Tarih: 07.08.2019 12:54

Suriye ve Suriyeli sığınmacılar meselesi

Facebook Twitter Linked-in

Suriyeli sığınmacılara dair tartışmalar son günlerde arttı. Kamuoyundaki zıt fikirler ne derece karmaşık bir durumda olduğumuzu gösteriyor.

Taraflar hayli farklı sebepler ileri sürerek Suriyeli sığınmacılara dair tartışmanın lehinde veya aleyhinde tavır takınıyor. Bunda iktidara yakın veya uzak olmanın ya da siyasi, ideolojik dünya görüşünün azımsanmayacak bir payı bulunuyor.

İnsanlar farkında olarak veya olmayarak içinde bulunduğu koşullara göre sığınmacılara yaklaşıyor. Suriyeli göçmenlere karşı rasyonel değerlendirmelerden ziyade, sevgi veya nefret dili tutum ve davranışlara yansıyor.

BM Mülteciler Yüksek Komiserliğinin son verilerine göre, dünyadaki kayıtlı Suriyeli sığınmacı sayısı 5 milyon 625 bin 871.

Yine BM Mülteciler Yüksek Komiserliği ve İçişleri Bakanlığı´na bağlı Göç İdaresi´nin verilerine göre Temmuz 2019 itibariyle 3 milyon 643 bin 870 Suriyeli geçici koruma kapsamında Türkiye´de bulunuyor. Buna göre, ülkelerini terk etmek zorunda kalmış olan Suriyelilerin yüzde 64´ten fazlası Türkiye´ye sığınmış durumda.

Sınır kapılarını açmak, gelin diye çağrı yapmak ne denli kolaysa, sığınmacılara insani koşullarda yaşama imkânı sunmak o denli zor. Hele sığınmacılarla, vatandaşları bir arada huzur, barış, esenlik içinde yaşatabilmek hayli zahmetli bir iş. Türkiye´nin 2012 yılından bu yana yaşadığı tecrübe ve giderek içinden çıkılmaz bir hâl alan toplumsal meseleler bunu gösteriyor. 

Türkiye´nin ardından Suriyeli sığınmacıların en fazla bulunduğu 10 ülke Lübnan, Ürdün, Almanya, Irak, Mısır, İsveç, Sudan, Avusturya, Yunanistan ve Hollanda.

Ülke

Suriyeli sığınmacı

Türkiye

3.634.378

Lübnan 

946.219

Ürdün

676.283

Almanya

584.461

Irak

252.526

Mısır

132.871

İsveç

111.696

Sudan

93.502

Avusturya

50.717

Yunanistan

38.035

Hollanda

33.779

Kaynak: UNHCR


Coğrafi keşifler, sömürgecilik ve göçler

15 ve 16. yüzyılda gerçekleşen coğrafi keşifler sadece dünyayı tanımaya yönelik masumane keşifler değildi, zenginlik peşindeki Avrupa ülkelerinin dünyanın dört bir yanını sömürgeleştirme çabasının bir hikâyesiydi. Başta köle ticareti olmak üzere, yerli toplumların sosyo-ekonomik ve siyasi yapılarının yıkıma uğraması, kaynaklarının taşınması, işgücü ve nüfusun dramatik kaybı başta Afrika olmak üzere dünyanın dört bir köşesine acı ve yıkım tohumları ekmişti. Yüzyıllardır da bu acılar yeniden üretilip durdu.

Sanayileşme döneminde işgücüne duyulan ihtiyaç büyük iç ve dış göçleri tetikledi. Dünya savaşları yol açtığı devasa yıkımlarla sadece büyük kayıplara değil, göçlere ve nüfus dalgalanmalarına da sebep oldu.

Göçün dünya tarihindeki etkilerini ve sonuçlarını sağlıklı biçimde değerlendirmek için Hunların Çin sınırlarından batıya doğru hareket etmesiyle başlayan, neticede Roma İmparatorluğu´nun sonunu hazırlayan, ilk çağı kapatıp Ortaçağı başlatan, Avrupa´nın sosyal ve siyasal yapısını yüzyıllar içinde derinden biçimlendiren Kavimler Göçünü hatırlamak yeterli olacaktır. 

Daha öncesine bakmak isteyenler ise, M.Ö. 12. yüzyılda Miken uygarlığının yıkılmasıyla sonuçlanan Dor istilasını hatırlayabilirler. Bu istila büyük bir göç dalgası şeklinde gerçekleşmiş ve Ege ´de kurulu yapıların çöküşüyle sonuçlanmıştı.

Anadolu ve Suriye açısından ise, Haçlı Seferlerini ve Moğol istilasını anmak gerekir. Belki daha düşündürücü olan, bir vakitler Halife Harun Reşid döneminde Binbir Gece Masalları´nda zenginlik ve ihtişamıyla tasvir edilen Bağdat ve Şam  gibi şehirlerin bugünkü hali. Farabi gibi bir İslam düşünürünün hayatını geçirdiği beldeler bugün viraneye dönmüş; iç savaşlarla, yıkımlarla, felaketlerle, göç ve sığınmacılarla anılıyor. Bu beldelerde acı ve ıstırabın giderek normalleştiğine tanık oluyoruz.

Gündelik hayatta sığınmacılar söz konusu olunca tepkiler ciddi ölçüde farklılaşıyor, ölçüsüzleşiyor, rasyonel zeminden kayıyor.

Avrupa Birliği´nin Suriyeli sığınmacılara yaklaşımı

AB ülkelerinin sığınmacılara yaklaşımı büyük ölçüde tepkisel ve kendini korumaya yönelik. Tarihin uzak veya yakın farklı dönemlerinde yaşadığı göç dalgaları sosyo-ekonomik ve siyasi etkileri bakımından Avrupa´nın hafızasında canlılığını koruyor görünüyor. AB kendi güvenliğini riske atmadan, konforunu kaybetmeden çözüme kısmen katkı sağlamayı önceliyor. Göç, entegrasyon veya üyeliğe dair hususlar gündeme geldiğinde Avrupa´nın yüksek değerlerinden ve hazmetme kapasitesinden bahsetmeleri bu tavırlarını yansıtıyor.

Tümüne genellemek sağlıklı olmamakla birlikte, çoğu AB ülkesi sığınmacılar konusunda olumsuz ve duyarsız bir tavır takınıyor.  Macaristan, Sırbistan ve Hırvatistan sınırına çekilen dikenli ve jiletli tel örgüler, kucağındaki çocukla koşarak sınırdan geçmeye çalışan bir mülteci babaya karşı Macar bir gazetecinin taktığı çelme hafızalarda hâlâ canlılığını koruyor. Macar üst mahkemesinin o gazeteciyi suçsuz bulması ise meselenin nasıl görüldüğünü göstermesi bakımından manidar ve Avrupa´nın tavrı ve politikalarını anlamak için sembolik önem taşıyor.

AB içinde Almanya´nın yaklaşık 600 bin Suriyeli sığınmacı kabul etmesi kuşkusuz dikkate değer. Fakat geriye kalan ülkelerin tavrı pek olumlu görünmüyor. Fransa´nın 19 bin, İtalya´nın 5 bin; Polonya, Portekiz, Çek Cumhuriyeti gibi ülkelerin yaklaşık 500´er sığınmacı kabul etmiş olması AB´nin meseleye yaklaşımını gözler önüne seriyor.

AB´nin Türkiye´ye biçtiği rol

AB´nin, Suriyeli sığınmacıların Avrupa´ya geçmesini önlemeyi ana politika olarak benimsediğini ve bunun için Türkiye´yi tampon bölge olarak gördüğünü sağır sultan dahi biliyor. Türkiye ile yapılan Geri Kabul Anlaşması çerçevesinde 6 milyar Avro yardım taahhüdü Türkiye´nin de bu rolü benimsediğini gösteriyor.

Türkiye´ye tampon bölge rolü biçen bu anlaşma sayesinde AB kısa süreliğine Suriyelilerin Avrupa´ya erişimini önlemiş görünüyor. Ancak orta-uzun vadede tampon bölge olarak kullanılan Türkiye´nin yaşayacağı sorunların da, daha büyük sorun olarak kendisine yansıyacağını hesap etmemesi AB´nin kısa görüşlülüğünü gösteriyor. Türkiye de, bu anlaşmayla, refah düzeyi yüksek AB  ile Ortadoğu´nun çatışan ülkeleri arasındaki bir güvenlik alanı olmayı kabul etmiş görünüyor. Bunun Türkiye açısından gururla üstlenilebilecek, uzun vadede pozitif sonuçlar doğuracak bir politika olmadığı açık.

ABD ve Rusya´nın Suriyeli sığınmacılara yaklaşımı

Türkiye´nin Suriye ile 900 km sınırı bulunuyor. Suriye´de yaşananlardan birinci derecede Suriye ve Türkiye etkileniyor. Fakat aralarındaki küresel rekabetin bir sonucu olarak, vekâlet savaşlarıyla Suriye´yi bir bataklık haline getiren ABD ve Rusya´nın gündeminde mülteci meselesi hiç de önemli bir yer tutmuyor. ABD´nin kabul ettiği sığınmacı sayısı 11 bin, Rusya´nın ise sadece bin civarında. ABD´nin başından itibaren Suriyeli mültecilerle ilgili harcadığı para 8,5 milyar dolar. 2012-2019 yılları arasında Türkiye´deki sığınmacılara yardım amacıyla harcadığı miktar ise 814 milyon dolar. 2019-2020´de Türkiye´deki sığınmacılar için 135 milyon dolar yardım yapmayı planlıyor.

ABD´nin Suriyeli mülteciler için Türkiye´ye yapmış olduğu yardımı, 2012 yılından bu yana Türkiye´nin tek başına harcadığı 37 milyar dolar ile kıyaslamak mümkün bile değil.

Meselenin mahiyetini anlamak için bazı verilere değinmek gerekir, Savaşın maliyetine dair yapılan bir araştırmaya göre,  ABD´nin 2001-2019 yılları arasında başta Afganistan, Pakistan, Irak ve Suriye olmak üzere savaşlara 5,9 trilyon dolar harcadığı belirtiliyor. ABD´nin sadece Suriye savaşı için yaptığı harcama 2014-2019 yılları arasında 54 milyar dolar civarında.

Başka bir araştırmaya göre, Rusya´nın Mart 2018´e kadar Suriye savaşı için harcadığı miktar 172,3 ile 245,1 milyar ruble (3,3 ile 4,4 milyar dolar) arasında değerlendirilmektedir.

AB´nin ise tampon bölge olması karşılığında Türkiye´deki Suriyeli sığınmacılar için taahhüt ettiği 6 milyar Avronun, 2016-2019 dönemini kapsayan 4 yılda, kişi başına hayli kısıtlı bir kaynak anlamına geldiği görülmektedir. Önümüzdeki üç yılda AB´nin, her yıl tüm Suriyeliler için 560 milyon Avro ayırmayı planladığı dikkate alınırsa, sığınmacılar konusundaki ilgisinin giderek azaldığı sonucu çıkarılabilir.

Hâlbuki BM açıklamalarına göre 11,7 milyon Suriyeli yardımlarla ayakta durabiliyor. Ve bu yıl Suriye´ye 3,3 milyar, sığınmacılara ev sahipliği yapan ülkelere ise 5,5 milyar dolar gerekiyor.

Dünya ölçeğinde tabloya bakıldığında rekabet eden ve çatışan tarafların Suriye´ye dair stratejilerinin ve beklentilerinin hayli farklı olduğu ve Suriyeli sığınmacılar konusunda meselenin giderek içinden çıkılamaz bir hâl aldığı görülüyor. Özellikle ABD ve Rusya açısından sığınmacılar konusunun ikincil, hatta üçüncül derecede dahi önem taşımadığı anlaşılıyor.

Bir bakıma, ateş düştüğü yeri yakıyor.

Suriyeli sığınmacılara dair tepkileri nasıl yorumlamalı?

Her göç bir ayrılıştır, haliyle içinde heyecan, endişe, korku barındırır. Hele söz konusu olan zorunlu göçse? İnsanlar savaş, katliam, çatışma gibi hayatlarına kasteden sebeplerle iltica ediyor, sığınmacı oluyorsa... İnsanların tanımadıkları topluluklarla beklenmedik koşullarda karşılaşması, bir anlamda birbirine maruz kalması elbette endişeleri de beraberinde getirir. Kimi hayata nasıl tutunacağını, kimi geçim derdini düşünür. Kaygılar, korkular had safhaya ulaşır, insanların sevgi ve merhamet duyguları kadar nefret duyguları da harekete geçer.

Türkiye´de yaşananlar da istisna değil.

Kimileri Suriyeli sığınmacıları günah keçisi görüyor, buna göre tepki veriyor. Sığınmacıların kendi işini elinden aldığından, yaşam koşullarını zorlaştırdığından yakınıyor.  Milliyetçilik hisleri farklı yönlere kayıp, ötekileştirme ve yabancı düşmanlığına dönüşebiliyor.

Ülkemizde insanlar Suriyeli sığınmacılarla evrensel değerlerin yanı sıra tarih ve inanç birlikteliği üzerinden de empati ve özdeşlik kuruyor. Fakat her iki kesimde de eğitim, kültür, bilgi eksikliği had safhada görünüyor. Bir arada yaşama süresi uzadıkça, misafirlik anlayışı yerini daha güncel meselelere bırakıyor. Gerçek veya hayali yaşanan sorunlarda ekonomik etkenler belirleyici oluyor. Mesele sığınmacıların geçici mi, kalıcı mı olduğu konusunda düğümleniyor.

Sığınmacılara yönelik yükselen tepkilere karşı ağırlıklı olarak iktidara yakın kesimlerde bir savunma refleksi gelişiyor. Bu savunma refleksi, toplumsal talep ve baskıları azaltma veya etkisizleştirme amacı güdüyor. Bu bakımdan savunma refleksi ile hareket edenler, savunmayı kolaylaştıracak araç ve gereçler olarak ahlaki ve dini söylemler üzerinden bir savunma hattı kurmaya çalışıyorlar. Fakat ahlakın kendisi bu süreçte bir araca dönüşüyor. Kamusal alanda yapılan tartışmalarda, gerekçeler ve talepler yeterince ikna edici görünmüyor. Çünkü savunmacı yaklaşımın talepleri eleştiri içermiyor, sebep ve sonuçlar arasında ilişkiler kurmuyor, yapısal arka planı görmezden gelmeyi öneriyor veya maskelemeye çalışıyor. Çözüm üretmekten ziyade, bir bakıma insanları olup biteni kabullenmeye zorluyor. 

Sığınmacılar konusunda, kurumsal yapılar ve düzenlemeler yeterince işlemeyince sorunlar kişiselleştiriliyor. Polemiklerle mesele toplumda yaygınlaşıyor. Verimsiz ve huzursuz bir zemin, toplum için olduğu kadar Suriyeli sığınmacılar için de katlanılması güç koşullar anlamına geliyor.

Meseleye nasıl yaklaşmalı?

Suriyeli sığınmacılar konusunu birkaç düzeyde ele almak gerekiyor. Bir defa sığınmacı sayısının en yüksek olduğu ülkenin Türkiye olduğunu unutmamak icap ediyor. Haliyle hem sığınmacıların Türkiye´ye etkilerine, hem de yaşam koşullarının iyileştirilmesine dair daha etkili çalışmalara ihtiyaç duyuluyor.

Türkiye´nin Suriye ile AB arasında bir tampon olmaktan ve ABD ile Rusya arasında sıkışmaktan ziyade, oyun kurucu bir rol üstlenmesine ihtiyaç var. Suriyeli sığınmacıların yurtlarına barış ve esenlik içinde dönmeleri için Türkiye´nin Suriye´de barışın sağlanmasında belirleyici bir rol oynaması zorunlu.

Sığınmacılar konusunun Türkiye ve Suriye açısından birinci derecede, AB açısından ikinci derecede, ABD ve Rusya açısından üçüncü veya daha düşük derecede önem taşıdığını not ederek oyuna başlaması gerekiyor. Diğer ülkelerin yapmayı vaat ettiği yardımların çözüm için çok sınırlı bir katkı sağladığını bilerek, hiç vakit geçirmeden kalıcı çözümlere odaklanmalı.

Bu kapsamda Türkiye ve Suriye yönetimlerinin en üst düzeyde, doğrudan ve şeffaf şekilde uluslararası kamuoyu önünde görüşme başlatması hayati derecede stratejik bir adım olarak, yıllardır öylece atılmayı bekliyor. İçeride ise tüm tarafların görüş ve eleştirilerini hesaba katan, kısa, orta ve uzun vadeli adımları toplumun geniş kesimlerini katarak belirleyen bir yaklaşıma ihtiyaç bulunuyor.

Bilgi ve şeffaflığın bu süreçte stratejik bir unsur olduğunu unutmamak gerekiyor. İster Platon gibi ?Bilgi, erdemdir?, ister Bacon gibi ?Bilgi güçtür? densin, bilgiye ve şeffaf bilgilendirmeye ne derece yer verilirse, etkili ve verimli çözümler üretilebilecektir.

Yoksa Suriyeli sığınmacılar güç koşullarda var olmaya çalışırken, toplum da sonuçsuz tartışmalarla enerjisini tüketmeye devam edecektir.

Kaynak: independent Türkçe

 




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —