Tarih: 04.06.2025 11:46

Umran Dergisi Haziran 2025/370. Sayı Çıktı!

Facebook Twitter Linked-in

Batı’daki kimi mecralar Donald Trump’ın ikinci başkanlık dönemini sadece siyasi bir dönüş değil, Batı uygarlığında uzun 20. yüzyıl şeklinde tanımlanan bir dönemin neticesi görüyorlar. Aslında haksız sayılmazlar, zira İkinci Dünya Savaşı sonrası liberal Batı’yı şekillendiren ‘açık toplum’ ideolojisi, millî kimlik, inanç, aidiyet, dayanışma, kolektivizm gibi bağları zayıflatarak yerine teknokratik yönetimi, sınırsız bireyciliği ve soyut evrenselciliği koymuştu. Bu düzenin artık tükendiği ve çökmekte olduğu açık, süreç yerini millî kimlik, bağlılık ve aidiyet arayışına bırakıyor. Trump ise bu yeni dönemin taşıyıcısı değilse bile, onun kaçınılmaz gelişini haber veren sarsıcı bir ulağı. ABD’nin küresel hegemonyasını destekleyen yumuşak güç kurumlarıyla diğer araçların ikinci Trump döneminde hızla bir kenara atılması bununla irtibatlı.

Artık bambaşka bir yüzyılda yaşıyoruz. Uzun yirminci yüzyıl, bize miras bıraktığı dünyanın atomizasyon, kayıtsızlık, kendini inkâr ve küçük, kişisel olmayan zorbalığın tamamen sürdürülemez bir karışımı olduğunu ispatladı. Günümüzün son derece kabileci, yarışmacı ve benmerkezci dünyasında iş birliği yapmayı, tesanüdü nasıl öğrenebileceğimiz üzerinde daha derinlikli olarak düşünmeliyiz. Toplumlarımız ya yeniden canlanma teklifini kabul edecek ya da yerlerini daha güçlü, daha ayakları yere basan ve uyumlu başka kültürlere bırakmak üzere yok olup gideceklerdir. Evet, dünya tahminlerin ötesine geçen bir dönüşümün eşiğinde fakat kararsızlıklar da bir o kadar artıyor. Devletlerin, toplumların ve insanların kolay kolay karar veremediği ikilemler günden güne çoğalıyor. Hemen her sahada çatallaşan, seçim yapmayı gerektiren şartlar doğuyor.

Günümüzde mutlak kötülüğün vücut bulmuş hâli Siyonist rejimin yaptığı Gazze soykırımı sadece şahit olmaklık bakımından değil, var olmaklık bakımından da en büyük tarihsel olayıdır. Anlıyoruz ki Filistin topraklarındaki yoğunlaşmış emperyalizm Filistinlileri sistematik olarak değersizleştirmekte oldukça kararlı. Siyonist işgal rejiminin Filistin ve Gazze’de yaptıkları ise dünyanın vicdanlı insanlarının kırgın öfkesini çoğaltıyor. Siyonist yerleşimci sömürgeciliğin soykırımını izlemeyi dayanılır kılma görevi üstlenen küresel medya işgal rejiminin başındaki aktörün gitmek üzere olduğuna odaklanıyor. Siyaset, diplomasi, düşünce kuruluşları, yorumcular hemen hepsi onun gidişini bekliyorlar. Buna karşın işgal rejimi Gazze üzerindeki zulmünü sürdürmekle kalmıyor, Anglosakson hegemonya daha doğrusu ‘Büyük İsrail’ üzerindeki şantajcı tutumunda el arttırıyor. Gazze’de soykırımın sürdüğünü gören, Gazze’ye baktıkça içi kan ağlayan insanlar Siyonistlerdeki kararlılığı kavradıkça daha da şaşkın bir hâle düşüyor. İsrail’de yapılan kamuoyu araştırmaları da Yahudilerin yüzde 80’inin Netanyahu’nun Gazze politikasını desteklediğini ve Filistinlilerin sürülmesini istediğini ortaya koymakta.

 ***

Dönüşen dünyaya adapte olmaya çalışan PKK, önderlik, örgüt, silahlı mücadele yöntemi ile demokratik toplumun inşası gibi konuları tartıştığı Olağanüstü 12. Kongresi’nin ardından kendisini feshettiğini ve silah bıraktığını resmen ilan etti. Toplumumuz, yarısı tedhişçi eylemlerle geçen yüzyıllık bir sorunun nihayete erme ihtimalinin ufukta belirdiği bu süreci umutla, heyecanla izliyor. Tabii ki eski yatkınlıklarına göre hizalanan Kemalist ve sol muhalefet çevreleri örgütün silah bırakmasına fikren, ideolojik olarak, siyaseten hazırlıksız yakalandıkları için süreçten rahatsızlık duyuyorlar, bunu da bahane üretme çabalarından, yazdıklarından ve beyanatlarından anlıyoruz. Kritik kararların alındığı yeni başlangıçların eşiğinde önemli olan kanın dökülmeyecek olması ve genetik seküler hassasiyetleri baskın kılmanın imkânsızlığıdır.

Kimilerinin Terörsüz Türkiye vizyonu çerçevesinde sarf edilen bazı sözler üzerinden ortalığı ayağa kaldırmaya çalıştıkları biliniyor. Onların söylentilerinin ilk aşamasını, ele aldıkları durumu kararsız dünyadaki bağlamından, bütünden ve ait olduğu tarihsel düzlemden yalıtmak oluşturuyor. İkinci aşamada, yatkınlıklarından hareketle oluşan kanaatlerini bir araya getirerek, olmayanları varmış gibi göstererek süreci kusurlu hâle getirip baştan mahkûm ediyorlar. Sonra da havanda su dövdüklerini unutarak mesele etrafında durmadan veryansın ediyorlar.

Bununla birlikte PKK çevrelerinin sürece damga vuran 27 Şubat, 26 Nisan ve 5-7 Mayıs 2025 tarihli metinlerine yakından bakıldığında birtakım ciddi farklılıkların bulunduğu göz ardı edilemeyecek nispette. Mesela PKK silahlı mücadeleden vazgeçiyor ama iddialarını koruyor. Ulus devlet dâhil taleplerini 1990’larda reel sosyalizmin çöküşü gibi gelişmelerin etkisiyle hayli zaman önce terk ettiğini açıklayan Abdullah Öcalan’a karşı Olağanüstü 12. Kongre metninde dört coğrafyayı kapsayan bir uluslaşma iddiası bulunuyor. Ölümcül bir hastalık olan mağduriyet edebiyatına sığınarak Türkiye’ye soykırımcı diyor. Örgüt içinde ve üstünde ‘kadir-i mutlak’ bir gücü bulunan Öcalan açıklamasında Türkiye ile bütünleşme diyor ama diğer metinlerde bunu teyit edecek bir emare görülmüyor. Artık lafazanlıklar terk edilmeli, metinler sadeleştirilmeli, ağır ideolojik süsten arındırılmalı, yalın bir duruma getirilmelidir. Böylece kullanılmayan kavramların devreye sokulması, kastedilmeyenlerin kastedildiğinin ileri sürülmesi gibi çarpıtmalar engellenecektir. O hâlde bir kere daha altını çizelim: PKK’nın tüm şube ve uzantılarını kapsayacak şekilde eksiksiz tasfiyesi şarttır. PKK’nın ve Rojava’dakilerin örgütün eski/yeni programlarından vazgeçip geçmediğini önümüzdeki günlerde çok daha net bir biçimde göreceğiz.

İnsanca yaşayabilmenin en önemli ilkesi olan ve siyasal sistemce dışlanagelen beraberlik kültür kodumuza göre toplum yeniden inşa edilmek zorundadır. Bu ihtiyaç eşitlik, özgürlük gibi gerçeklerden kopuk sloganlarla giderilemez. Bu süreçte yeni dil yaraları oluşturmaktan ve mağduriyet edebiyatından kaçınmak gerekir. Bilhassa Kürt kardeşe değil, başkaldırmış Kürt’e ihtiyaç duyanların söylemlerine kulak tıkanmalıdır. İradesini ve kararlılığını ortaya koyan Türkiye kendi yolunu kendisi çizmek, başkalarının kendisine biçim vermesine fırsat vermemek için yeni bir millî mutabakata ihtiyaç duyuyor. Devlet önceki başarısız tecrübelerden ders alarak imkânın sabote edilmesine fırsat tanımamalıdır. Gerçeğin üzerindeki ideolojik perdeleri, daha doğrusu yalan dolanı, maskeyi indirmelidir. Şüphesiz bu süreçte herkese düşen görevler vardır. Unutulmamalıdır ki tarihsel gerçeklik, etnisite temelli ayrışmalardan çok, din merkezli kardeşlik ruhunu esas alan bir bütünleşme anlayışına dayanmaktadır. Bu süreçte mütedeyyinlerin beraberlik kültürünü esas alan çok kapsamlı eleştirel bir entelektüel hareket başlatmaları, Türkiye’nin, seküler muhitlerin zihinsel haritasını çıkarmaya cesaret etmeleri, hayati önem taşıyan bir konu hâlini almıştır.

Hemen her zaman pozitif değil, negatif sonuca varmak istediklerinden kendilerini açıklamakla değil, başkalarını ‘dövmekle’ meşgul olanlardan uzaklaşmalıyız. Hatırlamamız gerekir ki Kur’ân, müminleri tarif ederken öfkesini yutanlar ve insanları affedenler ifadelerini kullanır. Çocuklarımıza zalimliği ve ölümcül bir mağduriyeti miras bırakmamak için birbirimize karşı öfkemizi yutkunmalı, yanlışlarımızı affetmeliyiz. Daha önemlisi, şöyle bir durum da var: Toplumsal mutabakat ne kadar büyük olursa Terörsüz Türkiye süreci de o kadar sağlıklı ilerler. Varsın terörden medet umanlar, silahlı muhalefete umut bağlayanlar kafa karıştırmaya çalışsın, Allah’ın izniyle ülkemiz bu rejim tortusunu büyük bir yol kazası olmadan çözecektir.

Kurban Bayramı’nın bizi Allah’tan uzaklaştıran, onu unutturan, karşımıza dikilen her engeli kendi elimizle kaldırmamıza vesile olmasını temenni ederiz.

Umran

 

Kaynak: Umran Dergisi




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —