Tarih: 15.03.2019 15:43

Tanrı tarihte midir?

Facebook Twitter Linked-in

Tarih bir bilim olarak yüzyıllardır insanlığın gündemindedir ve ortak hafıza olarak bize bir perspektif te çizer. Kur´an-ı Kerim´de tarih, içinden ?şimdi? ve ?geleceğe? mesajlar çıkarılan bir anlatı olarak da dikkat çeker. Kıssalar tekrar anlatılır gibi görünse de, esasen her anlatımda yeni bir içeriğin altı çizilmektedir.

Eski Yunan´da tarih, daha çok birbirine benzemeyen olayların hikayesi olarak görülmüş ve bu bağlamda istoria/Theoria zıddiyeti yaşanmıştır. Bunun anlamı; tarihi vakalar dağınık ve biricik olaylardan oluştuğu için anlaşılamaz kanaatinin yaygınlığıdır. (Bkz. Şahin Uçar, İslam´da Mülk ve Hilafet, s. 10) İbn Haldun tarihçi olarak başladığı kariyerine tarih felsefesi ve sosyolojiyi de eklerken, tarihin dağınık bir olaylar yığını olmadığını; tarihsel olayların belirli bir düzenlilikte işlediğini ifade etmiştir. Bu İbn Haldun´un birinci katkısıdır ki, bir meta teori olarak bedeviyetten hadariyete doğru gidişi bize anlatır. Asıl önemli olan ikinci katkısı ise, tarihi olayların gerçekliğini ?ictimai hadiselerin tabiatı? şeklinde kavramsallaştırdığı bir kriterle anlamaya çalışır. Böylece rivayetçilikten gerçekçiliğe ve kesinliğe doğru gitmek ister.

Tarihi burada konu etmem aktüel bir problemden kaynaklanmaktadır. Kanaatimizce problemin nirengi noktasını Tanrı-insan ve tarih arasındaki ilişki oluşturuyor. Problemi daha da küçültürsek, Tanrı´nın tarihte nasıl konumlandırıldığı odaklanmamız gereken yerdir. Temel iddiam şudur; Müslümanların bugün yaşadığı sıkıntılar, büyük oranda tarihe bir özne olarak çıkamamaları, tarihi Tanrı´nın yegane aktör olduğu bir alan olarak görmeleridir.

Modern zamanlarda Tanrı, insan ve tarih ilişkisi bağlamında üç tavrın görünür olduğunu söyleyebiliriz. Bunlardan ilki, tarihin kendi içinde bir ereği olduğunu, bu ereklilik doğrultusunda aktığını savunmaktadır kısaca. Buna ?tarihsicilik? ismi verilmektedir. Doğrusu böyle bir tarih anlayışında Tanrı da insan da bir aktör olarak görünmez. İlerlemeci tarih anlayışı ile tarihin sonunda mutlak uyum ve mutluluk düşüncesi ya da cenneti üretenler böyle bir anlayışın içinden konuşmaktadırlar. Burada bilhassa insanın edimlerinin ne anlama geldiği ciddi bir soru olarak karşımıza çıkar. Söz gelimi; tarihin ereği sınıfsız ve mülkiyetsiz bir toplum ise, insan neyi nasıl değiştirebilecektir?

İkincisi, tarihin tamamıyla Tanrı´nın planlarının gerçekleştiği bir alan olarak tanımlanmasıdır ki, bu bazan direkt Tanrı´nın müdahalesiyle bazen da insan dolayımıyla gerçekleşmektedir. Ancak her halükarda bu anlayışta tarih, insanın edimler alanı olmaktan çıkar. Bu anlayış, toplumsal hayatta insanın elinden özne rolünü aldığı gibi, onu tarihin akışına bırakır. Doğrusu bir ve ikinci yaklaşım, insana biçilen rol bağlamında sonuçları açısından aynıdır.

Üçüncü anlayış ise, temelde tarihi insanın edimler alanı olarak görür. Yani tarih, temelde insanın yapıp etmeleriyle şekillenen, akışı belirlenen bir alandır. Bu anlamda, insanın bir özne olarak tarihe girişi söz konusudur. Fakat buradaki sorun; Tanrı´nın tarihin neresinde durduğudur? Tanrı´yı tarihin içinde insan gibi bir aktör olarak görmek, yukarıda belirtilen handikapları tekrar etmek demek olur. Bununla birlikte Tanrı´nın tarihle ilgili olduğu ve akışı insan öznenin edimlerinden bağımsız olarak değiştirmediği belirtilmelidir.

Batı sürekli ?Tarihin sonu? gibi tezler üretirken, Müslüman dünya da bir özne olarak tarihe girmemekte direniyor; Tanrı´yı ise yanlış biçimde kendi yerine ikame ediyor. 




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —