Tarih: 06.01.2021 00:24

Toplum, siyaset ve “organik aydınlar”

Facebook Twitter Linked-in

Mustafa Kaya yazdı;

Yabancılaşma” herhalde sosyal bilimlerde üzerinde en çok tartışmalar yapılan kavramlardan birisidir. İnsanın içinde doğup büyüdüğü ve kişiliğini kazandığı ortamı “tanımazlıktan gelmesi”, çok iyi bildiği kültürü bazı sebeplerle ret ve inkâr yoluna gitmesi, sanki az önce tatlı meyve yiyen bir insanın, bedeninde halen etkisi devam etmesine rağmen bunu tekzip etmesi gibi bir şeydir. Toplum düzeyinde sosyal başkalaşım sonucu ise kültürel açıdan farklılaşmayla, “eski”nin yerini “yeni” tavır, davranış ve tutumlar almaya başlamıştır. Bu da kadim gelenek ve değerlerin toptancı anlayışla karşılaşmaları neticesinde, iyice mevzi kaybetmelerine sebep olmuştur.

Bununla birlikte sayı bakımından az ama etki bakımından üst düzeyde olan “entelektüel” kesimlerin içinde yetiştikleri çevreye “yabancılaşması” sıradan halka göre daha sık görülmektedir. Bir saksı içerisinde hayat bulmuş çiçeğin toprağını, havasını, güneşini veya suyunu yok sayarak kendi varlığını onlardan bağımsız olarak ortaya koyma çabası, aklen, ruhen kabul edilebilecek bir şey değildir.

Bilindiği gibi ülkemiz özelinde Batılılaşma süreci 18. yüzyılda yoğun bir şekilde başlamıştır. Türkiye’de sağ ve sol kavramlarının Batı’ya kıyasla yanlış yorumlandığını söyleyen belki de ilk kişi olan İdris Küçükömer’in Batılılaşma ve Düzenin Yabancılaşması (1969) isimli eseri yayınlandığı dönemde oldukça ses getirmiş ve Batılılaşma süreciyle aslında ülkede yönetenlerin yabancılaştığına işaret etmiştir. Türkiye hiçbir dönemde sömürge olmamasına rağmen, dünyada belki ancak sömürge toplumlarında meydana gelebilecek şekilde, yaşadıkları topluma yabancılaşan kimi aydınlar bir istisna olarak ancak ülkemizde ortaya çıkmıştır. Batı’da işçi sınıfının yaptığı işe yabancılaşması ile başlayan bir süreç söz konusu iken, ülkemizde kendi toplumunun değerleriyle savaşan bir aydın kitlesinin sesleri daha fazla çıkar olmuştur.

İtalyan düşünür AntonioGramsci siyaset eliyle toplumda itaat, tahakküm ve rızayı imal etmeye yardımcı olan “entelektüel kesim” yerine, bizzat halkın içinden çıkmış onun menfaatlerini koruyup gözetleyen “organik” aydınlara duyulan ihtiyacın daha önemli olduğunu vurgulamıştır (1948). Aslında bu entelektüellerden beklenen “bilimsel” verilerle toplumu zoraki dönüşüme tabi tutmak yerine, halkın kendi kültürünün dili ve pratikleri ile bilimi buluşturmaları ve onların dile getiremedikleri duygu ve düşüncelerini bu yolla seslendirebilmeleridir. Geleneksel ve toplumla çatışarak yol alınabileceğini düşünen entelektüeller, doğup büyüdükleri sınıfın menfaatlerini “koruyup muhafaza” ederken, organik aydınlar halkın genelinin makul ve haklı taleplerine aracı olabilirler. Ama ülkemizde yenilmişlik psikolojisi ile Batı’yı taklit eden aydınların halkın değerlerine yabancılaşması, yönetenler ve yönetilenler arasında derin bir uçurum meydana getirmiştir.

Küçükömer’in de belirttiği gibi “Batıcı-Laik akım karşısında Doğucu-İslamcı siyasi akım bir tepki olarak doğmuştur”. Topluma dayatılan, değer çatışması içeren yaşam koşulları, zihinlerde self-oryantalizme dönüşmüştür. Batıcı-ilerici-laik olarak tasnif edilebilecek bu bürokrat kesimin pervasızca, çoğunluğun değerlerini hiçe sayması ülkemizi yıllarca iç gerilime sürüklemiştir. Ama öte yandan “organik aydın” diyebileceğimiz kesim de arzu edilen sayı, seviye, başarı ve etkiye ulaşamamıştır. Yetişenlerden bazıları da çoğu zaman sloganlara sıkışan söylemlerin dışına çıkamamışlardır. İşin burasında siyaset devreye girmiş ve halkın beklentilerine siyaset yoluyla cevap verilmeye çalışılmıştır. Hâlbuki her alanda yetiştiği toprağı temsil etmeye yönelik tavır geliştiren bir entelektüel topluluk oluşturulabilse, halk siyasi mecrada daha etkili olabilirdi. Ancak Doğucu veya Batıcı olarak toplumun ikiye ayrılması ve kutuplaştırılması sebebiyle bir hayli zaman yitirmiş olan ülkenin bu gidişatı durdurmasının zamanı çoktan gelmiştir, hatta geçmek üzeredir. Halkına yabancılaşan ve onların ihtiyaç ve beklentilerini karşılayamayanlar için başarılı olmak artık hayalden ibarettir.

Sonuç olarak toplumsal gelişim ve değişim sürecinde, siyasi partilere düşen görev politikalarını belirlerlerken ve gelecek projeksiyonlarını ortaya koyarlarken olabildiğince organik aydınların görüşlerine yer vermeleri, onlardan destek almalarıdır. Siyasi partilerin halka tepeden bakan, üstenci ve despotik bir tavırla tekebbür olarak anlaşılabilecek davranışlardan kendi iyilikleri için vazgeçmeleri gerekir. Yapılan hizmetleri, söylemleri, parti programlarını bir lütuf olarak sunmak yerine insanlara “insan gibi” davranılması ve onlara değer verilmesi önümüzdeki dönem siyasetinin anahtarı olacaktır. Toplumsal gelişim için nasıl “organik aydınlara” ihtiyaç varsa, bu saatten sonra siyasetin de organik olanı halkın tercih sıralamasında en başta gelecektir.

 




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —