“Ülke yanıyor”

Batılıların “failed state” (temel fonksiyonlarını yerine getirmekten aciz devlet) dedikleri durum, bugün Lübnan için fazlasıyla geçerli. Sorun şu ki, çözümün nerde olduğunu kimse bilmiyor.

“Ülke yanıyor”

Taha Kılınç yazdı;

Lübnan’da dokuz ay önce yeni hükümeti kurmakla görevlendirilen Saad Hariri, Cumhurbaşkanı Mişel Avn’la yaptığı 20 dakikalık son görüşmenin ardından, başarısızlığını ilân ederek görevi bıraktı. Avn’la aralarında “asla uzlaşamayacak görüş ayrılıkları” olduğunu vurgulayan Hariri, cumhurbaşkanının kendisinden istediği bazı değişiklikleri kabul edilebilir bulmadığını kaydederek, “Biraz daha düşünmesini önerdim, ancak reddetti” dedi. 2005’te suikasta kurban giden eski Başbakan Refik Hariri’nin oğlu olan Saad Hariri, Mişel Avn’la ve onun parlamentoda en büyük grubun liderliğini yürüten damadı Cibral Basil’le kıyasıya rekabet halinde. Hariri’yi ABD, Fransa ve Suudi Arabistan desteklerken, karşı cephenin arkasında Hizbullah ve İran var. Dolayısıyla Hariri-Avn+Basil kavgası, aslında dış destekçiler arasındaki gerilimlerin bir yansıması.

Saad Hariri’nin hükümeti kuramadığı açıklamasının ardından, her iki taraf da hadiseyi kendi cephesinden izaha girişti. Hariri, Lübnan televizyonlarından Cedid TV’ye verdiği röportajda “Bu ülkenin temel problemi, Hizbullah’la ittifak yapan Mişel Avn’dır. Hizbullah ise buna karşılık Avn’ı koruyor. Ülkedeki denklem böyle. Bunu göremeyen, kördür” şeklinde konuştu. Cumhurbaşkanlığının yayınladığı basın bildirisinde ise, Saad Hariri’nin 24 üyeli taslak kabinede Hristiyan bakanlara yeterince yer vermediği kaydedilerek, Hariri Lübnan’ın hassas dinî dengelerini gözetmemekle suçlandı.

18 ayrı dinî grubu (Sünnî, Şiî, Alevî / Nusayrî, Ermeni Katolik, Ermeni Ortodoks, Doğu Süryani, Süryani Katolik, Süryani Ortodoks, Keldani Katolik, Kıptî Ortodoks, Dürzî, Yunan Katolik, Yunan Ortodoks, İsmâilî, Yahudi, Roman Katolik, Mârûnî Katolik, Protestan) barındıran Lübnan, dünyanın belki de en pamuk ipliğine bağlı devlet sistemine sahip. Kısıtlı kaynaklar, muhteris politikacılar, dış etkenler, dinî ve mezhepsel çatışmalar derken, ülkenin iki yakası bir türlü bir araya gelmiyor.

Hariri’nin istifasından hemen sonra, yabancı medyaya konuşan bir Lübnanlının şu feryadı, her şeyin özeti gibi:

“Ülke yanıyor. Süt yok, ilaç yok, benzin yok, elektrik yok, yiyecek yok, tavuk yok, et yok… Fakirler makarna ve yoğurt alacak parayı bile bulamıyor. Böyle nereye gideceğiz?”

***

Karanlık denizde pusulasız yol almaya çalışan Lübnan’da, Saad Hariri’nin Cumhurbaşkanı Mişel Avn’la yaşadığı gerilim, ülke tarihinin önemli yıldönümlerinden birine denk gelmesi bakımından da dikkat çekiciydi:

1943’te Fransa’dan bağımsızlığın kazanılmasının ardından Lübnan’ın ilk başbakanı olan Riyâd Sulh, 17 Temmuz 1951’de Ürdün’ün başkenti Amman’ı ziyareti sırasında öldürülmüştü. Sulh’a sıkılan kurşunlar, 1949’da idam ettirdiği Suriye yanlısı muhalif Hristiyan lider Anton Sade’nin bağlılarının silahından çıkmıştı. Sulh suikastından sonra Lübnan’ın her yerinde, “misafirini koruyamadığı için” Ürdün Kralı Abdullah’ı hedef alan protesto gösterileri düzenlendi. “Sulh nerde?” diye soran kalabalıkların öfkesi, sadece üç gün sonra şaşkınlığa dönüşecekti: 20 Temmuz’da, bu defa Kral Abdullah, İsrail’le “fazla” yakınlaşmasına sinirlenen bir Filistinli tarafından Mescid-i Aksa’nın içinde öldürülecekti.

Lübnan’ın kurucu babalarından biri olarak kabul edilen Sünnî Müslüman Riyâd Sulh’un, Hristiyan lider Beşâra Hûrî ile 1943’te imzaladığı centilmenlik anlaşması (Millî Misâk), Lübnan’da bugünkü siyasî sistemin temelini oluşturdu. 1932’de Fransızların yaptığı son nüfus sayımının esas alındığı çerçeveye göre, Mârûnî Katolik Hristiyanlar cumhurbaşkanlığını, Sünnîler başbakanlığı, Şiîler de meclis başkanlığını ellerinde tutacaktı. Anlaşma ayrıca, Hristiyanların Batı’dan medet ummaması, Müslümanların da Suriye ile yeniden birleşme peşinde koşmamasını karara bağlıyordu.

Problemleri çözeceğine inanılan bu mutabakat, sonraki süreçte sıklıkla kâğıt üzerinde kaldı. Günümüzde Hristiyanların ülke içindeki oranının yüzde 40’lara ve hatta daha da aşağıya düştüğü tahmin ediliyor. Ancak sistemin son taşları da yerinden oynamasın diye, yeni bir nüfus sayımının yapılmasına ve makam-mevkilerin buna göre tekrar dağıtılmasına cesaret edilemiyor.

Zaman geçtikçe Lübnan’ın iç kırılganlığı artarken, dışarıdan müdahaleler de yoğunlaşıyor. Batılıların “failed state” (temel fonksiyonlarını yerine getirmekten aciz devlet) dedikleri durum, bugün Lübnan için fazlasıyla geçerli. Sorun şu ki, çözümün nerde olduğunu kimse bilmiyor.