Tarih: 23.10.2020 18:05

Tasavvuf fıkhu’l-bâtın ya da İhsan olabilir mi?

Facebook Twitter Linked-in

Tasavvufun tanımlamaya devam edelim. Bilindiği gibi bazıları ona ‘fıkhu’l-bâtın’, yani iç dünyamızın, duygularımızın fıkhı derler. Onu en güzel anlatan tariflerden birisi budur. Çünkü biz sadece etimizden kemiğimizden ve zahir/dış duyularımızdan ibaret değiliz. İç/batın duygularımız bundan çok daha fazladır ve karmaşıktır. Onların da düzenli çalışıyor olması gerekir. Gönlümüz, tasavvurlarımız, hayallerimiz, zanlarımız, hissedişlerimiz düzensiz, ölçüsüz olabilir mi? Kaldı ki, zahir eylemlerimiz de batınımızın yansımasıdır. Allah’ın bile ez-Zahir, el-Batın isimleri vardır. Görünen her şey O’nun ayeti olduğu gibi, görünmeyen her şeyde de O’nun hükümranlığı geçerlidir, O’nun iradesine aykırı bir hayal bile olmamalıdır. Kısaca bâtınımız da O’nun istediği gibi olmalıdır.

‘Fıkhu’l-bâtın’ tanımı bize şunu anlatır: Fıkıh mükellefin fiillerinin meşruiyet ölçüsünü tespit çabası olduğuna göre, onun bâtın fiillerinin, yani duygu dünyasının da sağlam bir meşruiyet ölçüsü olmalıdır. Fıkıh/iyi anlama her iki alan için de gereklidir.

Bir ahlak ve tezkiye-i nefs eğitimi olarak tasavvufu en iyi anlatan naslardan biri, Cibrîl hadisidir. Bilindiği gibi orada Resulüllah (sa) dini ‘İman, İslam ve İhsan’ olarak anlatmıştır. Bunları akide, fıkıh ve tasavvuf diye anlamamızın bir sakıncası olmaz.

Şimdi ilk sufilerin Kitab’a uygun tasavvuf tariflerinden bazılarını verecek, sonra tereddütlerimizi irdelemeye devam edeceğiz.

Tasavvuf: ‘Yüce huylarla bezenmek, âdi huylardan arınmaktır’. ‘Emir ve nehileri uygulamadaki sabırdır’. ‘Bazen bu yolda kalbime ilginç şeyler gelir ama Kitap’tan ve Sünnet’ten iki adil şahit bulmadan onları kabul etmem’(Cüneyd).

‘Tasavvuf Allah’a yönelişteki sadakattir’ (Zerruk). ‘Şeriatın sınırlarını aşmamak, azimetleriyle amel etmektir’.

‘Tasavvuf Hakk’a karşı sadakat, halka karşı iyi muameledir’. ‘Yolumuz Kitap ve Sünnet’e bağlılıktır, onlara aykırı giden bizden değildir. Sen Kitab’ı ve Sünnet’i iki kanadın haline getir ve onlarla Allah’a doğru uç. Kitap ve Sünnet onaylamadığı halde gerçek sanılan her şey zındıklıktır (Geylani).

‘Bir adamın keramet olarak havada uçtuğunu dahi görseniz, Allah’ın emir ve yasakları, Şeriatın sınırları karşısındaki duruşunu görmeden bunlara asla aldanmayın’ (Bestami).

‘Tasavvuf kalbi Allah’a ayırmak, O’nun dışındakileri/masivayı büyütmemektir’ (Gazali).

Bunlara itiraz edilebilir mi? Görüldüğü gibi ilk tarifler daha İslamidir, sonrakiler felsefeye ve batıniliğe kayar.

Tekrar edersek bizim yapmaya çalıştığımız şey bir tasavvuf savunması ya da düşmanlığı değil, bir Müslüman olarak bir hakikat arayışı ve neye nasıl bakacağımızın tespit gayretidir.

Çünkü tasavvuf kadar ondan söz edenlerin iki aşırı uca savrulduğu bir başka alan yoktur. Tasavvuf yolunu seçenlerin bir kısmı onu işin aslı olarak bilip şeriatın diğer alanlarını, hatta ibadetleri kabuktan ibaret ve avama mahsus görürken, tasavvufa karşı olanların bir kısmı da tasavvufu her çeşidiyle şirk olarak tanımlar. Gerçi duygu eğitimine, tezkiye-i nefse, takvaya, kısaca batına, önem vermeyen ve fıkhı kuru bir sınır çizme gibi sanan anlayışlarda bir kabuklaşma, diğer ucuyla meşruiyet ölçüsü aramadan bir duygu denizine dalmakta da sayısız şirk belirtileri ve batınilik yok değildir. Mesele yine işin ortasını bulabilme meselesidir.

Şu soruları sorarak ilerleyelim:

Tasavvufla fıkıh ya da şeriat ayrı şeyler midir, yoksa insan bedeni benzetmemizde olduğu gibi bunlar bir bütünün farklı özellikleri midir? Allah bir zahir bir de bâtın din mi göndermiştir. Bunların biri avam için, diğeri özel insanlar için midir? Yoksa Allah’ın dini bir bütün olarak herkesten istenen, farklı yönleriyle her seviyedeki duyguyu tatmin eden tek bir din midir?

Zahir ve batın birbirinden ayrılırsa ne olur? Şeriat, tarikat, hakikat ve marifet birbirinden bağımsız alanlar mıdır? Yoksa şeriat Allah’ın dininin herkes ve her şey için geçerli olan ölçüsü, tarikat onu ihsan düzeyinde yaşama gayreti, hakikat bu gayretin sonucunda ulaşılan gerçeklik, marifet de bu gerçekliğe ulaşılmasıyla kulda oluşan Allah bilinci, bundan duyulan itminan, razı ve marzî olma hali midir? Biz bu sonuncunun doğru olduğu kanaatindeyiz. Bunun dışında bir yolun doğru olabileceğini gösteren akli ve nakli deliller yoktur. O halde dini şeriat, tarikat, hakikat, marifet gibi birbirinden kopuk kompartımanlara ayıranların zanları ve ölçüsüz hissedişleri dışında akli ya da nakli delilleri yoktur. Varsa onlara Allah’ın bize öğrettiğini söyleriz: ‘Eğer dediğiniz doğru ise delilinizi getirin’.




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —