Ulus-devletin itibarı ve sosyal devletin dönüşü

Vahap Coşkun, kaleme aldığı yaısında, koronavirüs karşısında Batı nezdinde oluşan başarısızlığa binaen ulus-devlet fikri ile 'yeniden' sosyal devlete dönme fikrinin giderek ağırlık kazandığını belirtiyor.

Ulus-devletin itibarı ve sosyal devletin dönüşü

Koronavirüs, dünyanın gündemini radikal bir biçimde değiştirdi. Bugün hangi televizyon kanalını açarsanız açın, hangi gazeteyi elinize alırsanız alın, hangi internet sitesine bakarsanız bakın, hemen hepsinde korona ile ilgili haber ve yorumlarla karşılarsınız. İçinde virüse ve virüsün yaratacağı olası tehlikelere ilişkin doğrudan veya dolaylı bilgi içermeyen bir konu kamusal tartışmanın dışına itildi.   İnsanların hayati değer atfettikleri bütün konular, korona ile bağlantılı olarak ele alınmak mecburiyetinde kaldı.

Siyaset de bu konulardan biri; post-korona döneminde gerek bireyler gerek birey ile devlet arasındaki ilişkilerin nasıl bir şekle bürüneceği hakkında çok sayıda tahmin ortalıkta dolaşıyor. Birçok insan bu konuda kafa yoruyor, gelecekte siyasi alana hangi kuralların ve hükmedeceğine dair fikirler ileri sürüyor. Meseleye soğukkanlı yaklaşanlar da var kendini heyecana kaptıranlar da. Dolayısıyla bazılarının ayakları yere basarken bazıları da bulutların üzerinde geziniyor.

ULUS-DEVLETİN DEĞİRMENİ 

Dünyayı kökünden sallayan bu virüs ile mücadele sürecinde verilen tepkilere, başvurulan yöntemlere ve yükselen taleplere bakıldığında, kendi adıma, siyaset sahasında iki düşüncenin bu kargaşadan güçlenerek çıkacağını tahmin ediyorum:

Birincisi, ulus-devlet düşüncesinin yükselecek olmasıdır. Ulus-devletlerin değirmenine su taşıyacak iki önemli sebep var: Biri, virüs ile mücadele kapsamında başvurulan tedbirlerin, doğaları gereği, devletin gücünü tahkim etmeleridir. Sokağa çıkma yasakları, karantina ve sosyal mesafe uygulamaları, salgının üstesinden gelmek için vatandaşların yakın takip edilmeleri vb. tedbirlerin ulus-devletleri kuvvetlendireceği aşikârdır.

Diğeri ise, bölgesel ve küresel ulus-üstü yapıların bu sınavdan başarı ile çıkmamış olmalarıdır. Salgın karşısında her devlet kendi başına kaldı, her koyun kendi bacağından asıldı. Dâhil olunan birliklerden ve örgütlerden beklenen ya da umulan yardım ve destek gelmedi. Mesela, Avrupa Birliği’nin uzunca bir süre İtalya’ya el uzatmaması, İtalya’da hem büyük bir hayal kırıklığına neden oldu hem de AB’ye kaşı öfke katsayısını yükseltti. Nitekim AB yetkilileri, bu durumdan ötürü İtalya’dan özür dilemek mecburiyetinde kaldılar ama bu özrün İtalyanların acılarını hafifletmeyeceği açık.

Keza Birleşmiş Milletler ve Dünya Sağlık Örgütü gibi evrensel nitelikli yapıların da böylesi felaketlere etkili bir şekilde müdahale edemediği, çözüm üretmekte ve yaraları sarmakta aciz kaldığı görüldü. Koronavirüs tecrübesi, bütün herkesi tehdit eden felaketler karşısında, bir taraftan bu tehdidi bertaraf edecek dünya çapında organizasyonlara olan gereksinimi diğer taraftan da bu amaçla kurulan mevcut organizasyonların yetersizliğini gösterdi. Ulus-üstü organizasyonların bu yetersizliği, ulus-devletlerin itibar tazelemelerine ve güç kazanmalarına yol açtı. Devletlerin, virüsten sonra da elde ettikleri bu güçten kolaylıkla vazgeçmeyeceklerini öngörebiliriz.

DAHA AZ PİYASA

İkincisi, 1980 sonrasında gerileyen sosyal devlet anlayışının mevzi kazanmasıdır. İkinci Dünya Savaşı’nın ardından müracaat edilen, devletin temel ekonomik aktör olduğu kontrollü ekonominin açmaza girmesi, özel sektör ve piyasa odaklı ekonomik modele olan yönelimi artırmış, bunun sonucunda da sosyal devlet ilkesi de geri çekilmişti.

Ancak piyasaya aşırı güvene dayayan model, koronavirüsün yarattığı tehditlerle baş etmede başarısız oldu. Bilhassa özel sağlık sistemlerinin, toplumun tamamını etkisi altına alan büyük tehlikeler karşısında yeterli bir koruma sağlamadığının ve sağlıktaki çöküntünün salt bireysel bir sorun olmayıp devletlerin güvenliklerini de tehlike altına soktuğunun görülmesi, sosyal devlete dönük talepleri çoğalttı.

Bazıları bu taleplerden hareketle, piyasa ekonomisinin tümüyle reddedileceği bir döneme geçileceği gibi bir noktaya savruluyorlar. Buna katılmıyorum,  piyasayı dışlayan bir ekonomik düzen inşasına girileceğini zannetmiyorum. Ancak piyasanın her şeye kadir olmadığının ve her sorunu çözemediğinin acı bir şekilde tecrübe edilmesi nedeniyle, politik aktörlerin bundan sonraki süreçte politik tercihlerde bulunulurken sosyal hassasiyetlere daha fazla kulak vermek mecburiyetinde kalmaları beklenebilir.

Dolayısıyla insanların temel ihtiyaçlarının sosyal bir sorumluluk içinde ele alınması, temel hizmetlere kamusal bir perspektifle yaklaşılması ve genel bir tehlike karşısında bu hizmetlerin hemen devreye girecek güçlü bir yapılanmayla karşılanması talebinin, ileriki dönemde siyasette belirleyici olacağı söylenebilir.