Daha önce “Her Genç Üniversite Okumalı mı?” başlıklı bir yazı kaleme almış, lehte-aleyhte birçok yorum almıştım. Üniversitelerin kayıt dönemi olduğu için bir kere daha bu konuya değinmek istedim.
Öncelikle Türkiye’de her şehre üniversite açma projesi doğrudan eğitimle ilgili değil aynı zamanda o bölgelere ekonomik destek olarak kurgulanmaktadır. Fabrikası olmayan, farklı yatırımlarla istihdam alanlarının oluşturulamadığı bölgelerde, en kolay doğrudan ekonomik destek üniversite açmak, meslek yüksekokulu yapmak şeklinde uygulanır oldu. Bugün Türkiye’de 200’ün üzerinde üniversite var ve işadamları, holdingler üniversite açmayı önemli bir yatırım aracı olarak görmeye başladı. Ailelere gelince, herkes üniversite eğitimini çocukları için olmazsa olmaz bir şart olarak kabul ediyor artık. Çoğu kimse evlatlarının üniversite sonrası iş bulup bulamayacaklarını analiz etme ihtiyacı bile duymuyor. Aynı zamanda çoğu aileler çocuklarının üniversite eğitimi almalarını bir statü meselesi haline dönüştürdü. 16-17 yaşında lise eğitimi tamamlayan bir genç, üniversite ile beraber 22-25 yaşına kadar diploma için mücadele ediyor. Ayrıca kimi aileler de, “Benim çocuğum üniversite okuyabilir mi?” gibi ayakları yere basan bir soruyu da sormaktan özellikle kaçınıyor. Üniversite mezunu işsizlerin oranı dörtte biri aşmış durumda ve hayata başlamak için geç bırakılan gençler gelecek kaygısı ile baş başa kalırken, ilk fırsatta yurtdışına çıkmanın yollarını arıyor.
Diğer taraftan bugün Türkiye’nin gündeminde nüfusun yaklaşık yüzde 10’unu bulan göçmen konusu tartışılırken, yapılan değerlendirmelerin bazılarını da gelenlerin “ara eleman” ihtiyacını karşıladığı şeklinde açıklamalar oluşturuyor. Bunun kısmen doğru olduğunu söylemek lazım ancak bu durumun Türkiye için sağlıklı bir ekonomik büyümenin sonucu olarak gerçekleştiğini söylemek mümkün değil. Plansız, programsız göçmen politikası ile Türkiye zaman içinde baş ağrıtıcı gerçeklerle yüzleşmek zorunda kalabilir.
Bunun yanında sanayi devrimi trenini kaçıran, 20. yüzyılın ikinci yarısındaki ağır sanayi hamlesini manipülasyonlar sonucu es geçen, 80’lerde tekstil, 90’larda inşaat, 2000’lerde turizm ile kendisine yol bulmaya çalışan, tarımda kendi kendine yeten ülke konumunu kaybeden, bugün bile hâlâ betonu en önemli ekonomik nesne olarak gören Türkiye’nin gelecek öngörüleri bir türlü doğru bir zemine oturmuyor. Üniversite mezunu sayısıyla ekonomik göstergeleri arasında dengesizliğin bu denli farklı olduğu gelişmekte olan başka bir ülke var mı bilmiyorum. Orta öğretimde kendi çocuklarını tanıyıp onları doğru bir şekilde yönlendiremeyen, üniversite okuduklarında ne kendilerine, ne de ülkelerine faydası olmayacak çocuklarının enerjilerini doğru bir yere kanalize edemeyen eğitim sistemi ile Türkiye nereye kadar yol alabilir? Türkiye’nin teknikerlere, oto tamircilerine, tesisatçılara, kaportacılara, boyacılara, kuaförlere, aşçılara, sanayide, teknolojide destek elemanlarına ihtiyacı yok mu?
Sonuç olarak Türkiye’de eğitim sistemi salt diploma merkezli bir anlayışa indirgenme tehdidi ile karşı karşıyadır. Eğitim planlaması ekonomik öngörülerle maalesef eş zamanlı olarak yürütülemiyor. Öngörüsüz üniversite eğitiminin oluşturduğu boşluğu göçmenlerle doldurma politikası içinde birçok tehdidi barındıran sakat bir stratejidir. Planın, programın olmadığı yerde uzun vadede kaos var demektir. Türkiye bir an önce her adımını planlı bir şekilde atabilen bir anlayışa dönüş yapmalıdır.