PKK’nın, silahlarını teslim ederek kendisini feshetmesi tarihi bir adım idi. Artık “terör” örtüsünün kalkması ile birlikte Türkiye, konuşulması gereken konular üzerinde tartışmaya başlayacağı bir mecraya girmektedir. Sembolik silah yakma eylemini takiben Tayyip Erdoğan’ın Kızılcahamam’da yaptığı konuşma bu yolda atılan ilk büyük adımdır.
Önce Erdoğan’ın konuşmasında öne çıkanlar:
* 47 yıllık savaş boyunca öldürülen PKK’lılardan “terörist” olarak söz etmedi ve “vatandaşlarımız” dedi. “Terör” edebiyatının bittiği, “siyaset konuşulmaya başlandığının” en somut göstergesidir bu.
*47 yıllık savaş sırasında “Beyaz Toroslar” ve köy yakmalar ve boşaltmalarda ifadesini bulan hukuk dışı uygulamalardan “hatalar” olarak söz etti.
*Savaşın uzun sürmesinin önemli bir nedenini “terör endüstrisinin” oluşmasına ve bundan kar eden çevrelerin varlığına bağladı.
*Son yıllarda kendisinin de inkâr etmekte olduğu Kürt sorununun varlığını kabul etti ve bunun nedeninin Kürtlerle yapılmış anlaşmanın bozulmuş olmasına bağladı. (1995’te Barış Partisi programında bu hususları yazdığımızı bildiğim için, ortada yeni olan bir şey yok denecek olsa bile, bu noktaları devletin ‘özeleştirisi’ olarak okumakta fayda var.)
*Yeni bir anlaşmanın şart olduğunu söyledi. Anlaşmanın üç önemli aktörü var; Türkler, Kürtler ve Araplar. Peki bunları bir araya getirecek çimento ne: İslam. Bu üç grubun Ortadoğu’da yeni bir birleşmeye doğru gitmekte olduğunu -Suriye ve Irak Kürdistan’ı Kürt ve Araplarını ‘biz’ tanımının içine sokarak- söyledi. (Bunu adı konmamış bir konfederasyon olarak okuyabilirsiniz.)
*Türk-Kürt-Arap birlikteliğinin tarihte zaferler getirdiğini, anlaşmanın bozulduğu durumlarda ise sorunların çıktığını söyledi. Yani gelecek için bu üç kuvvet arasında ortaklık ve birleşme şarttır. (Bu söylenenleri ABD büyükelçisi T. J. Barrack’ın Sykes-Picot antlaşmasını eleştirmesi ve Osmanlı Millet Sistemini övmesi ile birlikte okuyun.)
*Kelimeyi kullanmadı ama T.B.M.M.’de kurulacak komisyon ile Türk, Kürt, Alevi, herkesin, birinci vatandaş olduğu yeni bir toplumsal uzlaşma arayışına gidileceğini söyledi. (Demek ki bu ülkenin ana sorunu hala eşit vatandaşlık ilkesinin hayata geçirilmemiş olmasıdır. Bu söylenenleri 1923 Cumhuriyeti ile birlikte ne tür bir rejim kurulmuş olduğu gerçekliği ile birlikte okuyun.)
*Türk, Kürt ve Arap birlikteliğini sağlayacak ana politik aktör Cumhur İttifakıdır. DEM Partisi’ni bu ittifaka ekleyerek AKP, MHP ve DEM partisinin yeni toplumsal sözleşmenin ana ayaklarını birlikte tartışacaklarını söyledi ve konuyu “Meclis komisyonuna” havale etti. Yeni açılım bu üç partinin ortak eseri olacak!
Konuşmada söylenmeyenler:
Tüm konuşmanın içine sinen söylenenler kadar önemli söylenmeyenler vardı. Dört söylenmeyen çok önemli idi.
*CHP’nin üstü çizildi ve yok sayıldı. Toplumun %35’ine yakın kesimine sahip bir partinin üstünün çizilmesinin “düşünülmüş bir tercih” olduğu çok açık! İki önemli soru var cevabı aranması gereken: a- CHP’nin üstü niçin çizildi? Ve b- CHP’nin ötekileştirildiği bir ortamda sözünü ettiği Kürt Arap ve Alevi vb. sorunları çözülebilir mi? (Bu söylenenleri DEM Parti’nin böylesi bir ötekileştirme politikasının parçası olmayı reddedeceği -tahmini, gerçeği- ile birlikte okumakta fayda var.)
*Tüm bir konuşma boyunca, Mustafa Kemal adı bir sefer bile olsa geçmedi! Örneğin Kurtuluş Savaşı’ndan bahsedildi, bu savaşın kazanılmasının Türk-Kürt ortaklığı ile gerçekleştiği kabul edildi ama bu savaşın önderi sayılan kişinin adı bir sefer bile geçmedi. Bu da son derece bilinçli yapılmış bir tercih idi. (Niçin sorusunu sorma hakkımız var. Ve bu soruya verilecek cevaplar tarihi öneme sahiptir.)
*Türk, Kürt, Alevi ve Arap birlikteliğini sağlayacak, bu topluluklar arasındaki sorunların çözümü için gerekli hukuki alt yapının ne olması gerektiği ile ilgili hemen hiçbir şey söylenmedi. Konuşmada (Kürtlere yapılan hukuk dışı uygulamalar dışında) hukuk kelimesi kullanılmadı ve anayasa sözü geçmedi. Tüm konu “sürecin yasal ihtiyaçları” olarak tanımlandı ve konu Meclis’e, kurulacak “komisyona” havale edildi.
*Türkiye’nin Hristiyan ve Yahudi kökenli vatandaşlarının esamesi bile okunmadı! Onlar yok sayıldılar. Hristiyanların, Yahudilerin ve konu hakkında hassasiyetleri olan küçük bir azınlığın dışında bu ‘yok saymanın’ kimseyi rahatsız ettiğini zannetmiyorum. Konuşma sonrası yapılan değerlendirmelerde bu “yok sayma” doğal sayıldı ve bahsedilmeye bile değer görülmedi. Bu gerçeklik, kendilerini ilerici olarak tanımlayan çevrelerin de fiilen Millet-i Hâkime kimliğini sahiplendiklerini göstermektedir.
Unuttuğum bir şey kaldı mı, bilemiyorum. Ama özetle, Tayyip Erdoğan’ın konuşması bir vizyon konuşması idi. Türkiye’ye ve bölgeye yönelik büyük stratejik hedefler ilan etti. Türkiye’ye ilişkin eşit vatandaşlık bölgeye ilişkin konfederasyon diyebileceğimiz bir öneri paketi sundu. Bu nedenle detayların olmaması doğaldır. Ama bize üstünde konuşabileceğimiz, alternatif öneriler sunabileceğimiz bir çerçeve sunmuştur.
Üç hususun altını çizerek bu yazıyı sonlandırayım:
Mustafa Kemal’in adının özellikle anılmamasının nedeni, Türk–Kürt–Arap uzlaşısını esas alacak yeni bir düzen önerisinin, onun kurduğu cumhuriyetin artık işlemediği ve sorun ürettiği varsayımına dayanmasıdır. Erdoğan’ın konuşması, 1923’te inşa edilen devletin temel paradigmalarına yönelik bir eleştiri olarak okunmalıdır.
Kurtuluş Savaşı’ndan Mustafa Kemal’e hiç değinmeden söz edilmesi, bu paradigma değişiminin en belirgin göstergesidir. Etnik-kültürel Türklük temelinde inşa edilen, Kürtleri ve Alevileri dışlayan, eşit vatandaşlık ilkesiyle bağdaşmayan laik devlet modeli terk edilmekte; yerine, Müslüman kimlik etrafında bir İslam milliyetçiliğiyle toplumu birleştirmeyi hedefleyen yeni bir cumhuriyet önerilmektedir. (Hristiyanlar ve Yahudilerin dışlanması da bu kurguya içkindir.)
Bu da beni ikinci noktaya götürmektedir: Mustafa Kemal milliyetçiliği yerine Ziya Gökalp milliyetçiliği ikame edilmektedir. Aslında bu, Mustafa Kemal’in de pragmatik nedenlerle önce benimsediği ve sonra vazgeçtiği 1918-1922 dönemi İslam milliyetçiliğidir. Cumhuriyet, 1920 ve 30’lu yıllarda etnik-kültürel özelliklerle tanımlanmış, ırk esasına dayanan Türkçülük temelinde kurulmuştu. Anayasada T.C. vatandaşları, “Kanun Türklüğü ve Türk Soyundan Gelmek” esaslarına göre ayrılarak ama hangi kategoriye dahil olurlarsa olsunlar Türk sayılmışlardır. Bu sistemin, Kürt, Alevi, Hristiyan ve Yahudileri ikinci sınıf vatandaş sayması kaçınılmazdı.
Öcalan’ın, Kürt varlığı tanınmadığı için silahlı mücadeleye başladık, ifadesiyle anlattığı bu gerçekliktir. Şimdi, Mustafa Kemal’in Müslümanlar arasında hiyerarşi yaratan bu vatandaşlık kavramının terk edileceği ve Ziya Gökalp milliyetçiliği temelinde Müslümanların eşit vatandaşlar sayılacağı yeni bir sisteme geçileceği söylenmektedir. Bu bakışın Kürt varlığını ve gerçekliğini tanımak üzerine oturacağı ise açıktır.
Üçüncü husus, CHP’nin üstünün çizilmesinin bu bağlamda anlam kazandığıdır: CHP’nin yok sayılması, seçim kaygısının çok ötesinde ‘kurucu partiden’ intikam alma arzusunun eseridir. Erdoğan, CHP’yi şu anki Kürt, Alevi, Arap vb. meselelerinin ortaya çıkmasının ana sorumlusu olarak gören bir teorik çerçeve çizmektedir. Bu anlamda ama tersten bir Mustafa Kemal örneği sunmaktadır. Mustafa Kemal nasıl etnik- kültürel özelliklerle tanımlanmış ırk esasına dayalı Türk devletini kurarken, Kürt’ü, Alevi’yi, İslamcıları dışladıysa, Erdoğan da toplumun %35 desteğine sahip bir partiyi ve onda temsil edilen seküler Türkleri dışlamaktadır.
CHP’nin dahil edilmeyeceği bir sürecin tutmayacağını söylemek için kâhin olmak gerekmez. DEM çevresi de buna açık tavır alacaktır. Bu devleti kuran partinin dışlanmasını esas alan yeni bir yapılanma uzlaşma değil çatışma yaratır. Bu nedenle intikam siyasetinin bırakılması gerekir.
Eklenmesi gereken son husus, soruna “Tayyip Erdoğan düşmanlığı” ile yaklaşılmaması gerektiğidir. 25 yılın getirdiği yorgunluk; ülkenin şu an içinde bulunduğu büyük ekonomik kriz ve yoksulluk ve hukuk devletinin en temel ilkelerinin ayaklar altına alınması gerçeğinin bu duyguyu yarattığı tartışma götürmez.
Ama bize sunulan, Erdoğan olmadığı koşullarda da inşa edilmek istenen bir devlet modelidir. Erdoğan’ın bu yeni kuruluş sürecinde ayakta kalamayacak olması kuvvetle ihtimal dahilindedir.
O halde en başta Türkiye’nin kurucu partisi CHP olmak üzere muhalefet çevrelerin üstüne düşen, İslam milliyetçiliğini esas almış yeni bir kuruluş modeli yerine yeni modelin esaslarını açıklamaktır.
Eğer Erdoğan’ın açıkladığı İslam birliğini esas almış Ziya Gökalp milliyetçiliğini eksik ve yetersiz buluyorsak, 1923’te oluşturulan Apartheid rejiminin eleştirisi üzerine oturmuş yeni bir model önermek zorundayız.
Kaynak: medyascope.tv