11 Temmuz 2025 günü için tek kelimelik bir özet isterseniz ‘inanılmaz’ derdim.
Yetmez diyorsanız öncesi, kendisi ve sonrası olarak genişçe anlatarak, tarihe küçük bir akış kaydı bırakalım.
Tarihi tören öncesi…
- Sabah 7 gibi Hewler’de kaldığımız yerden çıkmamız lazım. Bunun için yaklaşık 150 kişinin erkenden tüm işlerini hal etmiş olması lazım. Geç uyudum, alarmı erkene kurmuşum da uyku da gelse ne iyi olacak. Haliyle sabah kahvaltı alanına ilk ben inmiş oluyorum. Erken davranmakta beis yok. Denilen saatte çıkıyoruz ama eksik sayı ile… Uykuda kalan arkadaşlar oluyor. Neyse bir şekilde arkadan yetiştiriliyor.
- Uzunca bir konvoy oluşuyor. Shaqlawa yönünde, Koye ve Degala tarafına kırıyoruz. Dukan’ın ana menzil olduğunu bilmeden oraya doğru gidiyoruz. Uzun bir yol. Yer yer dağlara tırmanıyoruz, yer yer aşağılara iniyoruz.
- Dukan/Dokan ilçesini geçtikten sonra sola, sarp dağlara doğru kırıyoruz. Yoldaki güvenlik önlemleri ve konumlanma şekline bakınca tören alanına geldiğimizi anlıyoruz artık.
- Genel olarak bir sessizlik ve heyecan atmosferi ile vardık alana. Bu süre zarfında atıp tutan onlarca kulis haberi de sabah erkenden okudum. Hatta program bittikten sonra, fotoğraflar servis edildikten sonra bile Yeni Şafak, M. Karasu’nun alanda açıklama falan yaptığını yazdı. Hak getire…
- Neyse, yol gittikçe gitti ve bir noktada bitti. Bittiği yer heybetli bir dağ silsilesinin önüydü. Küçük bir tabela yerleştirilmişti önüne ve üzerinde “Jasana Cave” yazıyordu.
- Kürsüler kurulmuş, lavabodan tutalım çay-su ihtiyacına, kanalların yayın yapacağı alana kadar (sadece belli kanallar) pek çok detay düşünülerek kurulum yapılmış. Sahne kurulmuş, son hazırlıklar henüz bitmemiş. Saat 10 gibi alana varıyoruz. Fakat kürsüler henüz boş. Araçtan iner inmez, sahneye doğru giderken bir ses! Bana sesleniyor. Bir tanıdık. Sarılmam gereken süre neyse, iki katı sarılıyoruz. Uzun zaman olmuştu görüşmeyeli. Birçok kişi için benzer durum var. Tanıdıklar sarılıyor, uzun süredir birbirini görmeyenler hasret gideriyor. Aklımda kalan bir görüntü, Leyla Zana’nın Avrupa’dan gelen bir dostuna uzun ve içten sarılışı idi.
- Çok geçmeden Avrupa’dan gelenler alana geliyor. Onlar Süleymaniye üzeri geldi. Basın, kurumlar, yapılar, siyasetçiler, davetliler derken dört yüz kişiye yakın bir izleyici grubu oluşuyor.
- Seçilen yerin bir hafıza mekânı olduğunu öğreniyoruz. Bu hafıza mekânı geçmişin direnişini ve onursuz bir teslimin reddini içeriyor.
- Yerimizi aldık. Uzunca bir süre bekledik hem alana gelişlerin tamamlanması hem de teknik detayların tükenmesi için. Bu sırada da gözümüz yukarıda, mağara girişinde bekleyen grupta. Hareket ettiklerinde görüyoruz onları. Mağara tarafına uzayan bir merdivenden yukarı çıkıp inişler artıkça bizde de heyecan artıyor. Alanda Türkiye ve Avrupa’nın birçok yerinden birçok kurum ve kişi var. İlgi ve takip beklediğimden çok daha fazla. Dikkatle hem de. Tekerlekli sandalye ile, çok zor şartlarda oraya kadar gelen Eşber Yağmurdereli vardı mesela. Bir yandan da biliyorsun Ortadoğu’nun ve dünyanın gözü burada. Milyonlarca insan da ekran başında, alandan görüntü bekliyor. Güne erkenden kalkanlar mesaj da atmıştı zaten, ekran başındayız saat kaçta? Diyoruz sabredin, verilir görüntüler çok geçmeden.
Tarihi An/ı ve Sonrası
- Bekliyoruz. Yüzümüz dağa dönük. Bir yarıktan aşağı süzülerek gelinecek, masaya oturulacak ve açıklama yapılacak. Herkeste heyecan çok fazla. Masada 4 kürsü var. Aşağıda da silahları kayıt altına alacak insan hakları kurumları için masa var. Hemen yanında da kazan misali, silahların yakılacağı teçhizat.
- DBP Eş Başkanı Keskin Bayındır ile yan yana oturuyoruz. Gelişlerin olacağı dağ ağzına bakıp ‘Alamut’u andırmıyor mu?’ diye soruyor. Birazdan yaşanacak gelişmeler ve önemi birleşince benim aklım atmosferin mitik yönüne kayıyor.
- Alandan ilk ve tek uyarı yapılıyor. “Lütfen foto çekmeyin, video almayın, slogan atmayın, alkış çalmayın.” Üç dilde yapılıyor anons. Zaten sınırlı sayıda kişide alet erdevat var. Bizde bir şey olmadığı için iyiyiz. Eldeki tek kayıt aleti gözler.
- Elimdeki not kağıtlarına hızlıca ‘dağdan doğmak/dağa dönmek’ karalıyorum. Bu topraklarda insanlığın başlangıcı geminin yanı başımızdaki Cudi’ye oturması ile başlamış mıydı? Kürt kelimesinin ana köklerinden biri Sümerce dağa ait olan değil miydi? Ayırca Ninhursag tanrıçası ne diyordu dağlara dair? Dağ şayet dünyanın ekseni ise, bugün bu dağın kucağında gerçekleşecek olan şey de Türkiye tarihinin ekseni olmaya adaydı. Jung’a göre dağ, bilinç-üstü zirveye tırmanışın, bireyleşme sürecinin simgesidir; zorlu tırmanış, kişinin gölgeleriyle yüzleşerek kendini gerçekleştirmesi anlamına gelir. Olan bitenlerin bir yönü de gerçekten bu! Bir yüzleşme gerçekleşiyor, bir gölge hali aşılmaya çalışıyor gerçek bir bilince varmak için.
- Bekleyiş nihayet bitiyor. Çekimi yapacak kameralar yönü tamamen yukarı çeviriyor. En önde Besê Hozat görünüyor. Diğer yanımda yer alan MYK’dan Onur hocaya saati soruyorum. 11:21 diyor. Dağdan bir inişe tanıklık ediyor herkes, ellerinde silahlar. Şarkıda ne diyordu? “Hatin ref bi ref hatin, neviyê Zagrosê hatin.” Gelip kurulan sahneye gidiyorlar. Arka fonda son İmralı video görüntüsünden Sayın Öcalan’ın bir karesi. 30 kişi iniyor, sahneye kuruluyorlar. 15 kadın, 15 erkek.
- Alanda yerlerini alacakları sırada artık sabır taşı çatlıyor ve biraz önce yapılan uyarılar tarihe gömülüyor. Alkışlar, sloganlar dakikalarca sürüyor.
- Besê Hozat Kürtçe ve Türkçe hoş geldin diyor, açılışı yapıyor. Sesinde biraz heyecan var gibi. Açıklama metnini okumaya başlıyor. Kendilerine “Barış ve Demokratik Toplum Grubu” adını koyduklarını ilk cümleden öğreniyoruz. Devamında “demokratik entegrasyon” kavramı geliyor. Bu da yeni.
- Konuşma, Öcalan’ın 19 Haziran ve 27 Şubat 2025 tarihlerindeki çağrılarına yanıt olarak silahlarını “özgür iradeleriyle” imha edip mücadelenin bundan böyle demokratik siyaset ve hukuk zemininde sürdürüleceğini ilan ediyor. Bugüne kadarki kazanımların “ağır bedellerle” elde edildiği hatırlatılırken, demokratik kazanımların da zorlu bir mücadele gerektireceği bilinci öne çıkarılıyor. Çağrı içinde bir çağrı olarak da “Ortadoğu’daki savaş ortamı ve küresel baskı koşullarında bu adımın tarihi, doğru ve acil olduğu ifade edilerek; bölgesel-küresel güçler meşru Kürt haklarına saygı göstermeye ve süreci desteklemeye davet ediliyor.” Zulüm ve sömürü son bulacak, özgürlük ve dayanışma kazanacaktır. Barış ve Demokratik Toplum süreci mutlaka başarıya ulaşacaktır sözleri ile son buldu.
- Açıklama sonrası Besê Hozat, “Tüm bunların devam etmesi, gerçekleşmesi için yasal düzenlemelere ihtiyaç var. Bunlar gerekliliktir” diyor. Bu metinde yer almayan ama bam teli diyebileceğimiz mesajın kendisi oluyor.
- Açıklamanın Kürtçesi de okunduktan sonra silah bırakmaya geçildi. Tabii öncesinde silah envanterinin listesi, bir zarf içinde Özgürlük için Hukukçular Derneği (ÖHD), İnsan Hakları Derneği (İHD) ve TİHV heyetine teslim ediliyor. İlk olarak Besê Hozat kendi silahını bırakmakla başladı. Sonra sıra ile, bellerindeki kemere dek, yakılma alanına bırakıldı. Sonra ateş yakıldı. Dumanlar yükselmeye, ateş kıvılcımları yükselmeye başladı.
- En duygusal an bu süreçte yaşanıyor. Ağlama sesleri sarıyor her tarafı…
Herkes kendi dünyasındaki bir şey ile vedalaşıyor sanki. Bu vedanın arkasında yoğun ama “yaşanmamış bir yaşam” var. - Yanan silahları izliyoruz bir süre. Silahın yanması, yakılması ne demek? Yanılmıyorsam FARC’ın da silahları eritilmiş, parke taşı olmuştu.
Henüz Kant’ın ebedî barış vizyonunu, Arendt’in şiddetten güce dönüş ilkesini ve Benjamin’in mitik şiddetten ilahi şiddete sıçramasını somutlayan bir yerde olmadığımıza göre? Siyasi bir mesajdan öte kolektif başka anlamlar olarak görüyorum.
Hindu anlatılarında “Parashurama baltasını fırlatır anlatısı” vardır. Şiddetin sembolü olan balta fırlatılmasıyla barış ve berekete dönüşür. Böylece içsel bir arınma ve kolektif yeniden diriliş imkanını yaratır. Önümüzde yakılma alanına fırlatılan silahlar ve yükselen dumanlar kolektif bir yeniden doğuş şansı verecek mi, birlikte göreceğiz. Ama görmekten öte bunun bir inşa meselesi olduğu görülmeli. - Silahların yakılması, en çok da “geri dönülemez” mesajını verdiği için sahiplenilmeli. Yakılan, kimyası değişen bir durum var. Artık eski formu yok. İkinci güçlü anlamı, strateji değişikliğindeki kararlılıktır. Bir diğer somut gerçek şu: Silahlara dair henüz bir yasal düzenleme yok. Örneğin teslim alacak, işlem yürütülecek bir mekanizma yok. O anlamda yakılıp imha edilmesi de kendi içinde bir başka vurgu taşıyor.
- Tüm bunlar yaklaşık 24 dakika sürüyor. Tarihi bir andan an’lar çıkıyor. Nakş ediyoruz her bir çözüm umudunu yüreğimize, hissiyatımıza.
- Sonra? Sonra tekrar indikleri dağın heybesinden geri içeri girdiler. Bizler de dönüş yoluna koyulduk.
- Sonuç niyetine belki şunu ifade edebilirim. Evet, emsalsiz bir an idi son yarım yüzyıl içinde. Evet, yazı ile anlatılmayacak kadar da inanılmaz bir andı. Fakat bu tarihi adımın devamı nasıl olacak? Tüm mesele bu. Yani cesaretle yaklaşıp “tarih yazma” ile yanlış yaklaşıp “tarih olma” arasındaki ince bir çizgideyiz gibi.
- Bir başlangıç deniyor sürekli, bu bir retorik değil. Bugün bunun en ciddi adımı ve pratiği sergilendi. Bugünkü açıklama, uzun bir mücadelenin, siyasetin meydanına inme iradesine dair manifestosudur. Büyük bedellerle yürütülen bir mücadelenin özneleri, şimdi aynı kararlılıkla barışın ve demokratik siyasetin “zorlu” yoluna baş koyduklarını ilan ediyorlar. Bu açıklama, sadece bir tarafa değil, tüm topluma, bölgesel ve küresel güçlere uzatılmış bir eldir.
- Bu çağrının ve silah bırakma eyleminin gelecekte bulacağı karşılık, sadece Kürtlerin değil, halkların ve hatta tüm bölgenin kaderini şekillendirme potansiyeli taşıdığını bilmek gerekiyor. İlk perde kapandı diyelim. Türkiye’nin kanayan yerine konan bu pansuman, ancak karşılıklı hukuk ve tanıma ile iyileşecek.
Sıradaki perde yüzümüzü kara çıkarmasın.
Kaynak: farklı bakış