BİR MÜTEFEKKİRİN DÜNYASI
-Düşünce Yapısı, Yeni Bakışlar ve Ötesi-
Yaşadığımız çağın eleştirel düşünürlerinden merhum Cevdet Said kimi yazılarında mevcut dünya düzeninin sorunları çözümlemekte kifayetsiz kalan kurum ve anlayışlarını eleştirerek yeni bakış açılarının izini sürmüştü. Mesela İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki dünya düzeninin önemli kurumlarından Birleşmiş Milletler’de hiçbir ülkenin veto hakkının bulunmaması gerektiğini belirtti. Dolayısıyla Birleşmiş Milletler teşkilatının ıslah edilmesi ve kanunun gücünü değil gücün kanununu esas alan mevcut anlayışın ilga edilmesi için yapılan her çağrıyı takdirle karşıladı.
Dünyada uzun zaman bir numaralı koltukta oturan ve kendisini âdeta “Allah’ın biricik oğlu” zanneden ve uluslararası hukukun dışına çıkan ABD’nin demokrasi ve insan hakları söylevlerine tutunarak yaptıklarının da Firavun düzeninin çağdaş bir kopyası olmaktan başka bir anlamı olmadığını vurguladı. Cevdet Said, yanlış yöntemlerle, şiddete dayalı araçlarla kazanılan bir savaşın aslında kaybedildiğini bıkıp usanmadan dile getirdi. Âdem’in iki oğlunun kıssası Cevdet Said’e göre bize iki yol sunmaktadır: Şiddete bulaşan, elini kana bulayan kişi Kabil’in yolundadır. Bir kişiyi öldürebilen, güç ve imkân bulduğunda insanlığı topyekûn yok etme potansiyelini de içinde taşıyor demektir. Ne var ki okurunu ön yargıların köleliği yerine düşüncenin refikliğine çağıran mütefekkirin, zorba Arap rejimlerine, anlayışsız zihinlere dönük eleştirileri, Birleşmiş Milletler ve demokrat görünümlü Batılılara dair değerlendirmeleri tek yanlı okumalara kurban edildi, derinlemesine incelenmedi.
Geniş çaplı, katmerli ve katmanlı zorlukların yaşandığı, dünya düzeninde ve toplumsal hafızada derin izler bırakacağı öngörülen bir dönemden geçiyoruz. Nasıl ki salgın nice insanı önüne katıp götürüyor, âdeta hava gibi soluduğumuz küresel şartlar da başta Soğuk Savaş sonrasının kırılgan ulus devletleri olmak üzere pek çok kronik sorunla boğuşan devletleri türlü zorluklarla baş başa bırakıyor. Dünyada ilginç bir süreç işliyor, bloklar kendini yeniden inşa ediyor. Geriye doğru bakıldığında, bazı dönemsel gelişmeler, kısa süreli sosyal ve siyasî etkenler bir tarafa dönemin kendine has bazı özellikleri var. Tarihin sonu böbürlenmesi Batı medeniyetinin anlam ve ideoloji krizini doğurdu. Medeniyetler çatışması İslâm âlemini kırdı, Batı’da ve Doğu’da faşizmlere yol verdi, belki de çöküş devrinin ideolojisi katmerli nihilizmler kapıda bekliyor. Bloklar farklı avantaj ve dezavantajlara sahipler fakat Ukrayna işgalinde de görüldüğü üzere değerleri yok. Anlaşıldığı kadarıyla Rusya, yeni blokların oluşum sürecinde Batı’nın kendi etkisi altına almaya çalıştığı ülkeleri ellerinden çekip almaya çalışmaktadır. Ukrayna’nın işgalinin anlamı da budur. Meselenin güncel detayları veya Batı ile Rusya çekişmesine dair değerlendirmeler, elbette uzun bir süre daha ekranları ve zihinleri meşgul etmeyi sürdürecek. Fakat şunu aklımızın bir köşesine kaydetmeliyiz: Batı’nın ikiyüzlülük denilen tek yüzü var. Her yeni gelişme Kemal Tahir’in Kurt Kanunu romanındaki “Dünyada sormaktan başka ödevi var mıdır insanoğlunun? Hayır, yoktur. Çünkü bulmaktan başka ödevi yoktur.” ifadesini doğruluyor.
Hiç şüphesiz Cevdet Said, Kur’ân’ın diriltici mesajlarını bütün insanlara ulaştırabilmek ve insanlığın hak ve adalet temelinde huzurlu bir hayat sürmesine katkı sunmak maksadıyla düşünceler üretti. Kitaplarında ve makalelerinde umumiyetle “bireysel ve toplumsal değişme” üzerinde duran Cevdet Said, ilim ile zannı, kuruntuyu veya hevayı ayırt edemeyen, keza zihni görüntü ile dış gerçeklik arasında ayrım yapmayan kişinin ilim çağına giremeyeceğini belirtti. Kendisi râşit toplum zaviyesinden bugünün aciliyet kesbeden düşünsel, toplumsal ve siyasal krizlerine müdahalelerde bulundu. Onun en belirgin düşüncelerinden biri, değişimin nefste başladığını ileri sürmesidir. Kur’ân-ı Kerim’in bazı ayetlerine atıf yaparak “toplumsal değişme” olgusunun temelini belirginleştirmeye gayret eden mütefekkirimiz incelikle dokuduğu metinlerinde okurlarını değişim olgusu içinde fikrî bir yolculuğa çıkarır.
Bu çerçevede Müslümanların, kardeşlik hukukunu gözeterek dünyada rol model teşkil edecek bir toplumu teşekkül ettirme sorumlulukları bulunduğunu anlattı. Cevdet Said’in düşünceleri Malik Bin Nebi’nin yaklaşımlarıyla örtüşmüş ve gelişmiştir. Bu bakımdan her iki düşünürün medeniyet, sömürülebilirlik ve toplumsal değişim bağlamında düşünce kavramına yaptıkları özel vurgu önemsenmelidir. Zira tüm bunlar sadece düşünürleri anlamak için bir rehber değil, aynı zamanda içinde yaşadığımız dünyayı sorgulamamız ve kendi tarihimizi kendimiz yazmamız için de bir davet niteliğindedir.
Öte yandan şunu biliyoruz: Daha başlarında olduğumuz 21. yüzyılda dünya düzenindeki sorunlar çok daha belirgin bir duruma gelmişken ve baskıya ayarlı pusulaların gösterebileceği bir kuzey yokken Said’in yazdıklarının doğru yöne işaret ettiği her geçen gün daha açık hâle gelmektedir. Metinlerinde insanın benliğinde kökleşen düşüncelerin, davranışlar ve toplumsal olaylar üzerinde nasıl etkili olduğu irdelemesi bunun en temel sebebidir.
Düşünce dünyamıza değer katan Cevdet Said için bir dosya var bu sayımızda. Düşünürleri incelemenin, anlamlı, bütünlüklü bir bakışla eserler ile okurlar arasındaki ilişkiye derinlik katmanın pek çok yolu var elbette. Kimi durumlarda yazarın niyetinin karşısına metnin niyetini çıkarmak, kimi durumlarda bu iki niyetin kesişim noktalarını okur niyetiyle analiz ederek metni çok niyetli bir anlamlandırma pratiğinin nesnesi kılmak mümkün. Farklı teorik yaklaşımların, öznel bakışların ve kimi zaman bu ikisinin sessiz bir iş birliğiyle iç içe geçmesinin ulaşmak istediği ortak hedef, düşünürleri katman katman açmaktır. Bu çerçevede Cevdet Said’in yazdıklarının çağımızda gerek İslam âleminin gerekse dünyanın geleceği için kaygılanan herkes için çok değerli tartışmalar, ufuklar içerdiği söylenebilir. Atıflar değişse ve çeşitlense de ömrü hayatı boyunca soru sormaktan geri durmayan Cevdet Said, nebilerin davet ve ikna metoduyla hareket ettiğini, bundan dolayı da belgelerin, mesajların ve tavırların açıkça ortaya konulması gerektiğini düşünmektedir. Dahası benzeri bir düşünceyi tarih, Kur’ân ve İslâm anlayışından hareketle devletler için de gerekli görmektedir.
Her algılanışında okurlarını yepyeni bir perspektife ulaştıran mütefekkirin eserlerinin meselelerimizi ilim, adalet ve anlayışla derinden idrak etmemize katkı sağlamasını ümit ediyoruz.
Yeni sayımızda buluşmak dileğiyle…
Kaynak: Umran Dergisi