Tarih: 05.07.2020 15:03

Sosyal medya tartışmaları ve özgürlük-güvenlik dengesi

Facebook Twitter Linked-in

Sosyal medyanın sınırlandırılması tartışmaları ile birlikte özgürlük ve güvenlik dengesi bir kere daha gündemin merkezine oturdu. Her şeyden önce şunu ifade edelim ki, kime karşı ve kim tarafından yapılırsa yapılsın aile mahremiyetlerine yapılan saldırılar alçaklıktır. Bunun ötesi, berisi, ama’sı falan olmaz. Bu saldırıları yapanlara mutlaka gereken takibat yapılmalı ve cezai müeyyideler hukuk çerçevesinde uygulanmalıdır. Herkesin ailesi ve aile mahremiyeti kutsaldır, özeldir. Ailenin korunması toplumun temel görevidir ve toplum da bu görevini ifa etmelidir.

Diğer taraftan bu tartışmalarla birlikte iktidar yetkilileri tarafından sosyal medya mecralarının sınırlandırılmasına dönük ifadeler dile getirildi. İşte konu bu noktadan sonra farklı bir duruma doğru evirilmeye başladı. Siyasi parti liderlerinin yine sosyal medya üzerinden karşılıklı atışmaları ile birlikte, tartışmalar daha da farklı boyutlara ulaştı. Toplumda iktidara destek veren kesimler dâhil Türkiye’nin iyi bir yere gitmediğine dair endişelerde önemli artışlar var. Zaten araştırmalar da bunu net olarak ortaya koyuyor. Türkiye maalesef sürdürülebilir olmayan bir sürece, çıkışı olmayan bir yola doğru sokulmak isteniyor. Bunu görmemek artık mümkün değil. Tek sesli anlayışın sürdürülebilmesi hedefi gerçeklikten uzak. Türkiye bu türden anlayışlarla tarihte bu zamana kadar birçok defa yüzleşti. Bedellerini ödedi. Bütün bunlardan dersler çıkarması gerekirken, yirminci yüzyıldan kalma uygulamaları bugün tekrar hayata geçirmeye çalışmak anlaşılabilir gibi değil.

 

Özgür düşüncenin hâkim olmadığı hiçbir toplumun kendisini geleceğe taşıma imkânı yok. Sorgulanmayı, denetlenmeyi merkeze alamayan yönetimlerin ilânihaye başarılı olma ihtimalleri de yok. 2002’de 3Y (yasaklar, yolsuzluklar, yoksulluklar) ile mücadele etme iddiasıyla işbaşına gelen iktidarın bugün bunları unutmasını, dikkate almamasını veya gözlerden ırak tutmaya çalışmasını nasıl yorumlayacağız?

Farklı düşünenlere tahammül edilemezse, bir arada yaşama kültürünü nasıl muhafaza edeceğiz? Eleştirilere karşı olgun yaklaşım göstermeyeceksek, nasıl olacak da sosyal hayatımızda birbirimizi anlamak için iletişim kanallarını açık tutacağız? İktidarın görevi bu ortamı herkes için sağlamak değil midir? Bugün yanlış yapanlar, alçaklıkta sınır tanımayanlar var diye insanların kendilerini ifade etmeye çalıştıkları mecraları kapatarak mı bu sorunların üstesinden geleceğiz?

Şimdi şöyle bir soru soralım. Güvenliği önceleyerek özgürlük taleplerini geri plana iten toplumlar uzun vadede güvenliklerini sağlayabilirler mi? Tarihteki birçok örnek bu soruya “evet” cevabını vermiyor. Bugün için de bunun cevabı “evet” değildir. Hak ve özgürlükler aslında güvenliğin teminatıdır. Bu karışık küresel atmosferde bizi ülke olarak öne çıkaracak olan haslet, bir arada yaşama kültürünü canlı tutmamız olacaktır. Bizler ancak bu ülkeyi temel hak ve hürriyetler noktasında yaşanılabilir kılarsak, dünyada bir adım öne çıkabileceğiz.

Bakınız 9 yaşındaki yeğenim Tarık Eymen üzerinden bir örnekle peşimizden nasıl bir nesil geliyor, onu anlatmaya çalışayım. Geçen gün annesinin yanında telefonlardaki sesli komut uygulamalarından birisi ile konuşurken ona, “Ne düşünüyorsun?” diye soruyor. Telefondaki ses de, “Sonsuzluğu düşünüyorum ama içinden çıkamıyorum” diye cevap veriyor. Yeğenimin tepkisi ise, “Bu da benden dertli çıktı yaa” oluyor. Yani yeni nesil artık dünya ile kendi diliyle iletişim kuruyor. Olayları farklı ve hızlı yorumluyorlar. Onlar teknolojinin içine doğdular. Şimdi onlar için anlaşılması zor söylemler ve yaptırımlar içine girmek, onları olanla olması gereken arasındaki uçurumla karşı karşıya bırakmak, toplumsal gelişimimiz açısından doğru olmaz. Bizler özgürlük ve güvenlik dengesini hukuk çerçevesinde koruyacak altyapı ve birikime sahip bir ülkeyiz. Bu ülkeyi sonu belli olan maceralara sürüklemeyelim.




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —