Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

Sünnilik ve KHK’lılar

Gökhan Bacık, KHK’lıların yaşadığı dışlanma, dinden kopuş ve Sünnilikte itaat anlayışı üzerinden Türkiye’de din, iktidar ve mağduriyet ilişkisi üzerine bir değerlendirmede bulundu.

Sünnilik ve KHK’lılar

KHK’lılarla ilgili bir anket yapan MAK’ın sahibi Mehmet Ali Kulat, “Bu anketten sonra tansiyon ilacı kullanıyorum. Hukuksuzluğa uğrayanların en az dörtte biri psikolojik destek almak zorunda. KHK’lıların çocukları dindarlardan nefret ediyor” demiş.

Konuyu yakından takip eden birisi olarak bu duruma şaşırmadım. Eğer Türkiye’yi Hindistan’daki kast sistemiyle açıklamak gerekirse, şüphesiz KHK’lılar, “parya” olarak tanımlanabilir. Hint kast sisteminde paryalar, şudra sınıfının bile altındadır. Evrim Ağacı’ndan, paryaların (veya diğer adlarıyla dalitlerin) durumunu kısaca özetleyelim: “Bu kişilerin hiçbir hakları yoktur. Kast sistemi içindeki kimseye dokunamazlar ve bu nedenle bu ismi almışlardır. Köylerin ve kasabaların dışında yaşamak zorundadırlar. Parya olduklarını belli eden bir sembolle dolaşmak zorundadırlar. Kastlara mensup olanların yapmak istemediği tuvalet temizleme gibi ‘kötü’ ve ‘pis’ kabul edilen işleri yapmakla sorumludurlar. Tüm bunların yanı sıra, kast sistemindeki insanlar tarafından ciddi bir aşağılanma ve değersizleştirmeye uğrarlar.”

Şimdi, Kulat’ın açıklamasındaki ikinci noktaya bakalım: KHK’lıların çocuklarının dinden soğuması, hatta dindarlıktan nefret eder hale gelmesi. Bu durumu, ben de görüşüp sohbet ettiğim çok sayıda KHK’lıda gözlemledim. Dinden nefret etmeye başlamanın ötesinde, pek çok KHK’lı, yaşadıklarına ve özellikle yakın çevrelerinin kayıtsız kalmasına dair sorular sormaya başlıyor. Bu, üzerinde durulması gereken bir konu ve KHK’lıların çoğunun güçlü bir dindar kimliği temsil ettiği düşünülürse, Sünnilik ile de doğrudan bir ilişki olduğunu unutmamak gerek.

Gökhan Bacık yazdı: Sünnilik ve KHK'lılar

 

İtaat ve ibadet dini

KHK’lılar, genellikle şu soruyu soruyorlar: “Biz, dindar ve toplumun çoğunluğuyla aynı Sünni gruptanız, neden kimse bizim mağduriyetimizi anlamıyor?” Bu sorunun cevabı, Sünniliğin tarihinden kaynaklanıyor.

Sünnilik, başlangıcından itibaren bir itaat paradigması olmuştur. Bu anlayışa göre, toplumda düşman konumuna düşüldüğünde, Sünniliğin bu durumu izah edecek veya savunacak bir teorisi yoktur. Burada şunu not etmekte fayda var: Bir toplumda kimin düşman olduğu, devletin kararına bağlıdır. Kısacası, devlet bir grubu düşman ilan ederse, Sünniliğin buna karşı bir mazlumiyet teorisi üretmesi beklenemez.

Metaforik bir ifadeyle söylersek: Devlet ve toplum tarafından dışlanan bir Sünni, eski fıkıh kitaplarına bakarak çözüm aramasına boşuna girişmemelidir. Çünkü Sünni literatüründe, mağduriyeti anlatan bir “mazlumiyet teorisi” bulunmaz. Aksine, devletin düşman ilan ettiği kişilere toplum, bazen devletten daha fazla tepki gösterebilir. Türkiye’de Sünniliği eleştiren Mustafa Öztürk, İsrafil Balcı, İlhami Güler gibi akademisyenler de bu konuda ayrıntılı değerlendirmelerde bulunmuşlardır. Bu uzmanların da altını çizdiği gibi kritik nokta şudur: Sünnilik bir itaat teorisi olduğu için asla bir eleştiri teorisi üretememiştir. Bunun kaçınılmaz sonucu da ezilenlerin yani muhaliflerin kendini savunacağı bir dil ve argüman üretememesidir. Kısacası Sünnilikte, dinsel jargon ile konuşursak, ya muteber Sunnisinizdir yahut şaki.

Yani, Sünnilik, Şiilik veya Alevilik gibi bir duruma denk gelmez. Bu nedenle, kendi toplumları tarafından düşmanlaştırılan Sünniler, hızla Şii veya Alevi söylemlerinden destek almaya başlarlar. Akla hemen Kerbela gelir, Hüseyin gelir… Kısacası, eğer bir Sünni iseniz, ehli sünnet ile (yani kendi toplum ve devletinizle) kavga etmemek gerekir. Eğer toplumda düşerseniz, devlet vururken etrafınızdakiler de “sen az vurdun, ben de vurayım” diyebilir. Bu yüzden Sünnilik, Roma’ya benzer. Eğer toplumla kavga edip kaybederseniz, belki de en iyisi “Roma’yı terk etmektir”.

İbadet cidden sünniliğin temel taşı mı?

Ben çok dindar Sünnilerin etkin olduğu kurumlarda çalıştım. Burada şu fantastik durum vardı: İnsanların sendika hakkı yoktu. Maaşlarının düşük olması nedeniyle greve gitmeleri yasaktı. Hatta bu tür talepler, ayıp sayılırdı. Ancak, etkin Sünni dindar yöneticiler, namaz gibi ibadetlere son derece hassastılar. Buna fantastik dememin nedeni, durumun şuydu: İnsanların emekleri, yaşam standartları gibi temel hakları çözüme kavuşturulmadan, namaz gibi ikincil konular sürekli ön planda tutuluyordu.

Bunu daha somut bir örnekle açıklayayım. Türkiye’de insanların neredeyse yarısı asgari ücretle çalışıyor. Mesela, ben bir camiye gidip “Hocaefendi, asgari ücret konusu gündemde, bunu Cuma hutbesinde dile getirseniz iyi olur” desem, sanırım hoca beni deli olarak görür. Üstelik cami cemaatinin büyük bir kısmını, asgari ücretle çalışanlar ve emekliler oluşturuyor.

Sünni mekanlar, bir nevi Sünni iktidar alanıdır. Bu durum, Abbasi Halifesi Kadir’in (991-1031 yılları arasında görevde kaldı) Sünniliği kendi adına yeniden tanımlamasıyla başlar. O tarihten sonra camiler, adeta birer iktidar alanına dönüşür. Türkiye’deki camilerde, halkın büyük bir kısmı asgari ücretle hayatta kalmaya çalışırken, hutbelerde “iftitah tekbirinde kulakları biraz bastırmak müstehap” gibi konular konuşulabilirken, asgari ücret zammı gibi temel ekonomik taleplerin dile getirilmesi neredeyse imkansızdır. Sünni iktidar alanı olan camilerde (yahut cemaat ve tarikat mekanlarında) özgürlük, geçim, maaş, sendika gibi konular asla birincil dini konu olamaz. Bu mekanlarda din birincil olarak ibadet yani namaz gibi konular üzerinden inşa edilir.

Ancak burada bir çelişki var. İlk bakışta Sünni dindarlık, ibadetler ve ritüeller üzerine şekillenmiş gibi görünür. Örneğin, Türkiye’de dindar olmanın altın göstergesi namaz kılmaktır. Fakat Sünni fıkhı, namaz kılmayanı dövülmesi gerektiğini bile savunan kitaplara tolerans gösterirken, devletle ilişkisi iyi olan, namaz kılmayan bir kişi, yine de toplumda saygı görebilir. Ama tam tersine, beş vakit namaz kılmaya özen gösteren bir KHK’lı, “tam bir Müslüman” olarak kabul edilmez.

Buradan şunu anlıyoruz: Sünnilikte ibadete yapılan vurgu, aslında siyasi bir söylem, hatta propaganda aracıdır. Sünnilik, “beş vakit namaz kılan bir Müslümana şu yapılamaz” diye bir kırmızı çizgi çizemez. Yani, sabah-akşam namazını dindarlığın merkezi kabul eden Sünnilik, bir gün gelir ve sizin namazınızı da kabul etmez.

 

Kaynak: medyascope.tv



Anahtar Kelimeler: Sünnilik ’lılar

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

HABERLER