Tarih: 15.10.2020 01:05

Toplumsal Sözleşmenin Ön Koşulu Olarak Teklif…(*)

Facebook Twitter Linked-in

Teklif, öncelikli olarak kişinin kendisine yönelik olmayı içeren ve tanıklığı içinde taşıyan, insanları ve insanların içinde var olduğu olgu, durum ve olaylara yöneliktir. Bir teklif, insanlığa dair, umudu besleyen ve onları daha ‘iyi’ kılan özelliklere sahip olmalıdır. Evrensel ölçekte hayatı olumlu, insanı iyi kılacak şartların vücut bulmasını sağlayacak potansiyeli içinde taşıdığı zaman bir öneri teklif olma hüviyeti taşır. Tabii ki farklı öneriler mümkündür. Kişisel öneriler, kültürel öneriler, toplumsal öneriler, iktisadi öneriler, siyasi öneriler bu evrensel teklifin kendisinden neşet edebilmelidir.

Bir teklif, tanım üzerinden hayat, insan, yaratılış, Yaratıcı ve anlamın varlığı, oluşu ve sürekliliğini sağlayacak zeminin inşasıdır. Tanrı’nın varlığı, yaratılışın niteliği, insan varlığı, yaratılıştaki amacı ve yaşamın bir bütünsellik içinde tanıma kavuşturulduğu zaman ortaya bir teklif konulur. Teklif, ilişkilerin niteliğini ve niceliğini belirginleştirir. Bu, teklifin evrensel bir özü taşıdığını gösterir.

Bir teklifin iki boyutlu olması, evrenselliği bağlamında önemlidir: teklif, kabul edenlerin hayatını düzenlerken ve anlamlandırırken, bu teklife muhatap olmasına rağmen reddedenlerin de kendi tekliflerini oluşturmalarının ve gerçekleştirmelerinin zeminini bir ilke olarak ön görmeyi içermelidir. Yani ortaya koyduğumuz teklif sadece kabul edenlerine imkân tanıyan değil, reddedenlere de imkân tanıyan bir özelliği taşımalıdır. Bu iki boyutlu yapıyı temellendiren bir öz ilişkinin mahiyetinin temeli kılındığı zaman teklif evrensel ölçeğe sahip olur. Medeniyet, kültür ve inançları bu öz üzerinden yeniden ele almakta yarar vardır.

Bir teklif, müntesibinin hayatını anlamlandırmalıdır. Hayatı yaşarken, neye dikkat kesilmesi gerektiği kadar, neyi yapmaması gerektiği konusunda da bir açıklığa sahip kılmalıdır. Bu anlamda teklif, yine ikili bir tavrı içerir. İlki, müntesibinin kendi yaşamını belirlerken sağladığı anlam ile ‘iyi, güzel, estetik, yardımsever, feragat ve fedakârlık’ yapabilecek ahlaki donanıma sahip olmasıdır. İkincisi ise, kendisi gibi düşünmeyen ve davranmayan kişiye karşı ilişkilerde samimiyet ve iyi niyet taşımalıdır. Bu birlikte yaşamayı mümkün kılan temel bir özelliktir. (Bunu şunun için önemsiyorum; modern kültür, birlikte yaşama kültürü olarak kendini sunarken, bilakis çatışmaların nedeni haline dönüştü. Ayrıca, çok farklı kültür ve inanç evrenlerine sahip olan insanları tek bir inanç ve kültür evrenine taşımanın makul olmayışını ve teklifin temel şartlarına uygun düşmeyeceğini de belirtmeliyim.)

Yöntem olarak bir teklifin taşıması gereken bazı özelliklere açıklık kazandıralım:

Baskıcı olmamalıdır. Yaşayan insanların sahip oldukları potansiyeli gerçekleştirme zemini, kendileri olmaları ve bir şeyi kabul veya reddederken kendi kararları sonucu olması gerekli olduğu için baskı kabul edilemez. İnsanın temel özelliği, kendi sorumluluğunu üstlenecek bir olgunluğa erişme iradesidir. Çünkü insan, sorumluluğunu kendisi üstlendiği zaman olgunlaşır. Bahse konu edilen teklifin, dünya ahvalini ve insan ahvali ile varlığın ahvalinin geçici tabiatını aşan bir boyut taşıması zorunludur.

Bir teklif, insan iradesinin özgür bir şekilde işleyiş sahibi oluşunu teminat altına alır. Bu teminat sadece müntesiplerini değil, müntesip olmayanları da içerir. İnsanı insan kılacak şey sahip olduğu özgürlüğüdür. Bu özgürlüğü elinden almayı düşünmeyen bir teklif insani olur. Fakat burada özgürlük kavramını herhangi bir kültür evreninden alınan ödünç bir anlam üzerinden tanımlamanın doğru bir davranış olmadığını da belirtmekte yarar var. Çünkü özgürlüğü kötüye kullanmak, özgürlüğü ortadan kaldıran bir boyutu mümkün kılar.

İşte bu nedenle, özgürlük mutlaka sorumluluk kavramı ile birlikte düşünülmelidir. Meselenin özü sorumluluk kavramının billurlaşması ile kavranabilir. Her teklif insana bir sorumluluk yükler. Mesele, bu sorumluluğun neyi taşıması gerektiği ile ilgilidir; sorumlu bir varlık olarak insan, ‘selam/barış yurdu’nu mu ikame edecek yoksa fesadı/bozgunculuğu mu gerçekleştirecektir? Ayrıca selam ve fesat kavramları, hayatın rutin akışı içinde ve insanın bu rutin içindeki düşünce ve eylemlerinin sonucu oluşur. Teklif, bu rutini öyle düzenlemeli ki selam/barışı ikame etmeli ve fesadı/bozgunculuğu ise geriletmelidir. Bu durum, ayrıca teklifin ortaya çıkardığı ‘Anlam Dünyası’nın ürettiği kültür üzerinden gerçekleşmelidir.

Bu noktada ortaya koyduğumuz her kavramın aynı zamanda evrensel bir karakteri taşıması gerektiği unutulmamalıdır. Varlığın ‘iyi’ vasfını ve yaşamın ‘olumsal’ yapısını eksene alan bir bakış zorunludur. Tecrübeler göstermektedir ki, iyi ve olumlu yaklaşım, -istismara açık olmakla birlikte ki burada iradi bir tavır açığa çıkar- sürekli bir iyiliği ve olumluluğu içinde taşır.

Varlığın barış içinde ikame edilebilmesi için gerek şart ise adalettir. Adalet oluşmadan ve adalet duygusunu evrensel bir zeminde kurmadan ‘barış’ın ikamesi mümkün değildir. Adalet, sadece kendi bağlıları için var olmasıyla değil, diğerine de aidiyet kazandırdığında anlamlı bir zemin kazanır. Çünkü adalet olmadan barış, barış olmadan özgüven, özgüven olmadan da kişilik/karakter olgunlaşmaz.

Bir teklifin, ifade etmeye çalıştığımız kavramların anlamını içinde bulacağı bir metafizik/ilahiyat boyutuna ihtiyaç hissedeceği bedihidir. Bu metafizik ilkeler üzerinden insanın ve yaşamın içinde var olacağı zemin doğru kurulduğu vakit, bu hem insanın olgunlaşmasını sağlar, hem de ilişkilerin mahiyetinin makul ve sahici bir zeminde kurulmasına imkân tanır.

Burada yeniden altını çizmeliyim ki; totaliter bir yaklaşım özünde benliği olumsuz etkilediği için teklif, sadece bir teklif olarak sunulmalıdır. Bu teklifin şartları, sonuçları ve etkileri açıklıkla ifade edilmelidir. İnsanlar, dilerse kabul eder, dilerse reddeder. Bu insanın kendisi olması ve yapıp ettiklerinin karşılığının oluşması için temel şarttır. Sorumluluk bu temel şart üzerine kurulu olur.

Özgürlük, sorumluluk, adalet, iyi, güzel, samimi, iyi niyet gösterme ve en önemlisi, kendisine istediği şeyi diğeri için de isteyen yaklaşımı, diğergamlığı kuşatacak bir teklif oluşturma ve sunmayı başaracak ilkeleri ortaya koymak esasa tekabül eder.

İnsanın yaşamının kısa ve yaşamı oluşturan her unsurun geçici tabiata sahip oluşunun anlamı üzerine derin bir tefekkür esasa tekabül eder. Ölüm gerçeği ve ölüm sonrasının bilinmeyişi ile ilgili durumun insanın anlam arayışındaki rolü üzerine yeniden düşünmekte fayda var. Teklif bu temel gerçeklik zemini üzerine kurulmalıdır.

Hangi felsefi yaklaşım veya düşünce evreni bu konuda bize ne söylemektedir ki insana sahici bir anlam kazandıracaktır?

Yaşamın geçici tabiatı ve insanın ölümü üzerine hiçbir şey söylemeyen ve sadece ‘mademki buradayız, o zaman dilediğimiz gibi davranalım’ ilkesinin dünyayı, insanı ve ilişkiler ağını nasıl olumsuz etkileyeceğini her akıl sahibi makul kişi anlar. Mesele ciddi ve ciddi düşüncelere yönelmekten başka bir seçenek bırakmıyor.

Ben bir müslüman olarak İslam’ın yukarıdan itibaren söylediğim temel ilkeleri içerdiğini ve insanlığa gerçekten çok önemli bir teklif ile geldiğini düşünenlerdenim. İnsanın kabul ve reddinin temel bir ilke olarak var olduğunu ve sonucuna katlanan her insanın dilediği şeyi yapması konusunda bir irade sahibi olduğu açıktır. Mesele, insanın dilediği şeyi yapması mı, yoksa kendisini insan kılacak ve burada oluşunun anlamını izhar edecek şeyi gerçekleştirmesi midir? O zaman insan, dilediği şeyi yapmayı, dilemediği şeyi yapmaya da teşmil etmelidir. Yani dileme öyle kendiliğinden var olan bir şey değil! Belirli bir bakış içinde oluşa gelen bir yetidir. Bu yüzden insan gerçekten ‘kendisi mi istiyor, yoksa birileri istiyor da söyleneni mi yapmaktadır’ sorunu ile yüzleşmek zorundadır.

İslam, insanın yeryüzünde bir imtihan olgusu içinde var olduğunu söylemektedir. Yani yeryüzü bir imtihan yeridir. Bu imtihan olgusunun epistemik değeri ayrı bir konu olmakla birlikte ontolojik değeri çok önemlidir. O zaman yaşamın baştan aşağı yeniden betimlenmesi mümkün hale gelir. Varlık ve insan arasındaki ilişkinin niteliği ile insan ve Yaratıcısı arasındaki ilişkinin niteliğini de açıklığa kavuşturur. Yukarıdan itibaren dillendirdiğimiz kavramların da doğruluğunu gösterir.

Müslümanlar bir teklif sahibidirler. Bu tekliflerini, yeni durumu izah edecek tarzda yenileyerek sunmayı başardıkları an, insanın olgunlaşmasının sağladığı zemin içinde barışın ikamesi kolaylaşarak normal hale gelir. Çatışmayı bütünüyle tüketmese de aşağıya çektiği gibi istenmeyen bir durum olarak idrak edilmesini sağlayarak barıştan yana olumlu bir havanın varlığını garanti eder. Böylece adalet duygusu zedelenmeden varlığın ve insanın ilişki kurabileceği bir zemin kurulur. İnsan, sorumluluğunu müdrik biri olarak özgürlüğünü kendi lehine kullandığı kadar başkalarının aleyhine olmamasına dikkat kesilir. Bu denge barışın varlığı için kaçınılmazdır. Yani müslüman kişi, müslüman olsun veya olmasın her insanla birlikte var olarak, paylaşarak barışı ikame etmelidir. Çünkü her insan muhteremdir. Ve her muhterem insan, kendi tavır ve davranışlarının sorumluluğunu üstlenecek erginliktedir.

(*) Özgün İrade Dergisi 2020 Ekim(198.) Sayısı




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —