Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

Ulus Devletin Realitesi

Ersin Tek, kapitalist ilişki açısından önemli bulunan ulus-devletin, aynı zamanda insanlara bir aidiyet durumunun da sunduğunu, ama bunun yanında onun birçok olumsuzluğunun da göz ardı edilemeyeceğini belirtiyor.

Ulus Devletin Realitesi

Hangi açıdan değerlendirilirse değerlendirilsin, modern çağın toplumsal ve siyasal örgütlenmesini anlamanın anahtar kavramlarından biri ulus-devlettir. Sanayileşme, kapitalizm ve modernleşme süreçleri yalnızca üretim ve tüketim biçimlerini dönüştürmekle kalmamış, aynı zamanda insan topluluklarını ortak bir siyasal ve kültürel çatı altında birleştirme ihtiyacını doğurmuştur. Kent merkezli yaşamın yaygınlaşması, üretimin ve toplumsal ilişkilerin giderek şehirlerde örgütlenmesi, bireyleri yalnızca ekonomik değil, siyasal ve kültürel düzeyde de yeni aidiyet biçimleri aramaya yöneltmiştir. Bu aidiyetin en güçlü ifadesi, ulusal kimlik etrafında şekillenen ulus-devlet olmuştur.

Ulus-devletin ortaya çıkışı çoğu zaman ekonomik bir gerekliliğe bağlanır. Endüstriyel üretimin sürdürülebilmesi için güvenli iç pazarların, istikrarlı sınırların ve tüketici topluluklarının varlığı zorunludur. Ancak mesele sadece ekonomiyle sınırlı değildir. Ulus-devlet aynı zamanda ortak bir hukuk düzeni, ortak bir eğitim sistemi, merkezi idari yapı ve yurttaşlık bilinciyle toplumsal hayatı düzenleyen kapsayıcı bir çerçeve sunmuştur. Bu nedenle ulus-devleti yalnızca kapitalizmin bir icadı olarak görmek, onun siyasal ve toplumsal gerçekliğini eksik kavramak olur.

Ulus-devletin sağladığı aidiyet, salt duygusal bir birliktelikten ibaret değildir; ortak yaşam iradesinin kurumsallaşmış halidir. Burada milliyetçilik devreye girer. Milliyetçilik, modern çağın icat edilmiş ideolojilerinden biri olmakla birlikte, bireylerin kendilerini bir ulusun parçası olarak görmelerini sağlayan en güçlü bağdır. İnsanlar için varoluşsal anlam arayışı nasıl kaçınılmazsa, siyasal düzlemde de bu anlamı sağlayan şey çoğu zaman millî aidiyettir. Bu bağlamda ulus-devlet, yalnızca siyasal bir yapı değil, aynı zamanda insanın kimlik, aidiyet ve topluluk arayışının tarihsel olarak aldığı en somut biçimdir.

Ulus-devletin sağladığı aidiyet, insanların belli bir toprak parçası üzerinde ortak kurallarla yaşama isteğini somutlaştırır. Bu nedenle ulus-devlet, modern toplumların yalnızca tarihsel bir evresi değil, hâlâ güncel işleyişinin de temelidir.

Küreselleşme, göç ve çok kültürlülük gibi süreçler, ulus-devletin sınırlarını zorlamış olsa da, bu yapı varlığını korumaktadır. Avrupa Birliği gibi üst-kimlik girişimleri bile ulus-devletin yerine geçememiş, tersine onunla birlikte var olma yolunu seçmiştir. Bugün siyasal meşruiyetin, yurttaşlık bilincinin ve toplumsal aidiyetin en güçlü dayanağı hâlâ ulus-devlettir.

Dolayısıyla modernleşme, sanayileşme ve kapitalizmin şekillendirdiği süreçlerin doğal bir sonucu olan ulus-devlet, yalnızca tarihsel bir olgu değil, çağdaş dünyanın da vazgeçilmez realitesidir. Milliyetçilik ise bu realitenin ayrılmaz bir boyutudur; ulus-devletin yalnızca siyasal sınırlarını değil, aynı zamanda anlam dünyasını da kuran temel unsur olarak varlığını sürdürmektedir.

Bununla birlikte, ulus-devletin güçlü yanlarının yanında ciddi zaafları da vardır. Ulusal kimliği birleştirici bir çerçeve olarak sunarken, çoğu kez farklı kimlikleri, etnik grupları ve inançları dışlayıcı bir işlev üstlenmiştir. Tek dil, tek kültür ve tek kimlik üzerine kurulu bir ulus tahayyülü, toplumsal çeşitliliği bastırmış, azınlıkların kendilerini ifade alanlarını daraltmıştır. Bu yönüyle ulus-devlet, kapsayıcı olmaktan ziyade homojenleştirici bir mekanizma olarak da işleyebilmiştir.

Milliyetçilik de benzer bir ikili karakter taşır. Bir yandan aidiyet duygusu üretir ve yurttaşları ortak bir amaç etrafında birleştirir; öte yandan yabancı düşmanlığına, çatışmalara ve savaşlara zemin hazırlar. 20. yüzyılın kanlı tarihini hatırladığımızda, milliyetçilik ateşinin nasıl kolayca yıkıcı bir güce dönüşebildiğini görmek zor değildir. Bu nedenle ulus-devletin sağladığı aidiyet, aynı zamanda bir dışlayıcılık ve ötekileştirme riskini de içinde barındırır.

Bugün ise küreselleşmenin hızlandırdığı göçler, dijitalleşme, iklim krizi ve ekonomik karşılıklı bağımlılık, ulus-devletin mutlak egemenlik iddiasını aşındırıyor. Pandemilerden çevre felaketlerine, yapay zekâdan küresel göç dalgalarına kadar birçok sorun, ulusal sınırların ötesinde kolektif çözümler gerektiriyor. Avrupa Birliği gibi üst kimlik denemeleri tam olarak ulus-devletin yerine geçemese de, en azından onun tek başına yeterli olmadığını gösteriyor.

Dolayısıyla ulus-devlet, modern dünyanın vazgeçilmez realitesi olmaya devam etse de, artık eskisi kadar tartışmasız değil. Önümüzdeki yüzyılda onun daha esnek, çoğulcu ve kapsayıcı bir form alıp alamayacağı, yalnızca siyasal düzenin değil, toplumsal barışın da en kritik sorusu olacaktır.

 

Kaynak: farklı bakış



Anahtar Kelimeler: Devletin Realitesi

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

HABERLER