Tarih: 14.11.2018 18:48

Vahap Çoşkun´un Kaleminden: Ödül ve Gözdağı

Facebook Twitter Linked-in

ABD Dışişleri Bakanlığı, PKK´nin lider kadrosundan Murat Karayılan için 5 milyon, Cemil Bayık için 4 milyon ve Duran Kalkan için 3 milyon dolar ödül koyduğunu açıkladı. Açıklama, Bakanlığın Avrupa ve Avrsaya İşlerinden Sorumlu Müsteşar Yardımcısı Matthew Palmer´in Ankara ziyaretine ve Erdoğan ile Trump´ın Paris´te yapacakları görüşmenin hemen öncesine denk getirildi. Gerek içeriği ve gerek zamanlaması itibariyle bu açıklama, geçtiğimiz haftanın en önemli gelişmelerinden biriydi.

ABD ile PKK arasındaki ilişkilerde üç tarihe dikkat edilmelidir: İlki, 1997´de ABD Dışişleri Bakanlığı´nın 1997´de PKK´yi ?yabancı terör örgütü? olarak kabul etmesidir. İkincisi, 1999´da ABD´nin PKK lideri Öcalan´ı Türkiye´ye teslim etmesidir. (Öcalan´ın tesliminden altı yıl sonra, 2005´te, dönemin Başbakanı Bülent Ecevit, ABD´nin hiçbir şart öne sürmeden Öcalan´ı kendilerine vermesinin nedenini bilemediğini ifade etmişti. http://arsiv.sabah.com.tr/2005/04/13/gnd101.html) Üçüncüsü de, 2001´de ABD yönetiminin bir Başkanlık Kararnamesi ile PKK´yi ?Küresel Terör Unsurları? listesine almasıdır.     

NORMALLEŞMENİN BİR ÜRÜNÜ 

PKK´yi terör örgütü ilan etmesinin üzerinden 21 yıl geçtikten sonra ABD´nin böyle bir karar alması, Türkiye´de ihtiyatla karşılandı. Yapılan resmi açıklamalarda, genellikle, bu kararın ?olumlu? ancak ?gecikmiş? ve ?tatmin edici olmaktan uzak? olduğunun altı çizildi. PYD ise, yazılı bir açıklama yaparak, ABD´nin kararını ?çelişkili bir tutum? olarak nitelendirdi ve eleştirdi. (http://www.kurdistan24.net/tr/news/cac76ff2-1f74-4dfe-ad87-67bfa14324fa)

ABD´nin PKK´nin üç önemli isminin başına ödül koymasının altında birçok nedenin yattığı söylenebilir. Bunlardan üçünün daha baskın olduğu kanısındayım:

İlkin, ABD´nin bu hamlesi, Türkiye ile başlayan normalleşme sürecinin bir ürünü olarak okunabilir. Türkiye ile ABD arasındaki ilişkilere uzunca bir dönem sert bir iklim hakim oldu. Ankara´nın Washington ile mesafeyi açarken Moskova ve Tahran ile yakınlaşması, ABD için arzu edilir bir durum değildi. Köprülerin tamamen atılması, Türkiye´nin işine gelmeyeceği gibi, ABD´yi de Ortadoğu ve Suriye hesaplarını gerçekleştirmesi noktasında zora sokardı.

Bu nedenle gerilen ip iki ülkenin karşılıklı attığı adımlara gevşedi. Brunson´ın serbest bırakılması, iki ülkenin birbirlerinin bakanları için aldıkları müeyyideleri geri çekmeleri, Trump ve Erdoğan´ın sıklaşan görüşmeleri, ABD´nin İran için uygulama koyduğu yaptırımlarından Türkiye´nin muaf tutulması gibi adımlar tansiyonu düşürdü. Şimdi de ABD,  Türkiye´nin en hassas olduğu bir konuda sembolik değeri yüksek bir atak yaptı. Türkiye bunu yeterli bulmadı, ancak yapılan işten memnuniyet duydu ve buradan hareketle taleplerinin çıtasını yükseltti.

SDG´YE YENİ FORM

İkincisi, PYD/YPG´nin PKK tarafından kurulduğunu, yönetim kadrosunu ve hedeflerini PKK´nin tayin ettiğini, idaresinin ve işleyişinin PKK´nin denetimi altında olduğunu bütün dünya âlem biliyor. ABD de bu bilgiden habersiz değil elbet. Bununla birlikte ABD, daha en başından itibaren, tutarlı bir şekilde PYD/YPG ile PKK´yi ayrı tuttu. PKK´yi terör örgütü olarak görmeye devam ederken PYD/YPG ile sahada birlikte çalıştıklarını ve IŞİD´e karşı mücadelede müttefik olarak hareket ettiklerini deklere etti. ABD´nin PYD/YPG ile olan bu işbirliğine Türkiye çok sert tepki gösterdi. Bunun üzerine ABD, Türkiye´den gelen tepkileri yumuşatmak için de SDG altında yeni bir yapılanmaya gitti.

ABD´nin gayesi aslında çok net: ABD´nin Suriye´de kendi adına savaşacak bir silahlı güce ihtiyacı var. SDG bu ihtiyacı karşıladığından ABD onu elinde tutuyor ve destekliyor. Ama diğer taraftan tarihi müttefiki olan Türkiye´yi de kaybetmek istemiyor. Çünkü Türkiye´nin mutlak karşıt olması halinde, Ortadoğu´daki oyununun bozulabileceğini biliyor. Bu nedenle Türkiye ile SDG´yi ortak bir zeminde buluşturmanın yollarını arıyor ABD. YPG´ye SDG kimliğiyle yeni bir format atılmasını, Türkiye ile iyi ilişkilere sahip eski Ankara Büyükelçisi James Jeffrey´in Suriye Özel Temsilcisi olarak atanmasını ve üç PKK´linin başına ödül konulmasını bu arayış bağlamında değerlendirmek gerekiyor.

Şüphesiz salt bu adımlarla ortak bir zemin yaratılamaz. Türkiye bunlarla ikna edilemez. Eğer ABD´nin hedefi Suriye´nin kuzeyinde Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi gibi Türkiye ile uyumlu bir yapının inşa edilmesi ise, bunun için PKK´yi daha radikal bir adıma zorlaması gerekir. Bana göre bu, PKK´nin Türkiye´de silahlı mücadeleyi kesin olarak bitirmesidir. PKK Türkiye ile savaştığı müddetçe, ismi ne olursa olsun, PKK ile bağlantılı herhangi bir oluşumla Türkiye´nin birlikte yol almasının bir imkanı yok. ABD de bunun farkında. Dolayısıyla önümüzdeki dönem daha keskin teşebbüsler söz konusu olabilir.

GÖZ BOYAMA

Üçüncüsü, ABD´nin Ortadoğu´da izlediği bir rota var. PKK ve onunla irtibatlı örgütlere, doğal olarak, ancak bu rotaya uydukları sürece destek verilir. Lider kadrosunun ödül listesine alınması, PKK´ye verilen bir gözdağıdır. ABD; PKK´ye Suriye ve İran´da kendisinin belirlediği istikametten sapması halinde hâlihazırdaki yöneticilerini tasfiye edeceği mesajını çok net bir şekilde veriyor.

Türkiye´de bazı yorumcular, bu kararı bir ?göz boyama? olarak niteliyorlar. Oysa PKK, bunun bir göz boyama ya da boş bir tehdit olmadığının ayırdındadır. Nihayetinde Öcalan´ı dünyanın bir ucundan alıp Türkiye´ye veren de ABD idi. Travmatik bir sonuç üreten bu olay PKK´nin kurumsal hafızasında her canlı durur. Günü geldiğinde Öcalan´ı teslim eden bir güç, çıkarı gerektirdiğinde diğer isimlerin üzerini çizmekte tereddüt göstermeyeceğini PKK gayet iyi bilir. Dolaysıyla ABD´nin bu kararının, PKK yöneticilerinin kendilerini çok daha az güvende hissetmelerine, hareket kabiliyetlerinin ve alanlarının çok daha fazla daralmasına neden olacaktır.




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —