Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

“Terörsüz Türkiye” barış sürecine evrilebilir mi?

Abdullah Kıran yazdı:

“Terörsüz Türkiye” barış sürecine evrilebilir mi?

Bir yıldan fazla bir zaman önce başlatılan, Türkiye’deki resmi devlet yetkililerinin “terörsüz Türkiye,” Kürt kesiminin “yeni barış süreci” diye tanımladığı inisiyatifin, başarıyla sonuçlanması hem Kürtler hem de Türkler açsısından muazzam bir kazanım olacağını hepimiz biliyoruz.  Sürecin son bir yıllık muhasebesi yapıldığında, karşılıklı olmasa da aslında çok önemli bazı adımların atılmış olduğunu görmekteyiz.  Kuşkusuz PKK’nin önce kendisini feshetmesi, silah bırakma ve ardından örgüte bağlı silahlı unsurların sınır dışına çekilmeleri, hiç de küçük adımlar değil.

Atılmış olan bu adımları, meselenin şiddet zemininden siyasi zeminine çekilmesi kararlılığı şeklinde değerlendirmek gerekir. PKK’nin feshi, silah bırakması ve sınırların dışına çıkması, örgütün atabileceği en radikal adımlardı. Bu temel adımların bir yıllık bir zamanda atılması küçümsenemez. Ancak buna rağmen sürecin çok iyi işlediğini söylemek mümkün değil. Zira halen süreç, karşılıklı ve dengeli bir zeminde ilerlemiyor. Peki neden?

Neden Süreç Dengeli Bir Zeminde İlerlemiyor?

Çeşitli nedenleri var.  Bunlardan ilki ve belki de en belirgin olanı, her iki tarafında gönül rahatlığıyla kabulleneceği barışçıl ve yapıcı bir dil hususudur. Maalesef halen iletişimi kolaylaştıracak ortak bir lisan üretilemedi. Bir kere “terörsüz Türkiye” kavramı, Kürt meselesi gibi en az yüzyıllık bir sorunu çözüme kavuşturma yolunda isabetli ve kucaklayıcı bir terim değil. Daha isabetli ve daha münasip bir başlık bulunmalıydı.Elbette hepimiz teröre karşıyız ve terörün hiçbir sorunu çözemeyeceğini biliyoruz.  Ancak Kürt meselesini, “terörsüz Türkiye” kavramının bir alt başlığı olarak görmek doğru bir yaklaşım değil. Böylesine köklü, sosyal ve siyasi bir sorun için, daha kapsayıcı bir başlık oluşturulmalıydı. Üstelik terör göreceli bir kavramdır.  Örneğin Batı dünyası Hamas’ı “bir terör örgütü” olarak kabul ederken, Türkiye bir  “direniş örgütü” olarak görüyor.  Her şey bir yana, şimdi Kürtlerin varlığı ve dillerinin inkarını ne tür bir terörle açıklayabiliriz?

Elbette sorun sadece başlıkta değil. Göze çarpan kimi bariz eksiklikler var. Bunlardan en önemlisi, toplumun sürece hazırlanması ve bir şekilde sürece iştirak etmesi geliyor. Örneğin 2012-13 yıllarında, dönemin Başbakan’ı Sayın Recep Tayyip Erdoğan, halkı sürece dahil etme ve kamuoyunun desteğini kazanma anlamında çok önemli adımlar attı. Kürt meselesinin tarihsel arka planıyla ilgili cesur çıkışlarda bulundu. Akil adamlar heyeti oluşturularak, memleketin dört bir yanı gezildi, raporlar hazırlandı. Medyanın dili değişti ve neredeyse tüm basın organlarında, süreci sahiplenenler çoğunluk teşkil etti. İş dünyası elini taşın altına koydu, Türkiye’nin en saygın işverenler kuruluşu TÜSİAD bile toplantılar düzenledi. Akademik camiadan pek çok kimse ekranlarda düşüncelerini dile getirdi. Böylece Kürt meselesinin barışçıl bir çözüme kavuşturulması, tüm toplum kesimlerinde destek buldu, kamuoyunun yaklaşık %80’i süreci sahiplendi.

Peki şimdi, toplumda benzeri bir hava ve bir heyecan var mı? Maalesef var diyemiyoruz.  Çünkü halkı bu anlamıyla umutlandıracak siyasi bir ortam oluşturulamadı. Sayın Erdoğan, birinci barış sürecinde adeta yalnız bırakılmıştı. Sürecin birinci derecede muhatabı olan HDP bile, bütün uyarılarımıza rağmen, Kürt meselesi gibi can alıcı bir konuyu, iç siyasete kurban edecek kadar realiten uzaklaşmıştı.  Elbette bütün bunlar Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu kez daha temkinli davranmasını etkilemiş olabilir, ancak sürecin sahipsiz bırakılmasını da gerektirmez.

Görebildiğim kadarıyla Kürt toplumu da sürece ilişkin olarak kendi arasında iki kampa ayrılmış bulunmaktadır.  Bir kesim, tüm eksiklik ve aksaklıklara rağmen sürece umut bağlamışken, diğer bir kesim sürece iyimser ve umutlu bakmıyor. Kürt toplumundaki kamplaşma, DEM’in parti tabanına da yansımış bulunmaktadır. DEM partinin kitlesini sürece hazırlamak amacıyla şimdiye kadar 3000’den fazla toplantı gerçekleştirdiği söylenir.  Kürt tarafındaki   iki kesim de çatışma ve şiddetin son bulmasını desteklerken, sürece iyimser ve umutlu bakmayanlar hem devletin adım atmamasından hem de PKK tarafının siyasi bir talebinin olmamasından yakınıyor.

Öte yandan Kürt kamuoyunun uzun yıllara dayanan kimi meşru talepleri var.  Kanımca, son kertede sürecin kaderini belirleyecek olan bu meşru talepler olacaktır. Kürtler devletten, başta ana dilde eğitim hakkı ve Kürtçenin resmi statüsü olmak üzere, Kürt halkının kollektif hakları bağlamında bazı adımlar atması beklenmektedir. İnkâr politikasından vazgeçmek iyi bir adımdır. Ancak asimilasyonun durması elzemdir.  Bunun da olmazsa olmaz şartı ana dilde eğitimdir.

Kısacası Abdullah Öcalan ve partisi, hiçbir siyasi talepte bulunmadan devlete teslim olsalar bile Kürt meselesi çözülmez.

 

Devamı >>>



Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

HABERLER