Tarih: 09.10.2019 08:53

Son Gerçek Bükücü

Facebook Twitter Linked-in

Rafet El Roman “Macera Dolu Amerika” şarkısını yazalı 20 yıl, Deniz Gezmiş “Kahrolsun Amerika” diyeli 50 yıl, Adnan Menderes “memleketi küçük Amerika yapacağız” diyeli 70 yıl oldu.

Bu 3 geçmiş zaman dönümünün ortak noktası aslında diplomasinin ‘cinsiyetsiz’ ve ‘nötr’ diline tabi olunması idi. Diplomatlar her zaman seviyeyi muhafaza etmeleri ile ayrışırlar.

Türkiye ambargo uygulanan yıllarda bile Trump’un ve Amerikalı çeşitli siyasetçilerin son birkaç güne sığdırdığı söylemlerdeki tuhaf ve akıl dışı muameleye maruz kalmamıştı. Bunun tersini çokça görmüş oyuncak Iphone, turp vs gibi suçsuz metaların memleket dahilinde fena muameleye maruz kaldığına şahit olmuştuk.

Gerçek üstü diyebilecegimiz bu sürecin iniş ve çıkışları özellikle sosyal medyanın gerçeği sahte ile karıştıran kakafonisinde iyice rahatsız edici bir hal aldı. Gerçekten de 21. yüzyılın hızı ve gerçeği bükme kapasitesi boyle zamanlarda kendini daha da fazla hissettiriyor.

Amerika’nın soğuk savaşta önemli bir müttefiki olan Türkiye, Berlin Duvarı’nın yıkılışından tam 28 yıl sonra bu ülkenin sıradışı başkanının istikrarsız söylemlerini hazmetmeye çalışıyor.
Amerika’ya karşı olmanın bir dönem vatan hainliği sayıldığı ülkeden söz ediyoruz. Hala da kolektif hafıza fazlasıyla bu anti komünist ezber ile malul aslında. Komünist SSCB’nin ardılı Rusya da temkinli bir tavır ile çok fazla konuşmadan sözsüz bir kararlılıkla durumu takip ediyor diğer tarafta.

Bu konuda çokça yazmış biri olarak içim fazlasıyla rahat. Dünkü yazım da tam bu vurgu ile nihayetlenmişti. Türkiye’nin sağcılıkla imtihanı giderek tatsız bir meddah oyununa tahvil oluyor. Geçmişte söylediğini tamamıyla unutan ve tüm parametresini de aslında bu geçmiş birikime dayayan Türk sağı, Türk halkının bir kısmının hafızasızlığına bina ettiği ideolojik tahakküm ile en azından kendini ‘sorgulatmamayı’ başarıyor.

Bununla beraber işin sahadaki yansımasına bakıldığında; Türk dış politikası hemen hiçbir hedefini tutturamadığı bu son dönemde, Suriye’de İran/Rusya/ABD denklemi içinde askeri bir hamle ile varlığını kanıtlamayı deniyor.
Dışişleri Bakanının asker üniforması ile arz-ı endam etmesi bu hamleyi hala tam teşhis edemeyenlere durumu görsel olarak aktarma kaygısı güdüyor.
Üniforma giyen Dışişleri Bakanı ister istemez, Savunma Bakanına da diplomasi görevini devretmiş oluyor.

Savaş demek için fazla yerel ve asimetrik olsa da, olası çatışma için başka tanım bulmak da mümkün değil. Büyük resmi görenlerin uzun süredir vekalet savaşları diyerek adlandırdığı çatışmalardan birine bu defa asaleten dahil olmaktan söz ediyoruz.

Yine de 21. yüzyılın ilk çeyreğini dahi geçtiğimiz günlerde hiçbir şeyden o kadar emin değiliz.
İşin en acı ve acılı yanı asırlardır bir arada yaşama kültürünü haiz bir coğrafyanın paydaşları olarak 1776’da egemenliğini kazanmış bir ülkeden gelen diskurlara, tavsiyelere ve uyarılara muhatap olmamız…

Amerika’nın köklerinde eski kıta Avrupa’dan gelen kurucu ataları olsa da devlet geleneğinin 300 yılı bile bulmayan kısa geçmişi ile Kürt/Türk/Arap arasında yorum yapma özgüveni arasındaki trajik çelişkiyi göz ardı etmemek lazım.

Tabii ki en az bu 3 ulus kadar kadim geçmişi olan Rusları ve İranlıları da hesaptan ayrı tutmamak lazım. Yine de son derece iç içe geçmiş kültürlerin ve birbiri ile neredeyse bütünüyle entegre olmuş gelenek, dil ve inançların paydaşı olarak bu durumdan ziyadesiyle muzdarip olmalıyız.

Ben kendi adıma Mardinli bir Arap olarak hiçbir zaman Kürtlerden de Türklerden de bir tuz tanesi kadar huzursuz olmadan geçen ömrümün tam bu anında maruz kaldığım bu tablodan fazlasıyla muzdaripim.

Eleştirilecek yanları olsa da Mustafa Kemal’in ‘savaşın cinayet olduğuna’ dair sözünün en azından bugünün Türkiye’si için geçerli olduğu kanısındayım.
Ulusun hayatının tehlikeye girdiğini iddia etmek her şeyden önce bu ülkeyi uzun süredir tek başına yönetenler için de ciddi bir özeleştiri sebebi olmalıdır.

Evet AKP ile mükemmel günler geçirmesek de ulusumuzun Atatürk’ün deyimiyle hayatı tehlikede değildir.
Bu basit söz dahi aslında diplomasinin bir yolundan başka bir şey olmayan ama neticeleri hiçbir zaman olmadığı gibi şimdi de tercih edilir olmayan çatışmadan uzak kalınması için yeterli bir uyarıdır.
Türkiye Atatürk’ün çizgisini kendisine asgari bir mevzi olarak görmekten vazgeçmemelidir.
Fazlasını yapabilmek onu tüm uluslar nezdinde hak ettiği saygın noktaya kavuşturacaktır.




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —