Tarih: 15.03.2022 13:10

Toplumsal Bir Sorun Olarak Eşcinsellik

Facebook Twitter Linked-in

Batı dünyasında rahat konuşulan ve tartışılan bir sorun olan eşcinsellik, bizde bazı önyargılar ve anlamlı olmayan tartışmalarla tabu bir konu olmaya devam ediyor. Üniversite ortamında bile, konuyla alakası çok uzak olan bir konuda, sözgelimi çok kültürlülük hakkında konuşurken, bazı arkadaşlar “Hocam bu konuyu fazla dillendirme. Bunun arkasında eşcinsellerin tanınması da gelebilir” diyebiliyorlar.

Önce konuyu hangi seviyede konuşacağımızı tespit ederek başlayalım. Eşcinsellik, toplumsal bir sorun mudur? Türkiye’nin çok ivedi toplumsal sorunları arasında yer almasa da “Evet, eşcinsellik toplumsal bir sorundur.”

Bu sorunun iki yüzü var. Birinci yüzü, eşcinsellerin toplumsal bir grup olarak ayrımcılık ve hatta şiddete maruz kalmalarıdır. Muhafazakâr kesim başta olmak üzere toplumun çoğunluğunda eşcinsellik toplumsal bir fenomen olarak ele alınmıyor. Eşcinsellerin sapkın ve yozlaşmış bir grup olduğu ön kabulünden hareketle bunların marjinalize edilmesi ve seslerinin kesilmesi gerektiği düşünülüyor. Onlar ne kadar suskun kalırsa ve toplum da onlar hakkında ne kadar bilgisiz ve bilinçsiz olursa o kadar iyidir. Oysa ne kadar geciktirirsek o kadar büyük bir sorunla karşı karşıya kalacağız. Başka hassas toplumsal sorunlar hakkındaki tutumlarımız burada da kendini gösteriyor. Hassas toplumsal sorunlarda Türkiye toplumu önce sorunu inkâr ediyor, sonra da böyle bir sorun olmakla birlikte bu ele alınacak kadar önemli bir sorun olarak görülmüyor. Sorun ilerleyip kangren halini alınca da, geç kalmış oluyoruz, ama buna rağmen bir iki adım atarsak sorunu çözmüş görünüyoruz. Ama sorun zaman içinde büyüyerek tekrar bize dönüyor!

Eşcinsellerin nasıl bir muamele göreceği konusunda hukuk devletinde tavrımız net olmalıdır. Herkes gibi onlar da hukuksal ve toplumsal olarak eşit hak ve özgürlüklere sahip vatandaşlardır. Bir kimse eşcinsel olduğu gerekçesiyle temel haklardan yoksun kılınamaz. Ama “haklar ve özgürlükler” demişken, hemen konu onların “evlenme hakları”nın olup olmayacağı meselesine getiriliyor ve işte sorun bu noktada çıkmaza giriyor. Bazı ülkelerin eşcinsel evlilikleri tanıdıkları ve bu temelden hareketle başka ülkelerdeki eşcinselleri de yüreklendirdikleri ileri sürülmektedir. Hatta işi komplo mantığıyla ele alanlar, bazı güçlerin eşcinselleri örgütledikleri ve finans ettiklerini bile savunuyorlar. Anlatılana göre dünya çapında bir eşcinsel lobisi iş yapıyormuş!

Şu haklar konusuna yeniden dönelim. Eşcinseller için evlilik hakkı, kendi içinde çelişkili bir kavramdır, muhtemelen “eşcinsellik evlilik” kavramını kullananlar bunun pek farkında da değiller. Evlilik, yüzyıllardır süregelen heteroseksüel bir kurumdur. Evlilik, iki karşı cins, yani bir erkek ile kadın arasında gerçekleştirilen bir sözleşmedir. Oysa eşcinsellikte iki karşı cins değil, iki hemcins söz konusudur. Dolayısıyla bunun evlilik olarak nitelendirilmesi sap ile samanı birbirine karıştırmaktır. Eşcinsel evlilik olmaz, olsa olsa “eşcinsel beraberlik” olabilir. Bunun yasal olarak tanınıp tanınmaması ayrı bir konudur ve gerçekten de tartışılmaya değer bir meseledir. Bu noktada eşcinselliğin ikinci yüzüne geçebiliriz.

Eşcinsellik, çoğunlukla bir kimlik ya da bir durum (fenomen) olarak değil, genellikle bizim gibi toplumlarda konu eşcinsel ilişki (yani cinsel ilişki) bağlamında ele alınmaktadır. Çokça ifade edilen şey şu: Cinsel sapıklık olarak eşcinsellik ilk kez tarihte Lut kavminde ortaya çıkmış ve Lut peygamber tarafından bu toplum uyarılmıştır. Fakat bu toplum alışkanlıklarında vazgeçmediği ve sapkınlıkla direttiği için ilahi bir cezaya hak kazanmış ve helak edilmiştir.

Kur’an’da konuyla ilgili ayetleri tefsir eden müfessirler iki yorum yapmaktadırlar. Bir yoruma göre eşcinsellik ilk kez Lut kavminde ortaya çıkmış olup bunun öncesi yoktur. Ve dahi ilk defa ortaya çıktığı ortamda da kökü kazınmıştır. Bu da gelecek nesiller için bir ders ve örnek alınması gereken bir tutumdur.

İkinci bir yoruma göre, ki ben de bu yorumu kabul ediyorum, eşcinsellik ilk kez Lut kavminde ortaya çıkmış değildir, tarih boyunca hep olagelmiştir, ancak ilk kez Lut kavminde ortaya çıkan şey, eşcinselliğin toplumsal bir eğilim haline gelmiş olmasıdır. Bu genel ve yaygın toplumsal eğilimden dolayı ilahi cezayı hak etmişlerdir, ya değilse birkaç sapığın marifeti nedeniyle Allah bir kavmi toptan yok etmez. Bu Allah’ın adaletine terstir.

İkinci yorumu tercih etmemin bir nedeni de şudur: Eşcinsellik tarih boyunca ve bugün de marjinal bir olgudur. Eşcinsellerin toplumdaki oranı yüzde 1 bile değildir. Eğer bir toplumda eşcinsel ilişkiler yaygınlaşmışsa, bu eşcinsellerin sayısının artmasını değil, onların icra ettiği bir kötülüğün (yani eşcinsel ilişkilerin) toplumsallaşmış olması anlamına gelmektedir. Yani eşcinsel olmayan çoğunluğun da, eşcinsel ilişkileri normal kabul ederek bunun icrasında bir sakınca görmemesi demektir.

İşte, tam da bu noktada, başta sorduğumuz eşcinsel ilişkilerin meşruiyet sorunu gündeme gelmektedir. Bu soruya cevap vermek için meşru cinsel ilişkinin ne olup olmadığını ortaya koymalıyız, ki bu ölçütleri eşcinselliğe uygulayarak bir sonuca varalım. Benim okumalarım meşru cinsel ilişkinin üç kriterle belirlenebileceği doğrultusunda bir sonuç vermiştir. Meşru ilişkide birinci kriter, “rıza” şartıdır, tarafların gönüllü olup rıza göstermesi gerekir. Rızaya dayalı olmayan her ilişki, gayri meşru ve dahi gayri yasaldır. İkincisi, toplumsal ve şeri sınırlara uygun olmalıdır. Burada “sınır” (had) kavramı kilit bir sözcüktür. Hem toplumsal örf hem de şeri hukukun temel ilkelerine uygun olmalıdır. Sınırları aşan bir cinsellik, meşruiyetini kaybeder.

Üçüncü ve sonuncu kriter, “varoluşsal haz”dır. Bu kavram benim ürettiğim bir kavramdır ve eskilerle yeniler arasındaki bir tartışmayı telif etmek amacıyla kullanıyorum. Ortaçağda hem Müslüman hem de Hristiyan dünyada cinsellik bağlamında haz kavramı dışlanmış ve çocuk sahibi olmak cinselliğin adeta tek fonksiyonu haline getirilmiştir. Oysa Allah nesil emniyetini, bir haz duygusuyla birleştirip güvence altına almıştır. Yani hazzı, çocuk edinme ve nesli devam ettirme eyleminin bir aracı kılmıştır. Bu bakımdan biyolojik anlamda nesli devam ettirme isteğiyle haz birbirinden koparılması mümkün olmayan bir mahiyet almıştır.

Karşılıklı rıza ve sınırların ihlali, nasıl meşru cinselliği ortadan kaldırırsa, varoluşsal hazzın da ortadan kalkması cinselliği iptal edebilir. Eğer taraflar cinsel ilişkiden haz almıyor ve çocuk sahibi de olamıyorlarsa, bu ilişkinin meşruiyeti tartışma konusu olur ve ilişkiyi sürdürmenin bir anlamı kalmaz.

Şimdi bu üç kriter açısından baktığımızda, eşcinsellik rıza kriterine uygun olsa da diğer iki kriterin yerine gelmesine imkân tanımaz. Toplumsal ve şeri sınırları zorlayan eşcinsel ilişki, şeri hukukun maksatlarından biri olan nesli devam ettirme ve muhafaza etme ilkelerine uygun değildir. Cinsel ilişkide salt rıza ve kendi başına haz, meşru bir ilişki için yeterli değildir. Eşcinsel ilişki ve beraberliği de, toplumsal bir soruna dönüştüren işte bu noktalardır.

Eşcinselliğin doğası nedir? Bir insan neden ve nasıl eşcinsel olur? Bunun sebepleri nelerdir? Eşcinsellik doğuştan mıdır, yoksa sonradan ortaya çıkan bir sapma mıdır? Bir özür olarak mı görülmelidir yoksa bilinçli olarak seçilen eylem midir? Bu ve benzeri sorular bilimsel sorulardır ve ancak araştırmalarla cevaplandırılabilir. Konunun bu yüzü başka bir yazının konusu olabilir.

 

Kaynak: Farklı Bakış




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —