SONUNU DÜŞÜNÜP, KAHRAMAN OLMASAK MI?

Karar.com'dan Yıldıray Oğur, İran'ın 'dış politikasının' 'silahlı elemanı' Kasım Süleymani üzerinden, muhaliflere karşı yapılan rutin dışılığın yanlışlarına dikkat çekiyor.

SONUNU DÜŞÜNÜP, KAHRAMAN OLMASAK MI?

Burada iki kişi çok ünlüdür; Kasım Süleymani ve Polat Alemdar. Ama maalesef Polat Alemdar gerçek değil.”

2015 yılında Irak Kürdistan’ında Barzani’ye yakın bir siyasetçi gazeteci Ayşe Karabat’a böyle söylemişti. 

Muhtemelen Kürt siyasetçi, bunu söyleyerek, Kasım Süleymani ile İran her türlü askeri, istihbarı araçlarla sahadayken ve zaman zaman da Barzani’yi sıkıştırırken, o günlerde dost bildikleri Türkiye’nin pasif pozisyonundan şikayet ediyordu. 

Ama bu Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları için şikayet edilecek bir durum değil.

Neyse ki Polat Alemdar gerçek değil. 

Ve neyse ki, çeşitli dönemlerde bazı denemeler olsa, bazı isimlere benzer görevler verilse, bazı iktidarlar heves etse de Türkiye’nin hiçbir zaman bir Kasım Süleymanisi de olmadı.

Bir devletin dış politikada bir Kasım Süleymanisi olmak ne demek dünden beri yeniden izliyoruz.  Biyografisi anlatılırken İran Devrim muhafızlarının yurt dışı operasyonlarını yürüten Kudüs Gücü’nün komutanı denip geçiliyor.

İran’ın neden yurtdışı operasyonları olduğu kısmına artık kimse takılmıyor.  Kasım Süleymani’nin görev sahası olarak ise Irak, Suriye, Lübnan, Yemen, Afganistan diye uzayan bir liste sayılıyor. 

O yüzden yıllardır siyasetini, ordusunu, milislerini yönettiği Bağdat Havalimanı’nda ne işi olduğunu kimse merak etmiyor.

Öldürülmesini meydanlara çıkarak, tatlı dağıtarak kutlayan Suriyeli muhalifler onu Suriye’deki katliamlardan sorumlu tutuyorlar. Çünkü yıllardır İran’ın Suriye’deki askeri ve istihbari operasyonlarını o yönetiyordu. Esad’ı o yönetiyordu demek daha doğru. Yemen’deki Şii Husilerin arkasında da o vardı. Tabii 80’lerde Kudüs Gücü’nün eğitip, silahlandırdığı Hizbullah’ın lideri Nasrallah’ın arkasında da. 

Mazisinde Taliban’a karşı Afgan Şiilerini silahlandırıp, örgütlemek, İran’daki Mahabad Kürt isyanlarını bastırmak, İran-Irak savaşında savaşmak gibi başka işler de var.

Görüldüğü gibi 80’lerin başlarında Devrim Muhafızları içinde Kudüs’ü kurtarmak gibi büyük laflarla kurulmuş, 98’den beri başında Kasım Süleymani’nin olduğu Kudüs Gücü’nün Kudüs’le pek bir işi yok.

Türkiye dış politikasını maceracı, mezhepçi diye eleştirip, dünden beri sırf ABD öldürdü diye Kasım Süleymani’den anti-emperyalist bir Che çıkarmaya çalışanlar üzülebilir ama karşımızda tamamen mezhepsel kaygılarla ve İran’ın yayılmacı, irredantist politikaları için mücadele eden, aynı anda elleri kolları 5-6 ülkenin içişlerinin içinde olan, oralarda terörden suikasta her türlü askeri-istihbari yöntemle operasyon yürütmüş muhakkak çok yetenekli biri var. 

Eğer sadece ABD ya da İngiltere vatandaşı olmak şartı aranmıyorsa ona çok rahatlıkla emperyalist de denebilir.

Kudüs Gücü’nün 80’lerde 90’lardaki operasyonları ülkeleri yönetmek boyutunda bu kadar büyük değildi. 

İranlı rejim muhaliflere veya İran rejiminin düşman olarak gördüklerine yönelik suikastlar yapıyorlardı. 

1989’da Viyana’da İran KDP’si lideri Abdurrahman Kasımlo’yu,  1991’de Paris’te Şah’ın son başbakanı Bahtiyar’ı, 1992 yılında Berlin’de üç İranlı Kürt siyasetçiyi öldürmüşlerdi 1992 ve 1994 yıllarında Buenos Aires’te İsrail büyükelçiliği ve Yahudi merkezine yönelik Hizbullah kılığında düzenlendikleri saldırılarda ise 100’den çok sivilin ölmüştü. Arjantin siyasetinde hala tartışılan, büyük çalkantılara nede olmuş bir olaydı bu. 

Özellikle Berlin suikastının arkasında Kudüs Gücü ve İran’ın  olduğu tespit edilince, İran’la Avrupa ülkeleri arasında ciddi kriz çıkmıştı. 

Kudüs Gücü’nün 80’ler ve 90’larda dünyada operasyon yaptığı ülkelerden biri de tabii ki Türkiye’ydi. 80’ler ve 90’larda Türkiye’de yaşayan çok sayıda İranlı muhalifin, Suudi ve İsrailli diplomatın öldürüldüğü olayların arkasında da Kudüs Gücü vardı. Bunun için Türkiye’de de İrancı çevrelerden isimleri istihdam edip, eğiterek kullanmışlardı.  

2000 yılındaki Umut operasyonu ve Umut Davası bu ilişkileri ortaya çıkardı. Uzun adı Uğur Mumcu Uzun Takip olan davanın savcısı Hamza Keleş’in 61 sayfalık iddianamesinde öldürülen bu 22 İranlı rejim muhalifi, Suud ve İsrailli elçilik görevlisi dışında Uğur Mumcu, Bahriye Üçok, Muammer Aksoy, Ahmet Taner Kışlalı, Turan Dursun, Çetin Emeç cinayetleri, Jak Kamhi’ye dönük suikast girişiminin arkasında da Devrim Muhafızları örgütüne bağlı Kudüs Gücü olduğu iddia edildi. Suikastlara doğrudan katılmış bazı sanıklar yakalanamadı, o yüzden bu iddiaların bir kısmı somut olarak delillendirilemedi ama Kudüs Gücü’nün Türkiye’deki örgütlenmesi, bağlantıları, İranlı muhaliflerin öldürülmesinde kullanılan isimler tespit edildi, somut itiraflar ve delillerle birlikte iddianameye konuldu. Hatta bu durum İran ile Türkiye arasında krize de neden oldu.

O yüzden daha bu aydınların cenazelerinden itibaren “mollalar İran’a” diye bağıran bazı grupların şimdilerde onların suikastının ucunun bağlandığı Kudüs Gücü’nün son komutanı olan Kasım Süleymani’yi neredeyse kahraman, şehit, yaşayan Che ilan etmekte İranlılarla yarışması epey tuhaf ve ülkedeki hafızasızlığın bir başka örneği.

Kasım Süleymani, Türkiye tarihinde pek de başarılı örnekleri  olmayan Yeşil’le Öcalan’a dönük suikast girişimleri, Asala’ya karşı Çatlı gibi karakterlerin kullanılması, 90’ların başında Azerbaycan’da denenen darbe girişimi gibi rutin dışı işlerin İran’daki kurumsallaşmış versiyonlarının başındaydı. 

Neyse ki Türkiye devleti, dış politikada rutin dışında çok başarılı olamadı ve hukuk ve teamül dışı askeri/istihbari faaliyetler kurumsallaşamadı.

Son olarak Suriyeli muhaliflere verilen destek de muhaliflerin savaşı kaybetmesiyle bir başarı hikayesine dönüşmedi.

Bazılarına bu başarısızlık, beceriksizlik gibi görünüyor. 

Ama iyi ki Türkiye bu konularda beceriksiz bir ülke. 

Mesele sadece beceri değil çünkü. Türkiye’de ne kadar tahrip olsa da güçlü bir meşruiyetçi gelenek var ve zaman zaman içine kapansa da Ankara hiç bir zaman dünyadan tamamen kopmadı. 

Yani Türkiye, İran değil. 

Ama her zaman Kurtlar Vadisi’ndeki Polat Alemdar ‘a ve KGT’sine bakıp iç geçirenler oldu.

Şimdi Libya tartışmasının ortasında da aynı tartışma var. 

Türkiye gibi sınırlı kaynakları olan ortalama bir demokratik ülke, karşısındaki ahlaki ve hukuki standartları olmadan sahada askeri ve istihbari operasyonlar yapabilen ülkelerle aynı yöntemlerle baş edebilir mi? 

Yani Kasım Süleymaniliğe de Polat Alemdarlığa da imrenmeye gerek yok. 

Her makul ve rasyonel insan gibi sonunu düşünelim ve kahraman olmaya çalışmayalım, özellikle de milyonlarca insanın adına kararlar verirken!