İnsandan insana çağrı insanlığın ilk gününden itibaren başlıyor. İnsana uyarıcılar gene insan iledir. Nedir bu durum? Neden insan ana yolunu, hedefini bırakıyor da bir başka yola sapıyor.
İnsan çoğaldıkça yol ve hedefler çeşitleniyor. Bundandır ki ana yol izleğinden kopanları, uzak kalanları merkeze çağrı gerekiyor.
İslâm Hz. Adem´den Hz. Peygamber´e kadar olan yaşanmışlıklar bir ana yoldur, merkezdir, sonrası da aynı ruhu taşıyanlar sürdürüyor.
İslâm medeniyetinin devleti veya devletleri çökünce insanlık yalnız kaldı. Sapmalarla birlikte çokluk sahipsiz kaldı. Sahiplilik insanlığı yöneten ana irade. Müslümanlar kendilerinin dışında kalanları, sapmış olanları sürekli olarak davet ile yükümlü. Bu, dil veya hal ile olur. Çağrı sadece kendi kendimize değil. Kendimizin de korunması gereken bir yanı var. Sadece kendimizle yetinecek durumda olamayız. Dışımızda bulunanlaradır çağrı. Dışımızdakileri yok sayma, görmezlikten gelme gibi bir sorumsuzluğumuz olamaz. Bugün Müslümanların içinde bulunduğu en temel sorun da budur. Kendi kendisiyle yetinme, dışındakilere kapıları kapalı tutma ve istememe gibi bir davranış söz konusu. Toptan ret, kapıları kapalı tutma ve engelleme anlamına gelir.
İslâm medeniyetinin bulunduğu toprakların da bir ruhu var. O ruhu oluşturan sahihlerin ortaya koydukları eserlerdir. Bir ağacın, bir çeşmenin, konaklanmak için oluşturulan bir odanın önemi büyük. Bunlar bir ruhtur.
İnsanlığın arasındaki çekişmeler hak ile yanlış üzerinedir. Ne yazık ki yanlış da kendini doğru kabul ediyor. Asıl sorun da buradan itibaren başlıyor. Yanlışın doğru ve hak olma iddiası.
Hakikat sahipleri güçlü iseler, ayakları yere sağlam basıyor ise karşısındakiler onların karşısında zayıf kalırlar. Kendilerini ne kadar savunurlarsa savunsunlar bir sonuç alamazlar. Yanlışlıklar sonuçsuzluklardır. Hakikat bilinci insanı güçlü kılar.
Hakikat hakikat ile tartılınca sağlıklı sonuçlar elde edilir. Yanlışla karşılaştırma ise yanıltır. Yanlışların yarışı felaketler doğurur. İyiliklerin ve güzelliklerin yarışında ise insanlık huzur bulur.
Çağrının güzel olanı, iyi ve güzel bir dile sahip olmasıyla olur. Şiirin insan üzerindeki etkisinin nedeni de budur. Estetik ve ritmik sesleniş kalbe dokunur.
Âşıkların çağrıları içli ve hüzünlüdür. Karşılık bulur. Onlar çağrıdan çok dertlerini dile getirirler. Hüzünlü yaşarlar, gözlerinin içi buğuludur, acılıdır. Bu, ister istemez muhatabında karşılık bulur.
Âşığın dilini ancak aşk ehli olanlar anlar. Onlar aynı şarkıyı söylerler. Aynı gönle hitap ederler. Biliriz ki davasına âşık olanlar başarırlar. Dava hayatın bütünüdür, inancıdır, medeniyetidir. Hayatı bir sevdaya dönüştürenler onun tadından huzur bulurlar. Kendileri huzur buldukları gibi güzellikler saçarlar.
Acıma önce kendimize olmalı. Çünkü her an bir yol sapmasına kurban düşebiliriz. Bir ayak sürçmesi yaşayabiliriz. Korunma asıl görev ve sorumluluğumuz. Bunu yaparken dışımızı ihmal edemeyiz, yok sayamayız, umursamazlıkta bulunamayız.
Mümin müminin aynasıdır. Onlar birbirlerini tamamlarlar. Güç verirler, güç kazanırlar.
Dünya hayatında tek kanat üzerinde kanatlanılmaz. Akıl ile kalbin buluşması, dünya ile ahiretin dengesini de sağlar.
Gönül ehli olmak kalp ehli olmadır.
Işık kalbe düşünce ruhun aydınlığında gözler açık olur. Güzellikler dışa yansır. Söz sahibi olmak, güzel bir kalbe sahip olmaktan geçer. Arınmış, kirlenmemiş, saf bir kalbe. Gönül ehli olmayı dileyenler önce kalplerini arındırırlar. Zor olanı başarırlar. Çünkü insanın asıl doğası orasıdır, o da çile gerektirir, acılara katlanmayı ve sabrı zorunlu kılar.

