Uğrunda ölünen kadınlardan katledilen kadınlara

D. Mehmet Doğan'ın yazısı;

Uğrunda ölünen kadınlardan katledilen kadınlara

 

Kadın ve cinayet kelimelerinin bir arada zikredilme sıklığı tarih kadar eski olmalı. Kadın “mahrem” olmaktan, dokunulmaz olmaktan çıktıkça/çıkarıldıkça şiddetin dozu artıyor. Üstelik bu tek taraflı bir şiddet değil. Şiddet karşılıklı, tezahürleri farklı olabilir.

Son yıllarda kadınlar üzerinden tekli bir dünya tasavvuru oluşturulmak istendiğini düşünmemiz için çok sebep var. Önce kadınlıkla anneliğin bağı koparılıyor. Bu esasen aile ile kadının bağının koparılması demek; neticede ailesizlik demek. Ailesizlik sosyalliğin sonu, yani insanlığın sonu. Ailesiz bir insan tasavvuru son yılların en yaygın dayatması.

Ailesizlik cinsî serbestlikle birlikte dolaşıma sokuluyor. Bu serbestliğin kaba, kontrolsüz, gayri meşru cinsel ilişkileri beslediğini, haz ötesi bir dünya vadetmeyen kaidesiz, kuralsız birliktelikleri azdırdığını görebiliyoruz. 

İşin esası: Âdem oğlunu, Havva kızını olağan şartlarda, aile merkezli bir muhtevada bir araya gelemez hale düşürmek. Kadın üzerinden bir dünya tasavvuru oluşturmak, bu tasavvurda aileye yer vermemek. Erkeği bütün geleneksel rollerinden sıyırmak. Eşitlik dayatırken eşitsizliği derinleştirmek.

Kadın cinayetleri sıradan öldürme vak’aları değildir. Bu cinayetleri “canım sıkıldı öldürdüm”e, “kafam bozuldu katlettim”e irca edemeyiz. 

Öyle yaparsak hiçbir zaman çözüme varamayız.

Bu cinayetlerin sosyolojisi neden kimseyi ilgilendirmiyor? Aynı şekilde psikolojisi, ekonomisi ve hatta siyaseti?

Belki de en önce insan yetiştirme düzenimizi, bir türlü dikiş tutmayan eğitimimizi sorgulamamız gerekiyor.

Son menfur cinayetle ilgili çok şey söylenildi, yazıldı. Bu menfur cinayet üzerinden bazı düzenlemelere gidilmek isteniyor veya bekleniyor. Yapılması gereken, işin esasını araştırmak, mesele nedir bütün yönleri ile öğrenmek ve ona çözüm getirmek. Olay cinaîleştirilerek, kriminalize edilerek işin içinden çıkılıyor.

Son cinayet Muğla’da işlendi. Muğla 99 bin nüfuslu, 40 bin öğrencili üniversitesi var. Şehir öğrencilerin öğrendiği yer olmaktan çıkmış, öğrenciler şehirlerin öğreticisi olmuş adeta! 

Gençliğin uçarı zamanı: Zevk, haz, oyun, eğlence… her zaman üniversite kürsünden daha çok meraklıya hitab ediyor. Ülkenin bir yerlerinden gelen, aile bağları giderek zayıflayan ve sosyal baskıdan tamamen yoksun kalan gençler. Olağan öğretim yaşını çoktan geride bırakmış, ama kayıtlarda “öğrenci” görünen hatırı sayılır bir kitle var. Bunların nüfusu öğrenci nüfusuna oranla büyük olmayan şehirlerde birtakım cettolarda, olağan hayatın dışında zamanlarını geçirdikleri bilinmez değil. 

Muğla’daki olayla ilgili, bir üniversite hocasının paylaşımı suçu ihmal etmemekle beraber, suçluluğun zeminlerini de araştırmak gerektiğini gözler önüne seriyor. Biraz kısaltarak ve sivrisineklerle uğraşmaktan öte bataklık kurutmanın gerekliliğini hatırlatarak aktarıyorum:

“Muğla’da son aylarda üniversitedeki kız öğrencilere yönelik şiddet arttı. Her cinayet vakasında gösteriler yapılıyor ama nedenleri sosyolojik açıdan ciddi olarak tahlil edilip çözüme yönelik adım atılmıyor. Bunun için öncelikle;

1. Öğrenci mahallesi Kötekli mercek altına alınmalı. Öğrencilerin barındıkları yerler, ulaşımla ilgili sorunları çözülmeli ikametler kayda geçirilmeli,

2. Eğlence merkezleri barlar meyhaneler sık sık denetlenmeli. Buralarda yasadışı bir işler yapılıp yapılmadığı, sağlık koşulları, satılanlar kontrol edilip sık sık kimlik, maliye, asayiş, sağlık denetimi yapılmalı. Garip tipler garip insanlar görülüyor. Belli ki öğrenci değiller, bunlara dikkat edilmeli. Öğrenci olmayanların kampüse girmeleri, yabancı taşıtların giriş çıkışları kontrol edilmeli.

3. Muğla Belediyesi üniversiteye bu kadar yakın Kötekli’ye verilen bar meyhane ruhsatlarını iptal etmeli. Buraya bir kültür sitesi yapılmalı, çevresine yürüyüş, bisiklet vb. etkinlikler yapılabilecek alanlar açılmalı. Bu sitede sinema, tiyatro, konser, kütüphane, konferans salonları, kitap satış yerleri olmalı, çeşitli sanat kursları düzenlenmeli. Sanatçılar, yazarlar, bilim adamları davet edilmeli. Gençlerin boş zamanlarını verimli geçirmeleri sağlanmalı.

4. Gerek sosyologlar gerek psikologlar gençlere evlilik, arkadaşlık, sosyal ilişki, toplumsal ilişkilerdeki riskler, dikkat edilmesi gereken hususlar hakkında eğitimler vermeli.

5. Üniversitemiz ise okuldaki eğitim durumu, derslerin ne zaman kesildiği ne zaman tatile girildiği öğrencinin ders durumu vb. konusunda öğrenci velilerini bilgilendirecek bir sistem kurmalı. Velilerle irtibat büroları olmalı.

Alaattin Karaca Hoca’nın bir notu var ki bu da eğitimi tamamlayıcı faaliyetlerle ilgili: “Birkaç yıl önce Kötekli Gençlik Merkezi’nde edebiyat ve sanatla ilgili, Safahat’la ilgili seminerler verdim. İyi de bir öğrenci kitlesi vardı. Bu seminerleri engelleyenlere bir çift sözüm var. Bu gençler için bugüne kadar siz ne yaptınız? Bir menfaatim yoktu, hazırlanmak, bu dersleri vermek zamanımı alıyordu. Bilenler bilir, kendimi ifade edecek gerek basında gerek başka kültürel platformlarda imkânlarım şükür zengindir.” 

Başa dönelim: Mesele sırf Muğla’daki cinayet değil, Türkiye’deki birçok küçük nüfuslu üniversite şehirlerini ilgilendiren bir mesele. Üniversitede geçen vakit hadi neyse, üniversite dışında geçen zamanı tanzim konusunda YÖK, belediye, Kültür Bakanlığı, Milli Eğitim, Gençlik Bakanlığı… ne yapıyor? Gençleri maddeden mânaya yöneltecek, böylece fizikten ahlaka yükseltecek faaliyetlerimiz var mı? İdealsiz bir nesil gürül gürül geliyor. Üniversite öğretiminde beklentiyi yükseltmeye devam etmek anlamsız, çünkü üniversite diploması ile iş bulma arasındaki bağ kopalı çok oldu. Gençlerimiz üniversitede dört beş yıl oyalandıktan sonra ne yapacak?