Tarih: 25.09.2020 17:20

Soyut Umutlar ve Gelmeyecek Bir Gelecek

Facebook Twitter Linked-in

İslam dünyası toplumlarında, İslami düşünce/kültür/ilahiyat hayatı; entelektüel yetersizlik, çaresizlik ve parçalanma sebebiyle, Müslüman halkların/toplumların ve kültürlerin, hem emperyalist dünya hem de ulus-devletler tarafından, sistematik bir şekilde nasıl istismar ve tahakküm nesnesi haline getirildiklerini/getirilebildiklerini konuşmaya/tartışmaya cesaret edemiyor ya da bu hayati konuyu tartışma ihtiyacı duymuyor. Müslüman halkların/toplumların/kültürlerin istismar nesnesi haline getirilmiş olması, ilgili halkların/toplumların kolektif özneye dönüşmelerini engelliyor. Kolektif özneye dönüşmeleri engellenen halklar-toplumlar, romantik duygusallıklar ve soyut umutlarla oyalanıyor. Müslüman halkların, toplumların ve kültürlerin sistematik bir biçimde, süreklilik arzedecek şekilde bir istismar ve tahakküm nesnesi haline getirilmiş olmaları sebebiyle, İslam, bir bütünlük içerisinde, bütün boyutlarıyla tarihe kazandırılabilecek şekilde kamusal gündeme getirilemiyor.

Bugünün dünyasında, Müslüman halkların, hak arama hakları hiçbir şekilde tanınmıyor. Bu nedenledir ki Müslüman halklar, yersiz yurtsuzlaşıyor, mülksüzleştiriliyor, muhacerete mahkûm ediliyor. Müslümanlara karşı paranoyak nefret bir kez daha yükseliyor. Ortak inanç, tarih, kültür ve medeniyet birikimine/bilincine sahip halkların/toplumların/kültürlerin; sömürgecilerin askeri/ekonomik/politik çıkarlarına hizmet edebilecek şekilde biçimlendirilen sınırlar içerisine hapsedilmeleri, sözü geçen halkları/kültürleri birbirlerine yabancılaştırdığı gibi ortak inançlara, ortak tarihe, ortak kültür ve medeniyet ufkuna da yabancılaştırıyor. Bu sebepledir ki bugün, Amerika’nın ve İsrail’in talepleri/çıkarları ve beklentileri doğrultusunda, Arap ülkeler, İran’ı yalnızlaştırmak ve kuşatmak üzere İsrail’le uzlaşmış bulunuyor. Sömürgeciler tarafından belirlenen sınırlar içerisine hapsedilen ulus-devletler, bu yeni gerçeklik karşısında miiliyetçi temelde yeni bir tarih, yeni bir kültür icat etmeye çalışıyor. Bu durumda İslam, araçsal amaçlar doğrultusunda kulanılması gerektiğinde gündeme giriyor.

İstismar ve tahakküm nesnesi halne getirilen, kısıtlanmış, engellenmiş, aşağılanmış varoluşlar gerçek özgürlüğü tecrübe edemedikleri için, gerçek özgürlüğün nasıl bir şey olduğunu bilmiyor. İslam toplumları gerçek özgürlüğü, İslami bilinci özgürleştirdiklerinde tecrübe edecekler. İslami bilincin özgürleşmesi, radikal eleştirel bir entelektüel mücadele yoluyla gerçekleştirilebilir. Radikal dönüşüm yolları, radikal eleştiri yoluyla açılabilir. Entelektüel mücadele, zamanın bilinci/ruhu/vicdanı olan evrensel isimlerle başlatılabilir, sürdürülebilir.

İstismar ve tahakküm nesnesi haline getirilen, bu suretle, zihinsel-ruhsal işgal ve istilaya maruz bırakılan Müslüman varoluşlar, liberal demokrasilerin ideolojik/ırkçı sömürgeciliğin farkında değiller. Liberal demokrasiler tarafından hayata geçirilen sömürgecilikler, İslam’ı siyasal boyutundan/içeriğinden/amaçlarından soyutlayarak, hiçliğe mahkûm etmek istiyor. Her alanda edilgenliğin bir kader haline dönüştürüldüğü İslam toplumları/ülkeleri, modern kötülüklerin dokunulmazlık kazandığı, zulmün evrenselleştirildiği-küreselleştirildiği bir dünyada, Filistin’de, Afganistan’da, Irak ve Suriye’de, Libya vb. görüldüğü üzere, dokunulmaz kılınan kötülükler aracılığıyla, modern/seküler kötülükler aracılığıyla birer birer taş devrine dönüştürülüyor. İsrail sömürgeciliği örneğinde de somut bir biçimde takip edileceği üzere, modern ve uygar kötülükler bütün unsurlarıyla, bütün boyutlarıyla, bütün araçlarıyla İslam’a meydan okuyor.

İslam dünyası ülkeleri modern demokrasilerin sistematik terörü ile ilgili olarak derinlemesine sorgulamalar yapmak yerine, modern/uygar/liberal demokratik kötülüklerle uzlaşma yollarını seçiyor. Kötülüklerle uzlaşılabilen bir dünyada, bütün iyilikler birer birer hayatımızdan çekiliyor. Kötülüklerle uzlaşıldığı, uzlaşılabildiği için, bütün kötülükler normalleşiyor, çoğalıyor, yozlaşmalar, bayağılaşmalar birer kötülük olmaktan çıkıyor.

Tarih yapmak, zamana nüfuz etmek, zamanı çözümlemek, zamanı etkileyebilecek içerik üretmekle başlatılabilir. Temiz, sahici, gerçek bilinç, çok ufuklu bilinç, bütün dünyayı, insanlığı ve tarihi bütün boyutlarıyla görmek demektir. Popülizmlerle ancak yerel-milli alanlar görülebilir. Kendisini İslam’a nisbet eden bir toplumda genç kuşakların, büyük bir çoğunluğunun, geleceklerini Batı ülkelerinde arama ihtiyacı duyuyor olmaları, ilgili toplumlarda, içerisinde yaşadığımız toplumda da, bütün romantizmlerin ve somut umutların karaya oturduğunu gösterir. İslam dünyası toplumları-kültürleri, Batı kültür ve uygarlığının, bütün dünyayı, bütün kültürleri yönetmek üzere, mutlak üstünlük ve dokunulmazlık miti ve güç kavramı temelinde yürütülen kapsamlı bir proje olduğunu henüz gereği gibi görebilmiş değildir. Mutlak üstünlük ve dokunulmazlık miti sebebiyle bugün, sömürgecilik ve emperyalizm bir insanlık suçu olarak görülmüyor, bu dokunulmazlık ve üstünlük miti adına Müslüman halklar insanlıktan, İslam ise tarihten dışlanıyor. Modernlik ve modern uygarlık adına, Müslüman halkların dünyaları başlarına yıkılıyor, anti-emperyalist hareketler, direniş hareketleri ‘’terörizm’’  ile eşitleniyor.

Geleceğin bilinci ve umudu olabilmek için, radikal edilgenlikten çıkışın ve sömürgesizleşmenin yolunu bulmak gerekiyor. Politik konformizmin bayraktarlığını yapan, propagandanın tektipleştirici dilini kullanan, düşünsel bağımsızlığa sahip olmayan, medya profesyonelleriyle radikal edilgenlikten çıkışın yolu bulunamaz. Hamasetin, popülizmin, propagandanın hakimiyetinden entelektüel anlamda sağ çıkmak mümkün olamaz. Propaganda dili/söylemi tarafından imal-icat edilen, düşünceleri olmayan, duygusallıkları olan varlıklarla-kalabalıklarla nitelikli/kalıcı inşalar gerçekleştirilemez. Gerek seküler anlamda, gerekse dini anlamda ideolojik dil, propaganda dili, ilgili toplumları kültürel bağlamda, estetik bağlamda çok derin yoksulluklara/yoksunluklara sürüklüyor. Kendi kendilerini Nuh’un gemisi gibi gören, akımlar/hareketler/kabileler/cemaatler/partiler vb. ile somut umutlar doğrultusunda hiçbir iyi şey yapılamaz. Hangi gerekçeyle olursa olsun hayatlarını tek akla hapseden topluluklarla/kadrolarla ancak, antikacılık yapılabilir. Hayatlarını tek akla hapseden seküler topluluklarla, hayatlarını tek akla hapseden dini topluluklar arasında niteliksel anlamda hiçbir fark yoktur, olamaz.

Günümüzde, Müslüman halklar/toplumlar/kültürler, sömürgecilerin ürettiği-dayattığı bilgiyi, bilinci, algıyı, hafızayı, kendi bilinci-hafızası gibi tüketmek suretiyle, kendi varoluşlarına ihanet ediyor, kendi bilgi-anlam-değer sistemlerinden feragat ediyor. Toplumlarımızda bugün niteliği-estetiği-bilinci-bilgeliği tahfif eden, bunları asla umursamayan, popüler/oportünist/kaba/kirli politik iklim karşısında, düşünce ve kültür dünyamız tuhaf bir sessizlik sergiliyor. Lümpenliğin, maçoluğun toplumsallaştığı, kültürsüzleşmenin derinleştiği bir toplumda, bu durumla yüzleşmesi gereken aydınlar, iktidar alanlarında kendilerine gelecek arıyor. Varolan Müslümanlık-dindarlıkla, İslam’ın kendisi arasında uçurumlar oluşuyor. Varolan Müslümanlığın-dindarlığın, iktidar ihtiraslarının-egoizmlerinin-narsizmlerinin neden olduğu büyük yabancılaşmalar, büyük yozlaşmalar ve çürüme ve adaletsizlikler karşısında, ahlaki bir irade, eleştirel bir irade ortaya koymadığı, koyamadığı bugün açıkça görülebiliyor. Her tür egoizm ve kibir, her tür dayanışmayı imkansız kılıyor. Her tür konformizm, İslami mücadele bağlamında nihai bir tercihte bulunmaya engel oluyor. Bütün sınırları aşması gereken İslami bilincin gücü/ufku önünde yerli-milli duvarlar oluşturuluyor.

Kurumsallaşan, toplumsallaşan, geleneksel anlamda meşruiyet kazanan, dini popülizm ve politik popülizm iklimine mahkumiyet, İslami varoluşun bilinçten koparılmasıyla sonuçlandı. İslami varoluşun bilinçten koparılmasıyla birlikte, sömürgeci dünya görüşü, bilgi biçimi, Müslümanları, varolan dindarlık biçimlerine, biçimsel dindarlıklara ikna etmiş bulunuyor. Bunun içindir ki, hiç kimse, İslami bütünü/bütünlüğü talep etme cesareti gösteremiyor. İslami özgürlük talepleri biçimsel özgürlüklere indirgeniyor.

Amaçlarla araçların sınırlarının bütünüyle birbirine karıştığı bir dünyada/toplumda yaşıyoruz. Hamaset yoluyla düşüncesizleştirilen, aptallaştırılan toplumlar, propaganda yoluyla İslami bilinçten boşaltılıyor. Bilinç kaybı kimlik kaybına, kimlik kaybı da ufuk kaybına neden oluyor. Toplumlarımıza dayatılan sömürgeci gerçekliğin bütün kavram ve kurumlarıyla kabul edilmesi, içselleştirilmesi, başka bir seçeneğin olmadığı, İslam’ın bir seçenek olamayacağı iddiasını kabul anlamı taşır.

Günümüzde İslam toplumları, tarihsel gerçekliği bir bütünlük içerisinde doğru okuyamadıkları için, bu gerçeklikle nasıl hesaplaşılabileceğini bilmiyor. Bu konuyla ilgili kapsamlı bir biçimde düşünmeye, sorgulamaya, analiz etmeye güç yetiremeyen toplumlar, yoğun olarak hamasete başvuruyor. Düşünmeye, özellikle de eleştirel anlamda düşünmeye cesaret edemeyen toplumlar/kültürler hamasete katlanıyor. Siyasal gündemin boğucu-sıkıcı-bunaltıcı demagojik bayağılıkları, hangi toplumda olursa olsun; entelektüel duyarlılık, dikkat, incelik ve ilgiyi yok ederken, düşünsel/kültürel/entelektüel hayatın içini bütünüyle boşaltıyor. Kendisini konformist bir alana/yaklaşıma hapseden düşünce hayatımız, edebiyat hayatımız bu sorunlar etrafında etkileyici tanıklıklar yapamıyor, sorgulayıcı bir bilinç/kadro üretemiyor.

Toplumlarımıza dayatılan sömürgeci/ithal gerçekliğin otoritesinin, İslami gerçekliğin otoritesini etkisiz hale getirmiş olmasıyla ilgili nitelikli çalışmalar/sorgulamalar/yüzleşmeler yapılmadığı için sömürgeci gerçekliğin ideolojik mutlakiyetçiliğine katlanmaya devam ediyoruz. İdeolojik mutlakiyetçiliğe katlandığımız için, entelektüel bağımlılığı, derin bağımlılığı, çürütücü bağımlılığı aşma iradesi gösteremiyoruz. Sömürgeci-kolonyalist gerçeklik, dünya görüşü ve bilgi sistemi ile hesaplaşamayan bir toplum ve kültür hiçbir zaman ve hiçbir şekilde bağımsızlık iddiasında bulunamaz.

Yapısal, varoluşsal, kronik, mevcut, biriktirilmiş sorunların varlığını kabul etmeyen, bu sorunları anlamaya çalışmayan bir zihin dünyası kalıcı çözümlemeler yapamaz, geleceğe hazırlanamaz. Yapısal sorunları biriktiren, bunlarla yüzleşmeyen İslam toplumları, bu sorunlarla yüzleşmediği için, kimi dönemlerde seküler putların ve putçulukların, kimi dönemlerde de muhafazakar putların ve putçulukların himayesi/otoritesi altında yaşamayı seçtikleri için, toplumlarımızda hiçbir şey değişmiyor, değiştirilemiyor.

İçerisinde yaşadığımız zamanı, dünyayı, toplumu etkileyebilecek, dönüştürebilecek bir dile, bilgiye, bilince ve ahlaka sahip olmadığımız takdirde, yeni bir tarih yamaktan, yeni bir hikaye yazmaktan söz edemeyiz. Hangi toplumda olursa olsun hamaset/popülizm/menkıbe ve propaganda dili ve söyleminin belirleyici hale gelmiş olması, gelmeyecek bir geleceğe işaret eder.




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —