Siyasi tarihimiz pek çok saldırıya sahne olmuştur.
İsmet İnönü’ye, bir saldırgan, tabancasından bir biri ardına üç kurşun yağdırmıştı (21 Şubat 1964).
Süleyman Demirel, biri 13 Mayıs 1975, diğeri 18 Mayıs 1996 tarihlerinde olmak üzere, birden fazla saldırıya muhatap olmuştu.
Turgut Özal, ölümle yüz yüze geldiği bir suikast girişimine uğramıştı (19 Haziran 1998).
Kemal Kılıçdaroğlu’nun Çubuklu’da linç edilmesine ramak kalmıştı (21 Nisan 2019).
En son, CHP lideri Özgür Özel de önceki gün (4 Mayıs 2025) saldırıyla karşılaştı.
Bülent Ecevit’in, İzmir’de, Çiğli Havaalanında, ‘iyi saate olsunlar operasyonu’ listesine yazılan silahlı bir öldürme girişimine maruz kalmasını, atılan kurşunun onu sıyırarak geçip heyetinden Ahmet İsvan’a saplanmasını da bu listeye eklemek gerekiyor (29 Mayıs 1977).
Hiçbiri ölümle sonuçlanmadığı için üzerlerinde fazlaca duyulmamıştı; bu sonuncusu da bir süre sonra unutulmaya terk edilecektir.
Umarım öyle olmaz.
Suikast veya saldırı girişimleri siyasi kavgaların şiddetlendiği dönemlere rast geliyor. Tarafların birbirleri hakkında kullandıkları dil, sert ifadeler ortamı geriyor ve zemini ortalığı karıştırmak isteyeceklere uygun hale getiriyor.
Birileri durumdan vazife çıkarıp kendiliğinden harekete geçtiği veya ‘iyi saatte olsunlar’ denilenlerin devrede olduğu eylemlerin illa ölümcül olması gerekmeyebilir.
‘İyi saatte olsunlar’ devreye girip iyi bildikleri metodlarla zihni karışıkları ölümle sonuçlanmayacak eylemlere yönlendirebilirler…
Bizde daha çok ‘durumdan vazife çıkarma’ ihtimali üzerinde durulur. Hatta dilimizde böyle olaylar sırasında kullanılmak üzere hazır tutulan bir sıfat bile bulunur: ‘Meczup’…
Yıllar önce dört çocuğundan ikisini öldürmüş, kalan ikisini de yaralamış saldırgana ‘meczup’ sözcüğünden daha iyi oturacak bir sıfat aranır mı?
Meczup işte ne olacak?
Bugüne kadar ‘meczup eylemleri’ ölümle sonuçlanmadığı için, eylemlerin üzerinde fazla durulmaması doğal karşılanır.
Oysa, özellikle ‘iyi saatte olsunlar’ yönlendirmesiyle işlenen ölümcül olmayan eylemler de kritik bazı sonuçlara yol açabilir.
Konu bu yönüyle ele alınmadığı için, geçmişteki ölümcül olmayan siyasi eylemlerin sonuçlarıyla ilgilenilmemiştir.
Geçmişi bırakalım ve önceki günkü CHP lideri Özgür Özel’e yönelik eyleme bu gözle bakalım.
Türkiye tarihinin en sorunlu dönemlerinden birinin içinden geçiyor. Bir değil bir çok cephede savaşılıyor. Ekonomi berbat durumda, geniş kitleler hayat pahalılılığı altında eziliyor. Birkaç yılda bir açılan ‘süreçler’ ile kronik bir derdi sonlandırma arayışı var; bu defa da zorlanılıyor. Özellikle gençlere hakim olan umutsuzluk hissi, değerli beşeri kaynaklarımızın başka diyarları tercih etmesi sonucunu doğuruyor.
Dev sorunlara çözüm nereden gelecek?
Siyasetten, doğal olarak…
Uzun yıllar gücünü kaybetmeden seçmenlerin yarısının oyunu arkasında toplayabilmiş olan iktidar cephesi, şimdilerde ilk kez ciddi bir muhalefetle karşı karşıya.
Birikmiş sorunları ya çözmenin yollarını arayıp bulacak ve iktidarını sürdürmeye devam edecek Cumhur İttifakı; ya da mitinglerine kalabalıkları çekmeyi başaran muhalefet, seçmen çoğunluğuna sandıkta iktidar karşıtı bloka oy kullandırmayı başaracak.
İktidar cephesi de muhalefet kadroları da güncel gelişmelerin bir kırılma anına doğru yol aldığının farkında.
CHP liderine yönelik saldırı, böyle bir dönemde sahneye konuldu.
Galiba iktidar da muhalefet de kendi içlerinde benzer değerlendirmeler yaptıkları için, olayın önemini asgaride tutacak açıklamalarla kamuoyu önüne çıkıyorlar.
Her iki taraf da, olayın kendilerinin sandık şansına zarar vermesini istemez görünüyor.
Sorun şu: Onların olaya böyle yaklaşmalarına bakarak, eylemi geçmişte olduğu gibi ‘meczup işi’ olarak değerlendirip, önünü arkasını araştırmaktan vazgeçmek mi, yoksa birkaç yılda bir nükseden benzer eylemlerin önünü kesmeye de yarayacak çok taraflı bir sorgulama başlatmak mı doğru olur?
Benim cevabım sorumun biçiminden de belli.
Kendi çocuklarının katili ipsiz sapsız birinin, İstanbul’a gelebilmesini, herkesin hüzünlü olduğu ve bu sebeple çevreyle fazla ilgilenilmediği bir ortamda, etrafında korumaları bulunan bir parti genel başkanına saldırabilmesini, “Neden yaptın” sorusuna karşı ‘yemek kartı’ mazereti uydurmasını önemsememek konuyu basite almaktır.
Planlayıcılar varsa, bundan cesaret alarak, çok daha vahim sonuçlar doğurabilecek ileri eylemlere başvurabilirler…
Tekrarlayayım: Umarım öyle olmaz.