŞME ANLAYIŞI İLE MEŞRUTİYET’İN İTTİHATÇI KADROLARLA YENİ BİR DESPOTİZMİ ARAÇSALLAŞTIRMASINA MUHALEFET EDER

Eğitimsizlik, anomi ve toplumsal çatışma ile ekonomik geriliğin karakterize ettiği problemleri gidermeye dönük olarak hem bilişsel hem de normatif bir çerçeve geliştirir. Eğitimde skolastisizmi eleştirirken, yeni bilimlerin pozitivist bir okuma üzerinden materyalizmin yaygınlaşmasına aracılık etmesi karşısında daha sonra “mânâ-yı harfî” olarak adlandıracağı, insanı ve varlığı sadece zihin ve bedenin aracılık ettiği “mülk” âlemi üzerinden değil kalp, ruh ve sır gibi manevi latifelerin işaret ettiği “melekut/gayb” âlemine uzanan bilişsel ve ahlaki bir bütünsellik üzerinden ele alır. Bunun için, tarih, toplum ve tabiatı ilahi isimlerin tecelli biçimleri olarak melekuti bir okumaya tabi tutar, “mülk/şehadet” âlemindeki nedenselliği “ilahi yaratılış tarzı” olarak görür. Bu epistemik çerçevenin kurumsal bir tezahürü olan Medreset’üz Zehra tasavvurunun Kürdistan’daki şubelerini kurmak için gerekli finansmanı sağlama arzusu, onu 1907’de İstanbul’a götüren ana saiktir. 

Abdülhamid’in otoriter-despotik modernleşme anlayışına ve bu anlayışın epistemik parçalanmaya dayalı aczinin ürettiği manevi bunalıma itiraz eden tutumu karşısında istibdat yönetiminin tek yapabildiği onun akıl sağlığından şüphe etmektir. Bediüzzaman, tarihin kaydettiği en önemli “hürriyetçi” aktivistlerden biridir. Abdülhamid’in despotik ve bilişsel-normatif bir çerçeveden yoksun modernleşme anlayışına itiraz ettiği gibi, büyük destek verdiği Meşrutiyet idaresinin ideallerinin İttihatçı kadronun elinde yeni ve daha şiddetli bir despotizm için araçsallaştırılmasına da muhalefet eder. Adalet, meşveret ve hukuk devleti idealleri üzerinden tanımladığı ve desteklediği Meşrutiyet ve Cumhuriyet rejimleri altında ortaya çıkan otoriterizmi, istibdadın yeni biçimleri olarak görür ve reddeder. Bu yüzden Abdülhamid’le anlaşamadığı gibi, İttihatçılarla da Kemalistlerle de anlaşamaz.

 

KÜRT TOPLUMUNU ETNİK BİR KİMLİK VE KÜLTÜR OLARAK ÇOK SEVER ANCAK KÜRT ETNİK AİDİYETİNİN MİLLİYETÇİLİK ÜZERİNDEN SİYASALLAŞMASINA MESAFELİ DURUR

Korkunun elinden tutamadığı, ölüm dışında hiçbir şeyle korkutulamayan, ölümü de “Nevruz” olarak gören bu serazadlık karşısında İttihatçı-Kemalist obskürantizmin tek yapabildiği, onu her şeyden çok değer verdiği hürriyetinden yoksun bırakmak, toplumsal hayattan izole etmek ve sürekli sürgünde tutmaktır. Gandhi’nin “Dhoti”si ve sandaleti gibi, üzerindeki kırk yamalı cübbesi, seccadesi, abdest ibriği, tesbihi ve çaydanlığı dışında geride hiçbir dünyalık bırakmayan, sıradan çiftçi bir ailenin çocuğu olarak Bediüzzaman, içinden çıktığı Kürt toplumunu etnik bir kültür ve kimlik olarak çok sever. Eleştirisinin şiddeti, bu sevginin derecesini yansıtır. Geleneksel Kürt kıyafeti, tesbihi, hançeri, çizmesi, şal u şepiği ile her ortama bu kimlik ve kültürü taşır. Kürtçe sohbete düşkünlüğü ile bilinir. Bununla birlikte Kürt etnik aidiyetini aşiret vb. parokiyal bağlanmalardan kurtularak bir üst aidiyete taşımanın vesilesi olarak görürken, bu aidiyetin milliyetçilik üzerinden siyasallaşmasına mesafeli durur. Her etnik kimlik milliyetçilik temelinde siyasallaşmak zorunda değildir ve bu ona bir nakisa de getirmez. Bu yüzden devletin Türk milliyetçi kimliğinin siyasi taazzuvu hâline dönüşmesine ve bunun üzerinden Kürt kimlik ve kültürünün ademe mahkûm edilmesine, aşağılanmasına ve zora dayalı asimilasyonun konusu yapılmasına hiçbir dönemde onay vermez. 

 

1924’TEN İTİBAREN BEDİÜZZAMAN, MÜSLÜMAN BİR KÜRT DÜŞÜNÜRÜ VE AKTİVİSTİ OLMA NİTELİKLERİNİ İKİNCİLLEŞTİRİR

1924’ten itibaren Bediüzzaman, Müslüman bir Kürt düşünürü ve aktivisti olma niteliklerini ikincilleştirecek yeni bir döneme adım atarken, konuştuğu “dil” değişir. Öğrencileri onu dinlerken anlamakta zorlanır. Kıyafeti de değişir ve sürgün dönemiyle birlikte Risale metinleri ortaya çıkmaya başlar. Kendi deyimiyle, “medrese içinden çıkan, ilim içinde hakikate yol açan ve tasavvufu lafızlarına lüb yapan” bu metinler onun tüm insanlığa mirası olarak görülmelidir. 1940’lardan itibaren oluşmaya başlayan Nurculuk hareketi bu metinlerle “talebelik” ilişkisi kursa da, bu metinler tüm Müslümanların ve ilgi duyan diğer insanların yararlanması gereken metinlerdir. Nasıl ki Marks’ın Kapitalizm kritiği sadece ismi etrafında gelişen hareketlerin tekelinde olmayıp ekonomi politiğin en önemli metinlerinden biri ise, Risaleler de dijital çağın ve yapay zekâ devriminin sağlayacağı araçlarla artık her kesimden insanın etkileşebileceği metinler hâline dönüşme sürecindedir. Metinlerinin çok anlamlılığa imkân veren karakterinin geçmişte ve bugün çeşitli kültler tarafından kullanışlı bir araçsallığa konu edilmesi de yapay zekâ devriminin sağlayacağı şeffaflık ve erişilebilirlikle ifşa edilebilecektir.  

 

HÜRRİYET, ADALET VE BARIŞI LİBERALLERİN TEKELİNDEN ÇIKARIP, KENDİ ÖĞRETİ VE PRATİĞİNİN MERKEZİNE TAŞIR

Allah’a kul olmayı insanlara karşı hür olabilmenin ahlaki zemini olarak gören, hürriyet, adalet ve barışı liberallerin tekelinden çıkarıp kendi öğreti ve pratiğinin merkezine taşıyan Bediüzzaman, sadece vefat yıldönümünde, sadece TRT Kürdi’de, sadece araçsal bir bakışla değil, fikir ve kültür hayatımızın en seçkin değerlerinden biri olarak her zeminde hatırlanmaya layıktır. İslamcı ve laikçi kesimlerin Bediüzzaman’ı yokluğa mahkûm etme eğiliminde birleşmesi, düşünce hayatımızın ahlaki çoraklığının, pozisyonel karakterinin ve eleştirel bakış yokluğunun somutlaştığı örneklerden biridir.

 

"BEDİÜZZAMAN, DOĞRU BİLDİĞİ YOLDA TIMARHANEYE, İDAM SEHPASINA VE SIKIYÖNETİM MAHKEMESİNE DÜŞMEKTEN GERİ DURMADI"

Misbah Eratilla-Yeni Asya Gazetesi Yazarı

Düşünceler ve düşünce adamları çağlara sığmaz. Zifiri karanlıklarda ve korkunun beyinleri felç ettiği zamanlarda ortaya çıkarlar. Düşünceleri şimşek gibi karanlığı deler. Cesaretleriyle susturulmuş kitlelere hayat olur. Çağların ardında bile sesleri duyulur. Böylesi şahsiyetler, cesaretleriyle tüm baskıları güneşin buzu erittiği gibi yok ederler. Bediüzzaman, bu vasıfları haiz ve bu halleri karşılayan bir düşünür ve irşat abidesidir. 

Bediüzzaman, eğitime başladığı ilk günden itibaren özgürlüğünü ve iradesini kimseye teslim etmeyen bir şahsiyetti. Eğitime başladığı medreselerin kimi uygulamalarını eleştirirken çözüm önerilerini sunmaktan da geri durmayan bir yaklaşıma sahipti. Bu çözüm önerilerini sultana kadar taşımayı bildi. Doğru bildiğini en gür sedayla seslendirdi. Bu açık yürekliliği ve cesaretiyle “hakkın hatırı alidir hiçbir hatıra feda edilmez” ilkesini, hayatının sonuna kadar sadık kalmayı bilen bir aksiyon adamı olarak tebarüz etti. Doğru bildiği yolda ilerlerken yolunun tımarhaneye, hapishaneye, idam sehpasına ve sıkıyönetim mahkemesine düşmesi, sadece cesaretini değil düşünce ile eylemindeki tutarlılığı da yansıtır.  

İstanbul Şekerci Hanı’ndaki oda kapısında “Her soruya cevap verilir, fakat soru sorulmaz”  diye meydan okuma cesaretini gösterecek kadar büyük bir özgüven sahibiydi. Câmiü’l-Ezher’in Reis-i Uleması Şeyh Bahîd; Osmanlı ve Avrupa’nın gidişatı ve ileride nasıl bir duruma geleceği ile ilgili Bediüzzaman’a bir soru sorduğunda, Bediüzzaman şöyle karşılık verir:  “Osmanlı hükûmeti Avrupa ile hâmiledir; Avrupa gibi bir hükûmeti doğuracak. Avrupa da İslamiyet’e hâmiledir; o da bir İslâm devleti doğuracak.” Şeyh Bahid ise şunu demekle yetinir: “Ben de tasdik ediyorum.”

 

BÖLGENİN KURTULUŞ REÇETESİ OLAN MEDRESET’ÜZ-ZEHRA PROJESİNİ ÖMRÜNÜN SONUNA KADAR SAVUNDU

Bediüzzaman meşrutiyetin ilanına sahip çıkan bir aydındı. Çıkan olaylarda yatıştırıcı bir rol oynadı ancak hiçbir zaman herhangi bir meselede asla nemelazımcılığı oynamadı. İstanbul’dan Van’a döndüğünde, aşiretler arasında çıkan problemleri barışla sonuçlandırmak için çok çaba sarfetti. Meşrutiyetle ilgili sorulara verdiği cevapları Münazarat kitabında toplayarak, toplumsal meselelere olan bakışını sergiledi. Bölgenin kurtuluş reçetesi olan Medreset’üz Zehra projesini ömrünün sonuna kadar savunmayı bilen heveskâr bir mürşit idi. 

Bediüzzaman’ın İstanbul’da yapıp-eyledikleri Şam’da çok ses getirince, Şam uleması tarafından Şam’a davet edildi ve burada verdiği hutbede -ki Hutbe-i Şâmiye olarak basıldı-İslam dünyasının içinde bulunduğu sorunları ve çözüm yollarını veciz bir şekilde anlatır. O gün okuduğu hutbedeki maddeler bugünde tazeliğini korumaktadır.

Hutbede; Avrupa’nın ilerlemesi ve Müslümanların geri kalmasını altı madde ya da altı hastalıktan ibaret görür. Bunlar; ümitsizlik, doğruluğun kalkması, düşmanca davranmayı sevmek, birlik ve beraberliğimizi sağlayan manevi bağları bilmemek, istibdat, şahsî menfaatini düşünme olarak dillendirir.

 

YILMADAN YAZMAYA VE MÜCADELE DEVAM EDEN BEDİÜZZAMAN’I, HASIMLARI 23 DEFA ZEHİRLEMİŞTİR

Bediüzzaman, tüm bu hastalıklara karşın, toplumun imanını kurtarmak adına yoğun bir yazma sürecine girer. Kitaplarının gönüllerle buluşması için kendi posta sistemini kurar. Matbaalarda risale baskısının yasak olduğu dönemlerde, elle 600 bin nüshaya risale yazdırır ve kurduğu posta sistemiyle Risale-i Nurları ihtiyaç sahiplerine ulaştırır. Bu dönemde gözaltı ve sürgünleri hem kendi hem de talebeleri yaşar. İlk Eskişehir, sonra Denizli, ardından Afyon cezaevlerinde tutuklu kalır. Tüm zor şartlara rağmen risaleleri yazmaktan ve dağıtmaktan vazgeçmez. 

Yılmadan yazmaya, mücadele etmeye devam eden Bediüzzaman’ı, hasımları 23 defa zehirlemesine rağmen pes etmez, yılmaz. Zulme rağmen toplumun imanını selamette gördüğü için asla ümitsizliğe düşmedi, korkuya kapılmadı. Tüm olumsuzluklara rağmen en karanlık dönemlerde: “Ne yapayım, acele ettim, kışta geldim; sizler cennet-âsâ bir baharda geleceksiniz. Şimdi ekilen nur tohumları, zemininizde çiçek açacaktır” diyerek, “Ümit var olunuz. Şu istikbal inkılâbı içinde, en yüksek gür sada İslâmın sadası olacaktır!” sözüyle de ümitleri tazeleyen bir mümin azmi ve tevekkülünü, sevenlerine ve takipçilerine vasiyet gibi bırakmayı da bildi.

 

"HÜRRİYET, BEDİÜZZAMAN’A GÖRE, BÜYÜK İNSANLIK VE HAKİKATE ULAŞMANIN ONTOLOJİK KOŞULUDUR"

Muhyiddin Zınar-Araştırmacı, Nûbihar Dergisi Yazarı

Said-i Nursi (1873–1960), Osmanlı-Türkiye modernleşmesinin kritik eşiklerine hem tanıklık etmiş hem de bu süreçlere entelektüel ve politik müdahalelerde bulunmuş bir figürdür. İstibdat dönemi, Meşrutiyet’in ilanı, tek partili rejim ve çok partili hayata geçiş gibi kırılma anları, onun hem düşünsel üretimini hem de mücadele pratiğini şekillendirmiştir. Nursi’nin hayatında düşünsel ve politik süreçler iç içe geçmiştir. İnşa ettiği dinî düşüncenin seyrinde sürekli bir tekâmül gözlenirken, toplumsala dair etik ve politik tutumu istikrarını hep korumuştur.

Nursi’ye göre dindarlık, imanla tahkim edilmiş bireysel bir maneviyat olmanın ötesinde, istibdattan arındırılmış bir toplumsal yapının inşasına yönelik kolektif bir sorumluluktur. Bu anlayış, İslam’ın ezmeyi ve ezilmeyi, sömürmeyi ve sömürülmeyi reddeden imanî, hukuki ve ahlaki özüne dayanır. Onun “hürriyet” ve “istibdat” anlayışı, geçici siyasal figürlerden ziyade, derinlemesine kökleşmiş toplumsal yapıları işaret eder. Hürriyet, Bediüzzaman’a göre, büyük insanlık ve hakikate ulaşmanın ontolojik koşuludur. İstibdat ise yalnızca baskıcı bir siyasal iktidarı değil; kültürü, üretim ilişkilerini, bilgi üretimini ve düşünce biçimlerini kuşatan çok katmanlı bir tahakküm modelini ifade eder. 

 

BEDİÜZZAMAN, BİREYSEL VE KOLEKTİF HAKLARI TEMİNAT ALTINA ALAN BİR CUMHURİYETLER CUMHURİYETİ FİKRİNE ULAŞIR

Bu bağlamda Nursi, istibdadın farklı formlarıyla mücadele eden ve ezilenlerin pedagogluğunu üstlenen eğitsel ve politik bir misyon benimsemiştir. Siyasal istibdada karşı olduğu kadar, ilmî istibdada da açık bir muhalif olarak konumlanır. Taklit, taassup, önyargı, retorikten ibaret propaganda, safsata, tahkik ve fazilet yerine tahkir yoluyla erdemin inşa edilmesi gibi bilişsel patolojiler, onun nazarında “ilmi istibdat”ın tezahürleridir. Bu tür hastalıklı zeminlerde üretilen bilgi ve düşünce, hakikatin değil, iktidarın yeniden üretimidir. Nursi’nin muhalefeti, sadece iktidar biçimlerine değil, aynı zamanda bu iktidarların kurduğu etnik, sınıfsal, epistemik, ekonomik ve kültürel tahakkümlere yöneliktir.

Nursi’nin siyasal tahayyülü, mutlak istibdadın kurumsallaştığı tek parti rejiminin biçimsel cumhuriyet anlayışından farklı olarak, hürriyetin, hukuki eşitliğin ve toplumsal meşruiyetin esas alındığı gerçek bir cumhuriyet anlayışına dayanır. Bu çerçevede, bireysel hakların ötesine geçerek kolektif hakları da teminat altına alan bir cumhuriyetler cumhuriyeti fikrine ulaşır. Bu anlayış, tek uluslu devlet modeline karşı çıkarak halkların özgün kimliklerini koruyarak, ittifak içinde varlıklarını sürdürebilecekleri cemahir-i müttefika gibi âdem-i merkeziyetçi bir sistemi savunur. Onun cumhuriyetçiliği, Türkiye’nin cumhuriyet tarihinden çok daha eskidir.

Bugün, milliyetçilik, demokrasi, âdem-i merkeziyetçilik, Kürt meselesi, azınlıkların temsiliyeti, sınıfsal çatışmalar gibi süregelen tartışmalarda, Said-i Nursi’nin düşünsel mirası, zengin kavramsal olanaklar ve yenilikçi açılımlar sunma potansiyeline sahip güçlü bir kaynak teşkil etmektedir.

 

RİSALE-İ NUR TEOLOJİSİ, KUR’AN’A KÖK SALMIŞ BİR TEOLOJİDİR

Bu düşünsel ve politik hattın arkasında, Nursi’nin entelektüel altyapısını şekillendiren ilmî seyrine de göz atmak faydalı olacaktır. Şüphesiz Nursi’nin politik rolünden önce gelen yönü, âlimliği ve mütefekkirliğidir. Onun ilmî seyri; geleneksel bilginin analizi, sentezi ve özetlenmesiyle birlikte bilim ile din arasındaki buluşma zeminlerinin keşfiyle ilk meyvelerini vermiştir. Mantık, belâgat, felsefe gibi alanlarda derinleşen Bediüzzaman, içinde yetiştiği ilmî kurumları yapısöküme uğratarak yeni bir epistemolojinin kapılarını aralamıştır. Nur Risaleleriyle tefekkür ehline kelamî bir tefsir ve tefsirî bir kelam sunmuştur. Bu eserlerle Kur’an’ın evrensel mesajlarını, “hakikat tefsiri” olarak adlandırılan bir zeminde yeniden yorumlamış ve kelam ilmine yeni deliller kazandırmıştır. Risale-i Nur teolojisi, Kur’an’a kök salmış bir teolojidir. Onun kaynakları arasında Kitap, risalet, kâinat ve insan vardır. “Kur’anî menhec” olarak tarif edilen bu yol, günümüz lafızcı ve antitarihçi sığlığını çağrıştırmaz.

Onun kelam anlayışı, Gazali gibi klasik kelamcıların eserlerinden; muhatap aldığı düşünsel yapı ve yöneltilen itirazların mahiyeti bakımından ayrılır. Nursi’nin hesaplaştığı felsefi paradigmalar, klasik Aristotelesçi metafizikten ziyade, Kant, Hume, Comte ve Nietzsche gibi modern Batı düşünürlerinin temsil ettiği anlayışlardır. Bu düşünürlerin savunduğu pozitivist, natüralist ve varoluşçu yaklaşımlara karşılık olarak Nursi, materyalist felsefeye yalnızca rasyonel değil; aynı zamanda metafizik, estetik ve ahlaki düzlemlerde de güçlü argümanlarla cevap vermiştir.

Nursi, geleneği öz ve kabuk ayırımına tabi tutabilen, zamanın ruhunu kavrayabilen ve modernite-gelenek kritikleri yapabilen nitelikli bir ulema eksikliğinin farkındadır. Geleneğin içine düştüğü modern epistemolojik krizi geçmişle ve rivayetle hesaplaşmak üzerinden değil; geleceğin ihtiyaç duyulan âlim profilini inşa ederek aşmaya çalışır. Ona göre dinî düşüncede ortaya çıkan bu yeni krizin adı anlam krizidir. Nursi, bu anlam krizini; lafızperestlik, yüzeysellik, alışkanlığın bilgi zannedilmesi, anlamların nefsü’l-emirdeki bağlamından koparılarak mutlaklaştırılması ve meşrebin mizaçtan teşerrüb etmesi gibi kavramsal belirlemelerle açıklar. Baudrillard’ın ifadesiyle “hakikati gizleyen değil, hakikatin yokluğunu gizleyen” imajların anlamla oyun oynadığı bir çağda, Nursi’nin bu krize dair uyarıları çok daha yakıcı hâle gelmektedir.

Bediüzzaman, ilmi, muhteva açısından hiyerarşik bir anlamsal yapı olarak görürken, ona ulaşma sürecini özne ve kullanıcı açısından kolektifleştirir. Ona göre ilim, ifade edenin ve istifade edenin ortak duasıdır. Bu nedenle bilgiyi ve hakikati, enaniyetin ve mülkiyetin meselesi olmaktan çıkararak paylaşımcı ve özgün bir bilgi anlayışı geliştirmiştir.

 

BEDİÜZZAMAN’IN İSTİBDADLA YÜZLEŞEN ENTELEKTÜEL DURUŞU, BİLGİ TEKELLERİNE VE SEKÜLER MUTLAKİYETÇİLİĞE DE YÖNELTİLMİŞ BİR ELEŞTİRİDİR

Said-i Nursi’nin düşünsel mirası yalnızca bir âlim ya da mütefekkirin bireysel çabası olarak değil; modernleşmenin yol açtığı kırılmalar karşısında İslami düşüncenin yeniden inşa çabası olarak okunmalıdır. Onun kelamı, hem gelenekten süzülmüş hikmeti hem de çağının sorularıyla yüzleşme cesaretini taşır. İstibdadın farklı yüzleriyle hesaplaşan bu entelektüel duruş, yalnızca geçmişin baskıcı sistemlerine değil; günümüzün bilgi tekellerine, anlam boşluklarına ve seküler mutlakiyetçiliğine de yöneltilmiş çok katmanlı bir eleştiridir. Nursi’nin ilmî ve ahlaki perspektifleri, bugün de yeni sorular ve krizlerle birlikte ortaya çıkan imkânlara ışık tutarak önemini korumaktadır.

 

Kaynak: perspektif.online



Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

HABERLER