Bir şehrin ruhunu anlamak için sokaklarını bir uçtan bir uca yürümek yetmez; o şehrin dijital karanlıklarını, internet kanalizasyonunu görmek lazımdır. Berlin’de geçen yıllarımda, bu şehrin sokak huzuru kadar, dijital istilasından da endişe duyduğunu fark ettim. Telegram kanalları, WhatsApp grupları, şifrelenmiş platformlar hepsi özgürlüğün adı altında açılmış, ama özgürlüğün öteki yüzü barındırıyor: Uyuşturucunun dağıtımından silah ticaretine, yasadışı bahisten taklit sahte belgelere kadar, tüm illegal ekonomi bu ağlarda işliyor. Berlin’in sakin caddelerinde yürürken, elinizdeki telefonun arkasında bir kaos cereyan ettiğini bilmek, şehri bambaşka bir gözle görmek demekti.
İşte bu konjonktürde, bir telefon çalıyor. Ekranda tanıdık bir isim, anneniz, kardeşiniz, dostunuz. Açıyorsunuz, ses tanıdık: “Acil bir sorunum var, bana yardım edebilir misin?” Duraksamadan yardıma koşarsınız. Çünkü ses gerçek, duygu gerçek… ya da öyle sanırsınız. Fakat bu anda, sesinizi tanıdığınız o kişi, başka bir ülkede oturuyor olabilir. Yapay zeka artık sadece metin yazmıyor, resim çizmiyor; sesinizi de çalıyor. Üstelik bunu sadece 6 dakikalık bir ses kaydıyla yapabiliyor. Sosyal medyada paylaştığınız bir video, sesli mesaj, hatta bir arama kaydı yeterli. Algoritmalar, 10 dakika içinde sesinizle şarkı söyleyen ya da herhangi bir metni okuyan yapay bir ses üretiyor. Sesinizin tonunu, nefes alış şeklinizi, duygusal vurgularınızı analiz ediyor ve sonra sizin adınıza konuşuyor.
2025 yılında Türkiye’de teknoloji destekli dolandırıcılık vakaları son beş yılda beş kat arttı; ses klonlama yöntemiyle gerçekleştirilen dolandırıcılıklar Avrupa’da zirveye çıktı. 2024 Şubat’ta Çin’de yaşanan olayda, bir finans kurumunun çalışanı video konferansta yöneticisinin klonlanmış sesiyle 25 milyon dolar kaptırdı. Katmanlama yöntemiyle transferler gizlenip, ses taklit edilerek çok hızlı transferler yapıldı. Aileler, sevdiklerinin sesini taklit eden dolandırıcılara acil para gönderdi. Bir kadın, oğlunun klonlanmış sesini işiterek, sessizce ağladı. Artık görüntülü ve sesli görüşmeler tek başına bir güvence değil; her telefon, her ses, her kelime şüpheyle karşılanması gereken bir veri noktası. Bu, sadece bireysel kaygı değil; devletlerin, kurumların, güvenlik sistemlerinin temelini sarsıyor.
Almanya Başbakanı Sayın Friedrich Merz, bu çıkmazın bir yüzünü görmüş. Merz, sert revizyonist eğilimlerin Avrupa’nın tamamını tehdit ettiğini söylüyor; Türkiye’nin 20 Eurofighter alımından mutluluk duymaktadır diyerek, NATO’nun güneydoğu kanadını güçlendirmenin tüm Avrupa için kritik olduğunu vurguluyor. “Dünyadaki yeni jeopolitik durumda daha yakın iş birliği içinde olmanın her iki ülkenin de stratejik çıkarlarına olduğunu söyleyen Merz, tabii ki hassas konuları da açık ve güvene dayalı bir şekilde ele almamız gerekiyor” demiştir. Merz’in bu sözleri, sadece askerî iş birliğine değil; dış güvenlik kadar iç güvenliğin de ittifakın temeli olduğunu işaret ediyor.
Fakat bu paradoks açıkça ortaya serildi: Merz’in hükümeti bir tarafta sert revizyonist baskılara karşı NATO müttefikliğini güçlendirirken, öte tarafta kendi sınırları içindeki dijital güvenlikte açık kapılar karşısında zorlanıyor. Telegram ve benzeri platformlardaki illegal ağlar, devletin kontrolü dışında sürekli genişliyor. Merz, bu dijital kaosu görmeli; çünkü revizyonist baskılar sadece füzelerle değil, tıpkı sosyal medya algoritmaları, haber üreticileri ve finans ağlarıyla da gelir. Teknoloji, güvenlik mekanizması olmaktan çıkıp, kendi başına bir tehdit kategorisine dönüşmüştür. Avrupa Dolandırıcılıkla Mücadele Ofisi’nin son verilerine göre, ses klonlama tabanlı dolandırıcılıklarda Türkiye ve Avrupa ülkeleri ilk sıralarda yer almakta, ama bu sadece bir tehdit değerlendirmesi olmamalıdır. Bu, aynı zamanda ortak stratejiye dönüşmesinin işareti. Merz’in NATO müttefikliğini vurgularken, siber savunmada benzer bir koordinasyon eksiktir. Türkiye’nin kurumsal kapasitesi, Almanya’nın teknolojik gücü, İngiltere’nin yasal yetkinliği bu üç unsuru birleştiren hatta daha geniş düşünebilirsek Birleşmiş Milletler Siber İttifakı, United Nations Global Cybersecurity Alliance (UNGCA) veya benzeri ittifak kurulmalıdır. Çünkü kişi başına düşen dolandırıcılık vakası, o devletin stratejik zayıflığını gösterir; ortak hareket ise bölgesel dayanıklılığı inşa eder.
Ama Avrupa’nın farklı köşelerinde aynı teknoloji, kimi zaman tehdit kimi zaman umut olarak karşımıza çıkıyor. Aynı günlerde, İngiltere hükümeti Gazzeli öğrencilerin ailelerine vize verme kararı aldı. Daha önce sadece öğrenciler başvuru yapabiliyordu; eşler ve çocuklar savaş bölgesinde kalıyordu. Aylarca süren kampanyaların, akademisyenlerin, STK’ların ve hukukçuların mücadelesi sonunda, hükümet biyometrik vize şartını erteleyerek ailelerin birleşmesine izin verdi. Bu karar, teknolojinin insanlığa hizmet edebileceğini gösteriyor. Biyometrik merkezlerin olmadığı savaş bölgesinden vize istemeyin riskini vicdan kabul etti ve sistem esnetildi.
İşte bu noktada iki hikâye kesişiyor: ses ve kimlik doğrulama. Bir yanda yapay zekâ, sesinizi çalarak kimliğinizi tehdit ediyor; öte yanda biyometrik sistemler, Gazzeli ailelerin birleşmesinin önünde bürokratik bir duvar örüyordu. Ancak bu engelin insani boyutu fark edilince kurallar esnetildi ve aileler kavuşabildi. Teknoloji, aynı anda hem bir silah hem de bir köprü olabilir; geleceğin güvenliğini belirleyen, onu hangi niyetle kullandığımızdır. Bir yerde vicdan, diğer yerde hesap kitap hâkimdir.
Bu noktada, Türkiye’nin siber güvenlik stratejisi daha anlamlı hale geliyor. Berlin’de bulunduğum sürelerde gördüğüm, Almanya’nın dijital güvenlikte yaşadığı zorluklar ile karşılaştırıldığında, Türkiye’nin kurumsal ve hukuki kapasitesi ile illegal sunucuların, finans akışlarının denetimini başarması, ne kadar kritik olduğu anlaşılıyor. TCMB’nin, emniyet müdürlüklerinin dijital suç takibi, finansal akışların izlenmesi bu mekanizmalar Batı’da çoğu zaman özgürlük ihlali gerekçesiyle tartışmalı bulunurken, Türkiye’de ulusal güvenlik ve ekonomik istikrarın savunması olarak algılanıyor. Bu fark, sadece terminolojik değil; stratejik bir farktır.
Bu karmaşık manzaranın ötesinde, Ortadoğu’nun riskli suları da görülmeli. Bölgede, tüm oyuncular çok katmanlı ilişkiler yönetmek zorundadır: Rusya, İran gibi stratejik ortaklarıyla yakın çalışabilme yetisine sahipse, Körfez ülkeleriyle ve diğer ortak başta Türkiye ve BM ortak kararıyla öngörülen diğer ülkelerle de pragmatik diyalog kanallarını açık tutabilir. Enerji, ticaret, turizm gibi alanlarda bu dengeli yaklaşım, tüm bölgesel aktörlerin yapması gereken bir zorunluktur. Türkiye’nin 20-30 yıl önceki sağlam diplomasinin ayak izlerini bugün yeniden takip etmek bu, sadece Ankara için değil, tüm Ortadoğu aktörleri için geçerli olan bir ilkedir. Çünkü riskli sularda kontrol kaybetmek hem dijital hem de jeopolitik boyutta aynı şekilde dengeleri bozar. Bilinmeyen numaralardan gelen aramalara yanıt verirken sesinizle uzun konuşmaktan kaçınmak, Merz’in dijital istilaya karşı tedbirini almak, ya da Ortadoğu’nun hassas dengelerini korumak hepsi aynı mantığın farklı yüzleridir: olasılıklara dayalı hesaplama, risk yönetimi ve çok yıllı vizyon. Çünkü Avrupa’nın dijital güvenliğinden Ortadoğu’nun barış perspektifine kadar, kısa vadeli reaktif hareket değil; on yıl, yirmi yıl sonrasını görebilen, kurumsal hafızası olan bir strateji gerekir. Bu strateji, sadece bugünün tehdidini yönetmez; gelecek nesillerin mirası olacak altyapıyı inşa eder.
Tanıdık bir ses sizden acil para istiyorsa, mutlaka başka bir kanaldan arayıp teyit edin. Unutmayın, yalnızca 6 dakikalık bir ses kaydı bile kimliğinizin klonlanmasına yetebilir. Katmanlama yöntemiyle gizlenen bu dolandırıcılıkların izini sürmek günler, hatta aylar alabilir. Çünkü sesiniz artık sadece size ait değil; bunu bilmek, korunmanın ilk adımıdır. Bu tehdidi yalnız bireyler değil, devletler ve kurumlar da ciddiye almak zorunda. Zira dijital istila, yalnızca kişisel güvenliği değil, jeopolitik dengeleri de sarsabilecek bir boyuta ulaşmıştır.
Bu yazı, sadece bir uyarı değil; aynı zamanda bir hatırlatmadır. Teknolojinin gücüne ve tehlikesine karşı uyanık olmak, basit bir seçim değildir. Dikkatli adımlar, olasılıklara dayalı hesapla kâhil olan diplomasi bu yaklaşım olmadan ne Avrupa’nın dijital istikrarı, ne Ortadoğu’nun barış perspektifi ne de Birleş Milletletler’deki bireylerin güvenliği garantilenebilir. Dış ittifakların kuvveti, iç kurumlarının dayanıklılığı ölçüsünde gerçektir. Gazzeli bir öğrencinin ailesine kavuşması, dijital bir dolandırıcılığa karşı alınan önlem kadar önemli. Berlin’in sakin sokakları, eğitim sisteminin meritokrasi prensibi güzeldir; ama aynı Berlin’in dijital güvenlikte yaşadığı zorluklar da görülmeli. Çünkü güvenlik, sadece ordularla kurulmaz; kurumların iç sağlamlığında, hukuk devletinin tutarlılığında ve dijital sınırlarının denetiminde saklıdır.
Duyduğumuz, bildiğimiz kadar, duyamadığımız ve göremediğimiz de vardır. Sesin değeri, yalnızca açık olmasında değil; hangi elde tutulduğunun sorgulanmasında saklıdır. Stratejik öngörü, bugün alınan kararların on yıl sonra neyi doğuracağını kırma cesaretinin adıdır. Gözümüzü kapatmak kolay, ama açık tutarak, sadece bugünü değil; kalkınma sürecinde tüm bölgelerin uzun vadeli çıkarlarını korumak, işte gerçek sorumluluktur. Çünkü telefonda 6 dakikadan fazla konuşmak artık sadece sohbet değil; bir güvenlik riski olmuştur. Bu sorumluluğun bilinci, bu yazının kaleme alınmasının ardındaki en temel gerçektir.
Kaynak: farklı bakış

