Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

Sumûd: İsrail İşgaline Karşı Filistinlilerin Direniş, Kararlılık ve Onur Mücadelesi

Nuh Arslantaş, dünyada ve İslam dünyasında sömürgeciliğe ve emperyalizme karşı mücadele eden şahıs ve hareketlerden yola çıkarak, Sumud’un, Filistin halkı için var olan önemine değiniyor.

Sumûd: İsrail İşgaline Karşı Filistinlilerin Direniş, Kararlılık ve Onur Mücadelesi

İsrail’in 7 Ekim 2023’ten bu yana Gazze’de 703 gündür aralıksız sürdürdüğü saldırılar, dünyanın dört bir yanında yükselen tepkilere rağmen hız kesmeden devam etmektedir. 

Üniversitelerden sendikalara, içlerinde Yahudilerin de bulunduğu sivil toplum kuruluşlarından dinî liderlere kadar farklı toplumsal kesimlerin öncülüğünde düzenlenen kitlesel gösteriler ve yayımlanan ortak bildiriler, Gazze ile dayanışma çağrılarını giderek çoğaltmaktadır.

Bütün bu çabalara rağmen saldırıların sürmesi hem uluslararası sistemin adalet mekanizmasını hem de küresel vicdanı derinden sarsmaktadır. Gazze’de yaşanan trajedi artık sadece bölgesel bir kriz değil, insanlığın ortak sınavı haline gelmiş durumdadır. Günümüzde Gazze’de ağır bombardımanların yanı sıra, açlığın giderek derinleştiği bir insanî utanç da yaşanmaktadır.

Gıda krizine karşı uluslararası yardım kuruluşları doğrudan destek sağlamaya çalışmakta, sivil inisiyatifler ise İsrail’in ağır ablukasını kırmak için yeni yollar aramaktadır. Yakın dönemin en dikkat çeken adımlarından biri de Filistin direnişinin sembol kavramlarından “sumûd” adını taşıyan filodur.

https://serbestiyet.com/wp-content/uploads/2025/09/image-34-1024x606.jpeg

“Küresel Sumûd Filosu”, Gazze’ye yalnızca gıda ulaştırmayı değil, aynı zamanda küresel dayanışmayı görünür kılmayı ve yaşanan trajedinin bir an evvel bitirilmesi için devletlerin inisiyatif almalarını amaçlamaktadır. İnsani yardım çalışanları, doktorlar, sanatçılar, din adamları, gazeteciler, avukatlar ve denizcilerden oluşan uluslararası bir vicdan koalisyonu tarafından hazırlanan bu filo, Gazze üzerindeki ağır ablukayı kırmayı hedeflemektedir.

İspanya ve İtalya’dan yola çıkan gemilerin Tunus, Libya ve Yunanistan üzerinden Gazze’ye ulaşması planlanmaktadır. Böylece filo, insani yardımı ulaştırmanın ötesinde, Gazze halkının maruz bırakıldığı acımasız kuşatmayı dünyanın gündemine taşımayı hedeflemektedir.

Bu yazının konusu, filonun seyri değildir. “Adalet, özgürlük ve insan hayatının kutsallığı ilkesi” ile yola çıkan bu girişimle ilgili güncel bilgilere https://globalsumudflotilla.org/about/ adresinden ulaşmak mümkündür. Biz ise burada, filoya da adını veren ve Filistin davasıyla özdeşleşmiş “sumûd” kavramına; onun tarihsel kökenine ve Filistinlilerin gündelik yaşamındaki yerine odaklanacağız.

https://serbestiyet.com/wp-content/uploads/2025/09/image-46.png

Sumûd nedir?

Klasik Arapça sözlüklerde “s-m-d” (صَمَدَ) kökünden türediği belirtilen “sumûd” (صُمُودٌ) kelimesi, “yönelmek, amaçlamak, dayanmak ve başvurmak” gibi anlamlara gelmektedir. Bunun yanında “sabit kalmak” manasını da içeren kavram, yalnızca fiziksel bir yönelişi ya da fiilî bir eylemi değil; mecazen kararlılığı, hedefe odaklanmayı, sebat ve istikrarı ifade eden çok yönlü bir anlama sahiptir.

Bu çerçevede “sumûd” kavramını Türkçeye “sebatkârlık”, “sâbitkademlik”, “direniş” veya “direnişçilik” şeklinde aktarmak mümkündür.

Ancak “sumûd”, Filistinlilerin hayatında yalnızca sözlüklerdeki karşılığıyla sınırlı kalan bir kelime değildir. Lüğavî anlamının ötesine geçerek, İsrail’in işgal ve yıldırma politikalarına karşı hem gündelik direnişin hem de tarihsel bir duruşun simgesine dönüşmüştür. 

Bireysel iradeden toplumsal dayanışmaya uzanan geniş bir yelpazeyi kapsayan bu kavram, 1948’den itibaren Filistin davasının her aşamasında yeni anlamlar kazanmış, zenginleşmiş ve zamanla işgale karşı verilen farklı mücadele biçimlerinin ortak adı haline gelmiştir.

1948’lerde kültürel sebat ve istikrarın, 1967’lerde hayati önem taşıyan toprağa bağlılığın sembolü haline gelen bu kavram, 1970’lerde hem Filistin’de hem de çevre ülkelerdeki mülteci kamplarında direnişle özdeşleşen bir kavram olmuştur. 

1980’lerde stratejik bir halk mücadelesine dönüşen “sumûd”, 2000’lerden itibaren ise gündelik hayatta işgal ve aşağılamaya meydan okumanın, hatta kahramanlığın ifadesi olarak Filistinlilerin hayatında merkezî bir yere oturmuştur. 

Günümüzde “sumûd”, Filistinliler için ulusal bir sembol olmanın sınırlarını aşarak; insanlık onurunu muhafaza etmeyi, anavatana ve köklere bağlı kalmayı, yaşama azmini diri tutmayı içeren çok yönlü bir direniş felsefesine dönüşmüştür. Hem gündelik hayatın sıradan pratiklerinde hem de toplumsal hafızada güçlü bir karşılık bulan bu kavram, Filistin ulusal kimliğinin ve işgale karşı direnişin en önemli simgelerinden biri olmayı sürdürmektedir.

Bugün geldiğimiz noktada ise “sumûd”, artık Filistinlilerle sınırlı kalmayıp küresel vicdanın da paylaştığı ortak bir dil hâline gelmiştir. Uluslararası dayanışma girişimlerine ilham veren bu kavram, insanlığın ortak belleğinde adalet ve direnişin evrensel sembolü olarak yerini almıştır. Gazze işgalinin ardından İsrail’in katliamlarının yol açtığı büyük yıkım, “sumûd”u daha da görünür kılarak onu evrensel bir direniş çağrısına dönüştürmüştür.

Dünya tarihinde “sumûd” benzeri onurlu direniş örnekleri

Dünya tarihinde işgal, baskı, sömürü ve aşağılama insanlık tarihi kadar eskidir. Allah, insanlığın doğru yoldan saptığı her dönemde gönderdiği peygamberlerle hayatı yeniden iyilik ve adalet üzerine inşa etmeye yönlendirmiştir. Ne var ki insanlık, çoğu zaman bu ilahî öğretileri kısa sürede bir kenara bırakmıştır. Bunun en dikkat çekici örneklerinden biri, kutsal kitaplarda sıkça zikredilen İsrailoğulları’dır. Tarihin garip bir cilvesi olarak, İsrailoğulları bugün bir devlet kimliğiyle insanlığın gündemine oturmuş ve Tanrı tarafından yeniden kendi kutsal değerleriyle imtihan edilmektedir.

Küresel ölçekte, Filistin’deki “sumûd”a benzer biçimde işgal ve sömürüye karşı gelişen pasif direnişlerin en çarpıcı örneği, Hindistan’da Mahatma Gandhi’nin (1869–1948) öncülüğünü yaptığı “Gerçeğe Bağlılık” (Satyagraha) hareketidir. Bu hareket, İngiliz sömürgeciliğine karşı yalnızca siyasi bir tavır değil, aynı zamanda gündelik yaşamı boykot, üretim ve toplumsal sebat üzerinden direnişe dönüştürmesiyle öne çıkmıştır. Güney Afrika’da ise “ırk ayrımcılığı” (apartheid) rejimine karşı geliştirilen kültürel boykotlar, spor etkinliklerine katılmama ve sanat yoluyla kimliği yaşatma çabaları, baskıya karşı sabırlı sebatın bir başka örneğidir. Cezayir’de Fransız sömürgeciliğine karşı verilen halk mücadelesi ile ABD’de Martin Luther King’in (1929–1968) önderliğinde yükselen “Sivil Haklar Hareketi” (Civil Rights Act), gündelik hayatı direnişin merkezine taşıması bakımından Filistin’deki “sumûd” anlayışıyla benzerlikler göstermektedir.

İslam dünyasında, özellikle sömürgecilik döneminde önemli direniş hareketleri ortaya çıkmıştır. “Hindistan’ın Sınır Gandhi’si” olarak anılan Müslüman lider Abdülgaffar Han (1890–1988), İngiliz sömürgeciliğine karşı tamamen sivil direnişe dayalı “Hüdâ Hizmetkârları” (Hudây Hidmatgâr) hareketini kurmuş; boykotlar, barışçıl yürüyüşler ve toplumsal dayanışma faaliyetleriyle geniş kitleleri örgütlemiştir. Cezayir’de Abdülhamîd b. Bâdîs (1889–1940) öncülüğündeki Ulema Hareketi (Cemʿiyyetü’l-ʿUlemâi’l-Müslimîn), eğitim kurumları ve yayınlar aracılığıyla Fransızların asimilasyon politikalarına karşı Kur’an ve sünnet merkezli ahlâkî dönüşüm ve kimlik direnişini örgütlemiştir. Filistin’de Kudüs Müftüsü Hacı Emîn el-Hüseynî (1895–1974), ömrünü İngiliz mandasına ve Siyonist yerleşimlere karşı mücadeleyle geçirmiş; Filistin halkının varlık mücadelesini hem ulusal hem de uluslararası düzeye taşımıştır. Güney Afrika’da Ahmed Kasrada (1929–2017) ve İmam Abdullah Harun (1924–1969) gibi Müslüman liderler ise “ırk ayrımcılığı” (apartheid) rejimine karşı kimliklerini koruyarak siyah halkın yanında yer almış; sabır, adalet ve özgürlük vurgularıyla İslam dünyasındaki direniş geleneğinin evrensel yansımalarını ortaya koymuşlardır.

Türk dünyasında da işgal ve sömürüye karşı değişik direniş hareketleri ortaya çıkmıştır. Orta Asya’da kendilerini “İslâm askerleri” ya da “Türkistan’ın özgürlük savunucuları” olarak tanımlayan ve yaptıkları baskınlardan ötürü “Basmacı Hareketi” adıyla anılan direnişçiler, Sovyet işgaline karşı silahlı mücadele yürütürken; aynı dönemde Gaspıralı İsmail Bey (1851–1914) öncülüğündeki Cedidçiler, eğitim, kültür ve kimlik üzerinden örgütlenerek, dini ve kültürü korumaya dayalı fikrî ve eğitim temelli bir direniş benimsemişlerdir. Kafkasya’da Şeyh Şamil (1797–1871), Rus işgaline karşı hem silahlı direnişi hem de manevi önderliğiyle öne çıkmış; Kuzey Kafkas uleması ise eğitim faaliyetleri ve dini kimliği koruma çabalarıyla kültürel sebat ve direnişin öncüleri olmuşlardır. Modern dönemde ise Sovyet baskılarına rağmen kimliklerini koruyan Kırım Tatarları, Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu’nun öncülüğünde açlık grevleri, barışçıl protestolar ve siyasi örgütlenme yoluyla bir direniş örneği sergilemiş; böylece hem kimliklerini hem de vatan bağlılıklarını korumayı başarmışlardır.

Sonuç olarak, bu örneklerin tamamı, Filistin’deki “sumûd” hareketinin farklı coğrafyalardaki öncüleri olarak, işgal ve sömürüye karşı mücadelenin yalnızca silahlı yollarla değil; aynı zamanda kimliği, kültürü, ahlâkı ve adaleti koruma iradesiyle ortaya çıkmışlardır. Hem küresel ölçekte hem de İslam ve Türk dünyası özelinde görülen bu tarihi tecrübeler, haksızlıklara ve adaletsizliklere karşı direnişlerin çok boyutlu karakterlerini de ortaya koymaktadır.

 

Devam >>>



Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

HABERLER