Köleleştirme ve sömürünün alabildiğine derinleştiği neoliberal dönemde adalet arayışları, hayatın bütün alanlarına yayılmış durumdadır. İnsanın ve tabiatın kapitalizmin son sürümü neoliberalizm tarafından ayrım gözetmeden, istisnaya tabi tutulmadan süratle sömürge hâline getirilmesi ne denli ürkütücü zamanlarda yaşadığımızı göstermektedir.
Sömürü ve tahakkümün çok boyutlu hâli, bütün toplumsal alanları krize sokmuştur. Modern kapitalist medeniyetin karakteristiğinin tabii sonucu olarak son yüzyıllarda adım adım mesafe kat eden bu sürece karşı direnç gösteren pek çok ideolojik teori ve fiili hat tespit edebiliriz.
İnsanlığın hakikat arayışı ile de paralel ilerleyen bu sürecin siyasal, onunla bağlantılı olarak da ekonomik boyutları baskın biçimde öne çıkmaktadır. Sosyal adalet kavramının genel çağrışımı, takdir edilmeli ki ekonomik ağırlıklıdır ancak bunun politik alandaki kuramsal tartışmaları davet eden tarafları fazlasıyla öne çıkmaktadır. Siyasal, hukukî çerçeveyle onun güçlü fiilî karşılıklarından iktisadî işleyişin birlikte oluşturduğu çerçevenin neticelerine dönük itirazların, buna mukabil vücut bulan taleplerin şemsiye söylemi olarak sosyal adalet kavramının geniş bir çeperde sahiplenildiği söylenebilir.
Sosyal ve adalet kavramlarının geniş karşılıkları, muhatap olduğumuz zeminin de ne kadar zengin olduğunu göstermektedir. Neredeyse sınırları belirsiz bu zeminde, politik ve ekonomik boyutlara yoğunlaşmanın tartışmaları yürüten çevreler için kolaylaştırıcı olduğu söylenebilir. Seyyid Kutup’un meşhur eseri “İslam’da Sosyal Adalet”, vurguda bulunduğum o geniş zemini eksiksiz sunma cesaretini göstermiş ve sosyal adaleti besleyen neredeyse bütün alanları tartışmıştır.
Küresel kapitalizme bütün siyasal yapıların neredeyse tümüyle dahil olduğu bir dünyada tahliller de itirazlar da illâki eksik kalacaktır ancak bu bilinci kaybetmeden iddialı bir karşılama yapılması da bir zorunluluktur. Sosyal adalet vurgusunda bulunulduğunda çok boyutlu eşitsizlikler ve hukuksuzluklarla karşı karşıya olduğumuz iddiasıyla muhatap olduğumuzu anlıyoruz: Hakça bölüşüm, adil paylaşım temelli bir işleyiş; bağlantılı olarak da “Herkes için yeterli ekmek yoktur ve bunu besleyen/bundan beslenen bir hukuksuzluk vardır! Hukuksuzluklar da zorunlu olarak siyasal alanı kötürümleştirmede, özgürlükler baskılanmaktadır.
Sosyal adalet tartışmalarında, bahsi geçen sömürü ve hukuksuzlukların telafisi bahsindeki taleplerin muhatabının doğrudan devlet organizasyonunun olması ve bu temaslanmalardaki usûlün liberal teorilere yakın hatlarda seyretmesi, üzerlerinde durulmayı hak ediyor. Tam da burada şu soruyu sormak gerekiyor: Modern kapitalist medeniyetin ulus devlet örgütlenmesi, kendini vâr eden zihinsel çerçeve karşısında bir kurtuluş kapısı açabilir ya da kısmî bir felâha izin verebilir mi?
Eşyanın tabiatı gereği bu sorunun cevabı bana göre kesin olarak menfi istikamettedir. Hastalığı üretenden deva beklemek olacak şey midir! İnsan hakları söylemindeki temel zaaf, burada da karşımıza çıkmaktadır. Keynesçi refah devleti arayışları, Rawlsçı liberal adalet teorileri derken devleti, modern kapitalist medeniyeti vâroluşsal bir sorgulamaya tâbi tutmayıp temel hakikat arayışını sorunsallaştırmayan arayışlar, insanlığı oyalamaktan başka bir şeye yaramamıştır. Buradaki “insanlık”ı da söz konusu medeniyet dairesinde sınırlandırmakta fayda olacağını ayrıca belirtmeliyim.
Sermaye tarafından domine edilen modernliğin tekçiliği dayatan yapısı bir bütün olup insanı ve tabiatı boyunduruk altına almışken adalet arayışçılarının hâlâ o çerçevenin hiçbir bileşenini dışarıda bırakmayan bir devrimci tutuma gönül indirmemesi anlaşılır gibi değildir. Kapitalist üretim biçimlerinin bütün unsurlarıyla reddedilmeksizin bir felâhtan bahsedilebilir mi? Refah kavramının -zaten hatalı olan tercihinin- ürettiği yanılsamalar şimdiye kadar derin bir hayal kırıklığından başka bir şey üretmemiş, diğer yandan da hakikate giden yolları tıkayarak kurtuluşu bütünüyle engellemeye azmetmiştir.
Tabiatı açık açık ifsat eden üretim ve tüketim biçimlerinden -Musa peygamberin İsrailoğullarıyla birlikte Mısır’dan çıkışı gibi- cesaretle kopmayı hedef olarak belirlemeyen bir mücadele, müfsit işleyişten pay kapma zilletiyle malul kalmayacak mıdır? Toplumsal-siyasal dayatmaları, onları üreten yerel ve küresel düzenleri aşmaya niyet etmeyerek yine onların içinde kalıp köklü paradigmatik kopuşlara tevessül etmeden püskürtmek (Aslında bu durumda püskürtmek-aşmak sözcükleri de kullanılamaz!) imkânsızdır.
Hakça üreterek bölüşmeyi, adil paylaşımda bulunmayı reddeden modern kapitalist medeniyet bu tutumunun neticesi olarak politik ve iktisadî hiçbir alanda infaka yönelemez. Musa peygamber bu zorba ve değişmez yapıyla Rabbimizin emri mucibince Mısır’da karargâhlar edinerek örgütlü bir mücadele yürütmüş ancak oradaki güçlü sömürü mekanizmasını alt edememiştir. Firavun düzeni; bekası için sınıflı yapıyı, sömürü işleyişini muhafaza etmede kararlı olunca Musa peygamber köleleri o sömürü işleyişi ve mekânsallığından çıkarmıştır. Güçlü sömürü mekanizmasının çarklarını hidayet ve direniş aşamalarıyla parçalayarak herkes için bir özgürleşme vâr edebilseydi hârika olacaktı ancak olmadı, olabileceğine dâir örneklikler de doğrusu pek mevcut değil.
Musa peygamberin bahsettiğim modeli, örgütleyip çıkarabildiği köle topluluğu bakımından aynı olmasa da çıkış bakımından benzeri olan İbrahim peygamberde de vardır. Resuller; güçlü, hayatın bütün alanlarına yayılmış devasa müfsit sömürü düzenlerinden çıkmayı salık vermektedirler. Aşamaların ilki, az evvel bahsettiğim gibi tebliğ-hidayet basamaklarıdır lâkin orada Sabâ melikesi gibi içsel bir devrim yaşanmazsa çıkış, kaçınılmaz aşama olacak ve sahih bir model için özgür bir alanda yeni bir yurtlanma başlayacaktır.
Adalet mücadelesini gayba iman temelli “tevhid-adalet-özgürlük” ekseninden koparan yorumlarda eksik kalan, bütünlüğü yakalayamayan taraflar kaçınılmaz olarak vâr olacaktır. Az evvel kendisinden bahsettiğimiz sermaye destekli modern ulus devlet zoru karşısında sadece imandan ilhamla somutlaşacak gönüllü iradeler durabilir. Ahirete iman, bu siyasal duruşun en güçlü motivasyonu olacaktır. Aksi durumda hâl-i hazırdaki işleyişin birtakım sözüm ona iyileştirme ve rötuşlarla kendini tekrar etmesi kaçınılmaz hâle gelecektir.
Kaynak: yeni pencere

