Her yazar, düşünür ve şair bir anlamda içsel bir yolculuğun maratoncusudur. Bu yolculukta İyi bir maratoncu olabilmek için ise sürekli idman gerekir. Zaman zaman da nefes almak, dinlenmek ve farklı uğraşlarla bedeni ve de zihni rahatlatmak… İşte bu nedenle her yazar, düşünür, şair zaman zaman yüreğinin ta içinde biriken acıları, ızdırapları, sevinçleri, hüzünleri açıkyüreklilikle okuyucularıyla paylaşır. Bir bakıma duygusal bir yolculuk yapar okuyucunun içine doğru. Bazen de içinde bulunduğu halet-i ruhiyeyi açıklarcasına gizli gibi görünen bazı gerçekleri itiraf etmeden alamaz kendini.
Vefatının 50. Yılında (Ö:10 Temmuz 1975) yirminci asrın önemli fikir ve hareket felsefecisi merhum Nurettin Topçu’nun eserlerini karıştırırken böyle bir hisse kapıldım. Özellikle de Var Olmak isimli eserine göz gezdirirken… Topçu sanki son derece samimi ve de akıcı bir üslupla içinde birikenleri açık yüreklilikle dostlarıyla paylaşmış.
Bu duygusal makaleler sanki biraz da hayatı ahlak dersi vermekle geçmiş mutasavvıf bir “ideal” ve “mesuliyet” adamının düşünce dünyasının arka planı gibidir. Zaten Türk düşünce hayatının vazgeçilmez entelektüeli olan Topçu felsefesinin merkezinde ahlak, isyan, hareket ve irade gibi önemli kavramların yer aldığını görüyoruz.
Biz de vefatının 50. Yılında merhum Topçu’nun düşünce dünyasını şekillendiren bu önemli kavramlar üzerinden onu anmaya ve de anlamaya çalışacağız.
Hareket Ediyorum O Halde Varım
Topçu’ya göre varlık; düşünce ve hareketle sonsuzluğa doğru bir yönelmedir. Durağanlık yokluğa, hareket ise varlığa işarettir. İnsan, eylemde bulunarak ve düşüncesini harekete geçirerek var olur. Bu nedenle onun düşüncesinde hareket, sadece fiziksel bir eylem değil, metafizik bir yöneliştir de aynı zamanda. Topçu ‘hareket’ ile ilgili bu düşüncelerini 1928–1934 yılları arasında Fransa’da kaldığı dönemde kendisiyle mektuplaştığı Mourice Blondel’e borçludur.
Topçu hareket felsefesinden kalkışla hayatını sadece maddeye adayan, sorgulamayan, konforuna teslim olmuş, iradesini başkalarına devretmiş bireyleri var olmuş saymaz. Çünkü bu tür insanlar yaşarlar ama var olmazlar.
Topçu’nun varlık anlayışı, klasik Batı felsefesindeki rasyonalist varlık tasavvurlarını aşan, daha bütüncül ve mistik bir yaklaşımdır. Descartes’ın “Düşünüyorum, öyleyse varım” önermesini, “Hareket ediyorum, düşünüyorum, birliği seviyorum, o halde varım” (1) diyerek aşar. Bu tanımda sadece aklî varlık değil; sevgi, birlik ve eylem de temel öğelerdir.
Hikâye ve roman tarzı yazı ve çalışmaları da olan mütefekkirin böylece duygusal, sürükleyici ve ruh yapısını ortaya koyan yönüne de şahit oluyoruz bu makalelerinde. Seçilen konu başlıkları bile bu içtenlik, samimiyet ve duygusallığı ele veriyor: Gözyaşları, çile, rahmet kapısı, ilahi neşve, aşkın halleri…
Topçu için aşk ise sadece duygusal bir durum değil; varlığın ilahî kökenine yönelme halidir. Aşk olmadan hareket olmaz; hareket olmadan da varlık oluşmaz. Aynı şekilde iman, insana varlığının kaynağını ve yönünü gösteren bir ışıktır.
“İman, varlığın aşk ile birleşmesi; hareket ise onun hayattaki şeklidir.”
Topçu’da “var olmak”, sadece fiziki dünyada bulunmak değil, iradesiyle hareket eden, Allah’a yönelen, aşk ve imanla dolu bir benlik inşa etmektir.
Allah En Büyük İradedir
Topçu, çağdaş dünyanın insanını; pasif, edilgen, konformist bir varlık olarak değil, içsel iradesiyle ilâhî kudrete yönelen aktif bir özne olarak görür. Bu bağlamda onun çağrısı; tekrar dirilen bir irade bilincine ulaşmak, kendi benliğini aşkın bir varlıkla bütünleştirmek üzerinedir.
Topçu’nun 1960’lı yıllarda “Zamanımızın meselesi irade meselesidir.” tespiti bu yönüyle önemlidir.
Bu nedenle Topçu’ya göre varlık, ancak irade ile anlam kazanır. Bu irade, insanın kendi başına sahip olduğu bir kudret değildir; bilakis, ilâhî iradeye iştirak hâlidir. Topçu bu noktada açıkça ifade eder:
“Allah en büyük iradedir.” (2)
Bu tanım, insan iradesinin kaynağını belirleyen metafizik bir çerçevedir. Aslında Topçu, İslâm düşüncesindeki küllî-cüz’î irade ayrımını yapay bulur. İrade, âleme yayılmış olan evrensel kudretin insandaki tezahürüdür. Dolayısıyla insana düşen görev, bu evrensel iradeye iştirak etmek ve onunla bütünleşmektir. Topçu’nun ifadesiyle:
“Biz damarlarımızdan sızan iradeyi kendi eserimiz sanmakla yanılıyoruz. Hakikatte irade birdir. O istek halinde âleme yaygın kudretin bizdeki adıdır. Aslında kendi kendini isteme halindeki varlığın adı olan bu evrensel iradeyi biz sadece iştirak halinde yaşıyoruz. İslam dünyasının külli irade, cüz-i irade ayırımı suni’dir. Benliğimizde barınan iradeyi âlemin iradesinden, daha şahsi ve tam adıyla Allah’ın iradesinden ayırıp onunkine denk bir kudret gibi düşünmek, zavallı insanlığımızın aczinden fışkıran bir kabirden başka bir şey değildir. Hakikatte çarpışan kudretler yok; insanın sefaletleri ile ölçülemeyecek kadar büyük, âleme yaygın bir irade ile bizim ona iştirak eden ruh yapımız vardır. Bu iştirakin anlaşıldığı yerde insan şuur kazanıyor. Yolumuz aydınlanıyor. Kurtuluş yolu diye, insan olan varlığımızı sefaletleri ile birlikte mutlak samimiyet olan ilahi iradeye ulaştırıp onunla birleştiren hareketler sistemine diyoruz.”( 2)
Nurettin Topçu’nun üzerinde ısrarla durduğu; insanın iradesini sonsuzlukta mutlak irade ile birleştiği ve sonsuzlaştığı tezidir. Yüksek sesle bu sonsuzluk iradesinin kaybolmaya başladığını haykıran Topçu, asıl olanın yeniden bu irade şuuruna kavuşmamız gerektiğidir. 1960’lı yıllarda; “zamanımızın meselesi irade meselesidir.” tespitinin hala geçerliliğini ve önemini koruduğunu vurgulamakta fayda var.
Topçu, iradenin kendi kendine yetersizliğinden ötürü olsa gerek imanı, Mutlak Bir’de aramaya yönelir. Ve hareketi imanda kendi kendini tamamlamaya çalışır ki, Topçu bunu, benliğin bütünlüğe duyduğu bir özlem olarak algılar. Yine ona göre irade, ilk başlarda her şeyi tabiatta denedi, ancak zamanla bunun yetersiz olduğunu anladı ve yeterince tatmin olmadı.
Bu durumun neticesindedir ki; Blondel’in tespitiyle; “…bütün zahiri tatminleri aşan irade, sonra kendisini daha derin bir boşluk karşısında” bulmuştur.
Bu yönüyle Topçu, bireydeki iradeye yoğunlaştırıyor bizi. Çünkü iradenin en önemli davası budur. Hareket felsefesinde de bariz bir şekilde anlaşılacağı gibi, iradeyi; duygularımızın cemiyet ve tabiattaki hadiselere verdiği tepki, akis olarak ele alabiliriz. “Yani dış dünyaya karşı koyduğumuz içsel kuvvet”…
Bu anlamıyla dış dünyaya karşı her insanın vereceği cevap farklı farklı olduğundan, her insanda farklı derecelerde bir irade vardır diyebiliriz. Aynı olaylara karşı her insan aynı cevabı vermez. Yine bu yönüyle Gandi ve Hallac-ı Mansur’un iradeleriyle bizim irademiz aynı değildir şüphesiz. Ama hepsinin farklı dereceleri olsa da ortak payda iradedir.
Dış dünyaya karşı duyuşlarımız bir harp meydanı gibidir. Ruhumuz farklı tepkilerle bu muharebe meydanında ya çarpışır, ya teslim olur veya müzakere imzalar. Bu da, ya iradenin zaferi veya mağlubiyetiyle sonuçlanır. Nurettin Topçu’ya göre olması gereken; harbi devam ettirmektir. O sulhu, mağlubiyet olarak görür ve; “Hayatta barışmayan ve kendi ruhunun tabii izlerinde yürüyerek dışarıdan aldığı doğrularla çarpışmayı kabul eden irade adamları bize yol göstereceklerdir.” der.
Topçu’nun irade felsefesi, ıstırapla derin bir bağ içerisindedir. Ona göre, ıstırapsız irade ve dolayısıyla hareket mümkün değildir. Oskar Wilde’ın “Dünyalar ızdırapla kurulmuştur” sözüne atıfta bulunarak, bu ıstırabın insanlık tarihindeki yaratıcı gücüne dikkat çeker. Çünkü; “Millet mistikleri, büyük muzdariplerdir… Onların aşk haline gelen zevkleri, milletlerin ızdırabını muzdarip yaşayışlarıyla hemahenk hale getirmektedir.” (3)
Izdırap, aşkın ve hareketin doğuş kaynağıdır. Bu anlamda peygamberler, mütefekkirler ve büyük önderler; ıstırapla yoğrulmuş ruhların temsilcileridir.
Allah’sız İnsandan Allah’lı İnsana
Nurettin Topçu, ahlakta iradeyi ise; ‘isyan ahlakı’ ile ifade etmiştir. Buradaki irade mevcut nizama, gidişata isyan ederek mükemmele, sonsuza, ilahi olana ulaşmaktır. Yani; sonsuzlukta Allah’a iştiraktir söz konusu olan.
Bu nedenledir ki Topçu’nun isyanı; insanı mutluluğa, mükemmelliğe giden yolda karşısına çıkan engellere karşı koyma esasına dayanır. Bu yönüyle İsyan Ahlakı; “iradenin sonsuza ulaşmak gayesiyle her çeşit menfaat ve tutkuya sonlu olan iyilik ve mutluluğa dahi başkaldıran sorumluluk idealidir.”
Yine Topçu’ya göre; “bir hareket ancak kendinden daha üstün bir düzene yönelirse”, isyan adını alır. Onun isyanı; Hallac-ı Mansur’un mistik isyanı gibidir bir bakıma. Bu isyan; insanın iradesinin Allah’ın iradesinde kaybolmasıdır. Bu anlamda isyanın onda bir bakıma mutasavvıfın tavrı olarak ele alındığını da görürüz.
Topçu’ya göre hareket ise iyilikten doğar, ya da onun tabiriyle; “hareket iyiliktir” ve “evrensel nizamın dışında gerçek ahlaklılık yoktur.”
Topçu, sık sık bütün hareketlerin düzenleyicisi olan evrensel bilgilerin iradeyi araştırmanın peşinde olduğu ve ahlaki kaderciliğe yol açan düşüncelerin kendilerini isyana sevk ettiğini vurgular.
İsyan Ahlakı eserinin girişinde; “ahlak meselesinin merkezine sorumluluk kavramını koyuyoruz.” diyerek, aslında sorumluluğun düşünme faaliyeti doğurduğunu ve bu düşünme faaliyeti sonucu insanın yapacağı hareketler karşısında kendini daha sorumlu hissettiğini anlatmak ister.
Kısaca Topçu’nun “isyan ahlakı” kavramı, modern anlamda bir başkaldırı değil, insanın kendi nefsi arzularına ve bencil eğilimlerine karşı bir nevi direnişidir.
O nedenle Topçu:
“İnsanın isyanı her şeyden önce kendi tabiatına karşı, kendi iç kuvvetlerine, dar ve bencil arzularına karşı isyandır.” (4) der.
Hallâc-ı Mansur, varlığın birliğini savunarak isyan etti. Mevlânâ, aşkın ve vecdin isyanını yaşadı. Hz. Peygamber, cahiliye düzenine karşı ahlak ve vahiy temelli bir isyan gerçekleştirdi. Yine Gandhi, Sokrat da benzer isyanlarda bulundu.
Görüldüğü gibi bu isyan, bireyi Allah’ın iradesiyle birleştirerek yüceleştirir ve onu sadece toplum için değil, kendisi için de bir ahlak ve anlam varlığına dönüştürür aynı zamanda.
Bu nedenle söz konusu isyan hem birey hem de toplum için bir kurtuluş hareketidir. Ancak bu hareket, yerleşik düzene alternatif bir sistem ortaya koyabiliyorsa meşrudur. Aksi hâlde isyan, sadece kargaşadır. Bu yönüyle isyan, içerisinde ahlaki bir yönelimi, ruhsal bir direnişi ve metafizik bir amacı barındırır. Nihai hedef, Allah’sız insandan Allah’lı insana geçiştir.
Netice
Nurettin Topçu, düşünce dünyamızda özgün ve yerli bir metafizik kurma çabasıyla öne çıkan ender düşünürlerden biridir. Onun “hareket felsefesi” ve “isyan ahlakı” sadece bireysel bir etik değil, aynı zamanda toplumsal ve metafizik bir diriliş çağrısıdır.
Yazık ki hem kendi döneminde hem de günümüzde yeterince anlaşılmamış bir mütefekkirdir. Her ne kadar eserlerinin basılıp yaygınlaştırılması takdire şayansa da, düşüncelerinin akademik ve entelektüel çevrelerde yeterince tartışılmaması ciddi bir kayıptır.
Topçu’nun kendi benliğini tarif ettiği gibi yaşadığı ve 10 Temmuz 1975’te 64 yaşında hayata veda ettiği düşünülürse, onun izinden gidenlerin de aynı samimiyetle düşünceyi eyleme dönüştürmeleri gerekir.
Vefatının 50. yılında Nurettin Topçu’ya rahmetle…
Yusuf TOSUN
Kaynakça
1-Topçu, Nurettin, Var Olmak, Dergâh Yayınları
2- Topçu, Nurettin, İradenin Davası, Dergâh Yayınları
3- Topçu, Nurettin, İradenin Davası, Dergâh Yayınları
4- Topçu, Nurettin, İsyan Ahlakı, Dergâh Yayınları
Kaynak: dibace.net