Bundan 13 yıl önce Ekim 2012’de o zaman yazdığım Taraf’ta bir çözüm süreci tartışması patlak vermişti.
Henüz çözüm sürecinin başlamasına iki ay vardı. Ortamda hiç de çözüm süreci başlayacak gibi bir hava da yoktu. Erdoğan, otoriterleşmekle suçlanıyordu, Kürt meselesinde iktidar Uludere, KCK operasyonları ile anılıyordu.
Ama demokratik açılım olmuş, Habur yaşanmış, Oslo ses kayıtları duyulmuş, Öcalan’la barış konseyleri konuşulmuş, iktidarın bu sorunu çözmek için bir çabası ve perspektifi olduğu görülmüştü.
O günlerde yeni bir sürecin gelmekte olduğu duyumları üzerine bir dizi yazı yazdım ve bir silahlı çatışmayı bitirmek için tam bir demokrasinin zorunlu şart olmadığını dünyadaki örneklerden anlattım.
Tabii büyük bir tepkiyle karşılandı bu. Nasıl olur da hepsi ulvi değerler olan demokrasi-barış birbirinden ayrılabilirdi. Böyle bir iktidarın Kürt sorunu gibi bir meseleyi çözmek için adım atabileceğine, çözüm süreci yürütebileceğine inanmak saflıktı.
Demokrasi olmadan barış olmazdı, zaten İslamcı, otoriter Erdoğan ve iktidarı asla bunu yapamazdı.
Gelmekte olanı görmek ve geliyor demek aşırı iyiniyetli olmakla, MİT’çilikle, yandaşlıkla suçlanmıştı.
Eleştiriler üzerine şöyle bir yazı yazmıştım:
"Karanlıklar içinde bir ışık görülüyor. Ona yaklaştıkça büyüyor, uzaklaştıkça küçülüyor. Uzun süredir böyle. Sırtınızı dönerseniz, gözünüzü kapatırsanız elbet göremezsiniz. Ama orada hâlâ bir ışık var. Belki de 30 yılda pek çok kez tekrarlandığı gibi tünelin ucunda görünen o ışık üzerimize gelmekte olan bir TIR'ın farları. Ama ya o karanlığı aydınlatacak ışıksa? Bu gazetenin ekranlarına bakmaktan kaybettiğim keskin Rizeli gözlerim şimdi bana oyunlar oynasa da o ışığı görüyorum. Ve kimsenin hatırı için de görmüyorum demeyeceğim.”
İki ay sonra Erdoğan televizyona çıktı ve MİT Başkanı Fidan’ı Öcalan’la görüşmek üzere İmralı adasına gönderdiğini duyurdu. Birkaç gün sonra da ilk BDP heyeti İmralı’ya gidip Öcalan’la görüştü ve Çözüm Süreci resmen başladı.
İki ay önce benim yazdıklarıma burun kıvıranların bir kısmı da Akil İnsan olarak sürece katıldı.
12 yıl sonra dejavu gibi aynı şeylerin yaşanacağını hiç düşünmemiştim.
1 Ekim günü Devlet Bahçeli’nin Meclis’te uzanan sürpriz elinden itibaren yeni bir çözüm sürecinin gelmekte olduğunu anlayıp, sekiz aydır yarım asırlık ülkenin en büyük, en çetin, en fazla insanın canını yakmış meselesinin çözümüne doğru kulaklarımı kabarttım.
Türkiye’nin demokratik standartları 2012’den daha da gerideydi. Demirtaş ve Kürt siyasetçiler hapisteydi.
Arada 6-8 Ekim, hendekler, kayyımlar, Suriye operasyonları olmuştu. Her iki tarafta müthiş bir güvensizlik vardı.
O günlerde çözüm süreci demek bile riskliydi. İktidar cenahı neredeyse ilk seçim sürecini unutmuştu, Öcalan en son 2019 İstanbul seçimleri öncesinde konuşmuştu.
Hele Devlet Bahçeli’nin bir çözüm süreci için adım attığını söyleyene tuhaf tuhaf bakılıyordu.
Önyargıları bir tarafa bırakıp, somut durumun bir analizini yapan “Bahçeli’nin uzanan eli” diye bir yazdı yazdım:
“Eğer Kürt meselesinde iktidar yeni bir hamle, açılım yapacaksa bunu Erdoğan’ın değil, böyle bir açılımın önünde engel olacağını düşünülen Bahçeli’nin yapması stratejik olarak en doğrusu olurdu.
Bahçeli’nin bu konuda dışarıdan sert ceviz görünse de bu esnekliğe sahip olduğu konuşuluyordu.
Artık planlı değilse bile bu kronolojiyle planlı bir hamlenin yollarını ardına kadar açmış oldu.
Bahçeli’nin eli nezaket için ya da bir plan dahilinde artık uzandı ve siyasette bir taş yerinden oynadı”.
Yazının altındaki yüzlerce yorumu ve Twitter paylaşımındaki yorumları şu özetliyor:
“Sayın yazar bu yazısında hayal aleminde. İktidarin amacı Anayasa değişikliği.İsrail ile bir kaygısı yok gibi. Çözüm süreci bu konjonktürde mümkün değil.”
Sonra bir adım daha ileri gidip “Bahçeli, yerli De Klerk olabilir mi?” başlıklı bir yazı daha yazdım:
“Gelen haberlere bakılırsa bu açılımlar, Öcalan ile İmralı’da başlayan yeni görüşmelerin bir devamı. Bu sürecin amacı şu anda Kürtlerin meselelerini tümden çözmek değil. Esas amaç PKK’nın Türkiye’de silahlı mücadeleyi bitirdiğini ilan etmesi. Cumhurbaşkanı’nın Kobani ile ilgili bugüne kadarki tüm siyasi diskurunu terk ettiği bu çağrının muhatabının Demirtaş olduğu da açık. Bundan Demirtaş’ın da bu sürece davet edildiği sonucu çıkarılabilir. Bu sürecin en büyük güvencesi ise inanması çok zor ama bu kez Devlet Bahçeli tarafından başlatılmış olması. Ve bütün geçmiş müktesebata rağmen teslim etmeliyiz ki Bahçeli’nin bu yaptığı çok cesurca ve vatanseverce bir hamle. Dünyada barışları, çözümleri sadece solcular, sadece demokratlar, sadece hümanistler yapmıyor. Hatta genelde onlar yapmıyor. Barış ve çözüm esas olarak iyiniyetlerin, yüce gönüllüklerin değil, pragmatik kararların sonucu oluyor.”
Yine onlarca benzer tepki, suçlama…:
“Bence siz artık yandaş bir gazetede iş bulun orada yazın”
“Yine aşırı uçmuş”
Sonra önyargı, analiz, temenni, tedirginlik arası bitmez bilmez “bu iş olmaz” gerekçeleri…
İlk aylar her şeyi Bahçeli’nin kendi kendine yaptığı söylendi, Erdoğan’ın haberi, desteği yok hatta rahatsız dendi.
Sonra bu iktidarın böyle bir açılım yapamayacağı, yapsa bile tek derdinin Anayasa değişikliğiyle Cumhurbaşkanı’nın süresi olduğu savunuldu.
Sırf cumhurbaşkanının yeniden aday olmak için Öcalan, PKK gibi arı kovanlarına çomak sokma riskini aldığı iddia edilebildi.
Dış konjonktür, Suriye analizleri küçümsendi, bahane muamelesi yapıldı.
Sonra herkes PKK uzmanına dönüşüverdi; Öcalan öyle bir açıklama yapmazlar, Öcalan yapsa bile PKK dinlemez bilgiçlikleri geldi.
Sonra kayyım atamaları, CHP’ye dönük baskılar arttıkça “Hala çözüm mü diyorsunuz” atarları yapıldı.
Her gecikme de “kriz var, olmuyor” sonucuna hızlıca varıldı.
Bu sürecin kendine ait dinamikleri olduğu, Türkiye’deki demokrasi ve hukuk meselelerinden ayrı bir kulvarda ilerlediği, devletin PKK ile müzakere tecrübesi olduğu, dış politikada, Suriye’de olan bitenlerin bu girişimlerin önünü açtığı, Kürtlerin silahlı mücadeleye artık destek vermediği, PKK’nın silahının hiçbir işe yaramadığı, Bahçeli’nin desteğinin önemi gibi gözümüzün önünde olan parametreler önemsenmedi. Günlük siyasi öfkelerle varılmış kanaatlerle 50 yıllık bir meselenin iç dinamikleri görmezden gelindi.
Ve nihayet Öcalan’ın çağrısı üzerine PKK fesih kongresini yaptı.
Son baktığımda bütün yatırımını sürecin bitmesine yapanlar , hala fesih kararının henüz çıkmamasına ümitlerini bağlamışlardı.
PKK’nın açıklaması, DEM Parti’nin fesih kararını kutlayan açıklaması, Bahçeli’nin tebrik telefonları bile onları durdurmaya yetmemişti.
50 yıllık bir sayfa kapanıyor. Bunun olabileceğine inanmak kolay değil. Çünkü kaç nesil bu sorunun içine doğdu. Hayatımızda hep PKK, terör, silah gibi kavramlar oldu. Bunun olmadığı bir dünyayı bilmiyoruz.
Bilmediğimiz için de bize olmaz gibi geliyor.
Ama oluyor.
Önce olanla barışarak başlamalıyız.
Hiçbir çözüm süreci, hiçbir barış hatta hiçbir değişim labaratuvar şartlarında olmuyor. Siyasi, sosyal olayların mükemmel bir tarifi yok.
İyi ve hayırlı işleri de sadece hayalimizdeki harika ve iyi insanlar yapmıyorlar.
Süreç bitmedi, devam ediyor, ilerliyor.
Kendi önyargıları veya temennileri dışında da hayatta değişimler olabileceğini kabul edenler, olmasını istediğini değil, olanı merak edenler için bu tarihi, hayati, hayırlı süreci takibe devam edeceğiz.
Hayırlı olsun…