Tarih: 09.07.2020 15:09

Üniversiteler de Bizi Kazansın!

Facebook Twitter Linked-in

Üniversiteye giriş sınavları her ne kadar isimleri ve de kısaltmaları değişse de bütün hızıyla devam ediyor. Kolay kolay da bu yoldan dönüleceğe benzemiyor. Sınav esaslı eğitim ve öğretimin her zaman öncelediği ölçme ve değerlendirme neticesi öğrencileri bir yarışma sonrası tercihleri doğrultusunda bir yere yerleştirmektir. Bilginin değerinden ziyade ederinin öne çıktığı bir eğitim anlayışının yansımalarıdır bütün bunlar. Sadece parkur düzeni almak mıdır mesele? Elbette hayır. Şahsiyet inşası ve ontolojik hakikat arayışı bu öğrenme serüveninin hiçbir yerine tekabül etmemektedir ne yazık ki. Öğrencinin eline verdiğiniz bilginin belli engelleri aşmanın dışında bir karşılığı yoktur. Kullanılıp atılan bir şey gibi. Yani elindeki ipi nereye bağlayacağını bilmeyen bir bilgi kuşağından bahsediyorum. Bu ipin üniversite sınavında sınav salonuna, bir fakülte bitirme hayallerine bağlanmanın dışında başkaca bir pratik tarafı yoktur.

Bilgi doğayla ve insanla ilgi bağı kurmaya yarayan bir kazanımdır oysa. Lise sıralarında gençler bu yönde yönlendirilip şekillendirildiklerinde hiçbir sınavın altında ezilmeyeceklerdir. Diyelim ki sınavda başarısız oldu bir öğrenci, bu durumun bilginin bir sonucu olmadığını bildiği için hüsran yaşamak gibi bir durumla da karşılaşmayacaktır. Korkular, kaygılar ve de yıkımlar itibari olanın esas alınıp asli olanın dikkatten kaçırılmasıdır. Topladığınız gazoz kapaklarını parkuru geçen gençlere ödül olarak verip bu ödülü kutsayabilirsiniz, lakin şunu unutmayın ki bu koşu bittikten sonra herkes avucuna sıkıştırılanın tenekeden ibaret olduğunu fark etmekte gecikmeyecektir. Elmas, yakut, zümrüt varken gazoz kapaklarının ne önemi olabilir ki? Hayat bir koşu değil, bir yürüyüştür. Bu her yaş için böyledir. Koşu düşünce ile muhatap olmayan varlıklara mahsustur. İnsan yürür, yürüdükçe yanı başından akan zaman ırmağının çağıltısını işitir. Saatini bu çağıltıya göre ayarlar. İnsan ancak adımını yürüyüş kıvamında attığı zaman zihni ile ve de gönlü ile irtibata geçebilir. Koşan insan ne yolun farkındadır ne zamanın ne de kendisinin. Sadece bitiş çizgisine ve de sona odaklanmıştır. Halbuki başlangıçla bitiş çizgisi arasındaki serüven ancak her adımını idrak ederek bir hasılaya dönüşebilir. “Geçmek” bir başkasına endeksli biçimde fırtınayla yarışmaktır. “Fırtınayla” ya da “zamanla” yarışmak cümle içerisinde çok şık dursa da hayat karşısında yenme ve yenilme ile kendini ifade edebilen bir ihtirasın kışkırtıcısıdır. Gerçekte insanın yarışması gereken kendi potansiyeli ve gücüdür. İnsan yeterince kullanamadığı zihinsel imkanlarıyla yarışırsa bir muvaffakiyetten bahsedebiliriz. Başkasını geride bırakıp kendini zirveye taşıma esaslı yaklaşıma birileri “başarı” diyebilir. Yaşanan bu tecrübeyi karşılayacak başka bir kelime bulunamadığı için mecburen birçok pozitif sonuç alma olayında olduğu gibi burada da “başarı” kelimesiyle durum kurtarılmaya çalışılmaktadır.

Adımlarımızı koşmaktan yürümeye doğru ayarladığımızda şunu fark etmemiz hiç zor olmayacaktır ki eğitim-öğretim serüvenin asli gayesi öğrencilerin yarışması, aşması, koşması değil ulaşması ve kavuşmasıdır. Zimni anlamıyla eğitim bir nevi “bulmak” ameliyesidir. İçinde kaybettiğini dışarıda araması değildir öğrencilerin. Dışarıda kaybettiğini içeride bulmasıdır belki. Bütün zihinsel tecessüsün özeti “bulmak” noktasında toplanmıştır ki biz buna “vicdan” diyoruz.

Arapça VCD (buldu) fiilinden gelen vicdan dönüp dolaşıp aradığını bulmak anlamlarına da şamildir. Sen onu bulmasan da o gelir seni bulur ya işte buna vicdan denir. Ondan ne kadar kaçarsan kaç ne denli onu görmezden gelirsen gel, o eninde sonunda seni yakalar ve bulur. İlim ya da bilgi insanın vicdani yaralarını iyileştirdiği oranda dünyayı aydınlatır. Kişi önce kendi dünyasını sonra da dışındaki dünyayı bu ışıkla aydınlatmalıdır. Şayet ilkokul, ortaokul ve lise yıllarında bir kişi aydınlanırsa bir seviye kat etmiş ve başkalarını da aydınlatacak seviyeye gelmiş demektir. Böyle bir durumda bir gencin üniversiteyi kazanması gibi sorun olmayacaktır. Aksine üniversite o genci kazanmak için çaba sarf edecektir. Gençler üniversitelerin aramakla bulamadıkları vicdanları olacaktır. Genç kelimesinin Farsçada “hazine” anlamına geldiğini hatırlarsak üniversiteler fakülte bünyelerine bu hazineleri katmak için sıraya girip yarış etmeleri gerekir. 1984 yılında ben bir yitik hazine idim keşfedilmeyi bekledim o kadar fakülte içerisinde elini çabuk tutarak İlahiyat Fakültesi beni kazandı. Aradan o kadar zaman geçti ben de onu hiç kaybetmedim. Üniversite beni kazanalı yıllar oldu. Beni kapıdan yolcu ettikten sonra bir daha hiç arayıp sormadı. Oysa benim ona daha nice katkılarım olabilirdi. Sözgelimi kazandığım fakülte beni bulup yüksek lisans ya da doktorasını bende yapabilirdi. Üstelik ben ondan yabancı dil şartı bile istemezdim. Hiçbir şey geçmiş değil, üniversiteler hiç yılgınlığa kapılmadan bir sene daha hazırlanıp gençleri kazanabilirler. Test çözsünler demiyorum, sadece bu işin sırrını çözsünler yeter!

 




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —