Ülkede dindarlık ve dinî inancın azalışı – 2025

Tarık Çelenk yazdı;

Ülkede dindarlık ve dinî inancın azalışı – 2025

Uzun yıllardır Moskova’da yaşayan eski bir mahalle arkadaşımla bayram vesilesiyle konuşuyorduk. Arkadaşım yaşadığı bir deneyimi şaşkınlıkla anlattı. Bir Rus manastırını ziyaret ettiği sırada, aslen Müslüman olup sonradan Hristiyanlığa geçen Tatar bir keşişle karşılaşmış. Keşiş, dua ederken Katolik, Ortodoks, Yahudi ve Müslümanları ayırmadıklarını; ama Müslümanların yalnızca kendileri için dua etmelerinin onu sorgulamaya ittiğini söylemiş. Bu sözler bana, bizde cuma hutbelerinde zaman zaman duyulan “Allah’ım onları kahret” gibi dışlayıcı duaları hatırlattı.

Ülkede dindarlık ve dinî inancın azalışı - 2025

 

Oysa Osmanlı coğrafyasında din değiştirme vakaları tarihsel olarak çok da yeni değil. 19. ve 20. yüzyıllarda, Giritli medrese âlimi Nurettin Topçu’nun dostu ve sonradan kardinal olan Pol Molla; Ahmet Cevdet Paşa’nın rahibe olan torunu Zübeyde İsmet; pastör olan Tevfik Fikret’in oğlu Haluk Bey gibi örnekler, bu dönüşümlerin Osmanlı entelektüelleri arasında da yaşandığını gösteriyor.

 

Cennete gidiş metaforu…

Torunlarım ilk ve ortaöğrenimlerine yurtdışında başladı. Küçük torunuma, bir gün cennete gidişin bir “terazi” metaforuyla anlatıldığını öğrendik: Bir kefede insanın kalbi, diğerinde bir kuş tüyü varmış; kalbi daha hafif gelen cennete girermiş. Ayrıca, okulda din eğitimi karşılaştırmalı ve eşitlikçi biçimde veriliyormuş. Torunumun ilk tepkisi şu soruyla geldi: “Hristiyanlıkta sevgi ve vicdan öndeyken bizde neden hep tehdit var?” Ona, kutsal kitapların ve elçilerin bütüncül biçimde anlaşılması gerektiğini; böyle bir yaklaşımla sorularına daha sağlam cevaplar bulabileceğini söyledim.

 

Dindarlık düşüşte

KONDA Araştırma’nın kısa süre önce yayımladığı verilere göre, Türkiye’de dindarlık düşüşte, inançsızlık ise yükselişte. 2008’de kendini ateist veya inançsız tanımlayanların oranı %2 iken, bu oran 2025’te %8’e çıkmış durumda. “Sofular” olarak tanımlanan en dindar grup ise %12 oranıyla sabit kalmış. Bu gidişatın bir diğer göstergesi de, artık mahalleli popülist politikacıların söylemlerinde dinî motiflere pek yer vermemesi. Görünen o ki, politikacılar bile halkın dinle, dindarlık ile kurduğu ilişkinin ve güvenin ciddi şekilde zayıfladığını fark etmiş durumda.

Bu tablonun, 1900’lerin başında Osmanlı aristokrat ailelerinde görülen Hristiyanlığa geçiş ya da ateistleşme vakalarıyla benzer nedenlere dayandığı söylenebilir. O dönemde de İslam dünyasında hikmet, felsefe ve özellikle Ekberî gelenekten beslenen tasavvuf zayıflamış; din, evrensel ahlaki zemininden koparılarak kelam ve yerel fıkıh çerçevesine hapsedilmişti. Sorbon’a gönderilen bir medrese mollasının veya Batı kaynaklı risalelere ulaşan Zübeyde İsmet’in, Katolik mistisizminin vicdan ve evrensellik vurgularıyla karşılaştığında yerel fıkıh eksenli İslam anlayışıyla yaşadığı çelişki kaçınılmazdı.

 

Dogmatizm, dinden soğumanın yalnızca bir parçası

Aynı şekilde, Ali Suavi gibi medrese kökenli aydınların deist ya da ateist oluşları da bu bağlamda anlaşılabilir. Bugün sosyal medya ve dijital iletişim kanallarıyla dünyaya açılan gençler, o dönemin Fransızca bilen Osmanlı gençleriyle benzer bir sorgulama içindeler. Ancak 2025’in gençleri dinle sorun yaşadıklarında Hristiyanlığa yönelmiyorlar; deizm ve agnostisizm daha cazip ve güvenli limanlar olarak görülüyor. Aidiyet duygusu yıpranıyor, varoluşun anlamı bireysel sorgulamalara terk ediliyor.

Dinden uzaklaşmanın nedeni sadece geleneksel medrese öğretilerine dayalı katı anlatım biçimi de değildir elbette. Sert dogmatik yapılar yalnızca İslam’a özgü değildir; 2000 yıllık Yahudi geleneği, selefi Tora yorumları ve bazı manastır pratikleri de benzer şekilde dışlayıcı ve serttir. Bu yönüyle dogmatizm, dinden soğumanın yalnızca bir parçasıdır.

Öte yandan, bugün İslam’a diğer dinlerden yönelenlerin ana motivasyonu hâlâ tasavvuftur. Çünkü tasavvuf, ötekileştirmeyen yapısı, katı fıkıh kalıplarını aşan gönül dili ve ahlaki pratiğiyle farklı kalabilmiştir. Ancak ne yazık ki, bu anlamda da tasavvufun prestiji genel olarak yıpranmış durumdadır. Özel bazı istisnalar hariç, onun da toplum nezdindeki etkisi büyük oranda kaybolmuştur.

 

Vicdanın ağırlığı, tankların toplamından daha az mı?

Bugün Türkiye’de, 2000’li yıllar öncesinde gizli bir hayranlıkla bakılan medrese ve tarikat sembollerine karşı, 2025’te açık bir öfke ve alaycı bir mesafe var. Bunu dost meclislerinde konuştuğumuzda, bazıları konuyu “Ama savunma sanayiimiz var, KAAN’ımız var” gibi sloganlarla geçiştirme eğiliminde. Elbette savunma sanayiindeki başarılar azımsanamaz; fakat burada tartışılan konu, doğrudan vicdan, ahlak ve toplumsal değerlerle ilgili. Tank ve uçak üretmek kadar, kalp terazisinde vicdanın ağırlığını da korumak gerekiyor.

Ve işte o kuş tüyü ile kalbin ölçüldüğü metafor, bu noktada tam yerini buluyor. Bugün hep birlikte şu soruyu sormanın zamanı: Kaybettiğimiz ahlak ve vicdanın ağırlığı, yaptığımız tankların ve uçakların toplamından daha az mı?

2025 Türkiye’sinde inanç kaybının temel sebebi, dogmatizm ya da içtihat kapısının kapanması değil. Bu dönemin dini kurumlara güven kaybı, dini temsil iddiasında bulunan kişi ve kurumların söylemleriyle eylemleri arasındaki derin çelişkilerin, toplum vicdanında karşılık bulamamasından kaynaklanıyor.

 

Kaynak: Medyascope.tv.