Soluksuz Diplomasi

Mustafa KAYA ANALİZ ETTİ...

Soluksuz Diplomasi

2019 yılının son günündeyiz. Sorunların daha da çetrefilli hale geldiği bir yılı daha geride bırakmak üzereyiz. Üzülerek ifade edeyim ki, özellikle dış politikada bir öngörülemezlik dönemi yaşıyoruz. Çözülmesi adına doğru adımların atılamadığı sorunların, hiç ilgisi olmayan diğer problemleri de dolaylı veya doğrudan olumsuz etkilediğini görüyoruz. Bu durumda çoğunlukla kısa vadeli kazanımlar üzerinden günü kurtarma hedefinin, olası çözüm arayışlarını da olumsuz etkilediğine şahit oluyoruz.

Bütün bu değerlendirmelerle birlikte aslında bütün bu yaşananların temelinde Suriye meselesi olduğunu artık herkes kabul etmeli. Bunu “suçlu ayağa kalk” demek için değil, yanlışın nerede yapıldığını doğru teşhis etmek gerektiği için söylüyorum. Çünkü doğru teşhis, doğru tedaviyi de beraberinde getirebilecektir. Maalesef bugün bile hâlâ çeşitli platformlarda Suriye konusunda iktidar değerlendirilirken sadece bugüne bakarak yorumlar yapılıyor. İster bugünden bakılsın, isterse de dün açısından değerlendirilsin Suriye konusundaki yanlış stratejiler Libya, Akdeniz, Kıbrıs dâhil birçok başlıkta bugün ana belirleyici unsur olma yolunda hızla merkeze oturmaktadır. Bakınız bugün İdlib’de insani bir kriz yaşanıyor. Kimi kaynaklara göre 100 binin üzerinde insanın sınırlarımıza doğru yeni bir göç dalgası oluşturduklarına dair haberler çıkmaya başladı. Diğer yandan Libya ile anlaşmanın doğruluğu kadar, orada tutunabilmek de en az onun kadar önemli hale geldi. İyi de nasıl tutunacağız? “Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına dair” anlaşma ile ilgili olarak Türkiye’de HDP dışındaki partilerde önemli bir konsensüs oluştu. Ancak aynı ittifak asker gönderme konusunda oluşmuş değil. Çünkü arazi şartlarının doğru analiz edilmediğine dair endişeler ortaya çıkmaya başladı. Çünkü Libya bugün düzenli orduların değil savunma şirketlerinin çatıştığı bir alana dönüşmüş durumda. Bir taraftan Rusya adına hareket eden Wagner şirketi var, diğer tarafta ise ABD’nin organize ettiği devrik lider Ömer Beşir’e karşı çatışan, sayıları 5 bini bulan Sudan Bağımsızlık Ordusu ve Cancavid Milisleri var. Yani Libya tam da lejyonerlerin at oynattığı bir alan halini aldı.

Libya’da bulunduğu sırada haber için koştururken aracına ateş açılan ve bir anlamda ölümden dönen Habertürk’ten Mehmet Akif Ersoy’un, “Türkiye Libya’ya asker gönderecekse de Türk askeri orada muharip güç olmamalı. Başka çözümler aranmalı” sözü bence önemlidir. Ersoy’un ayrıca Libya’da özellikle köpürtülen “Türkler, Osmanlılar, işgalciler” propagandalarına dikkat çekmesinin üzerinde de mutlaka iyice düşünülmelidir.

Savaş “anlaşmazlıkları silah yoluyla çözmenin” adıdır. Hiçbir aklıselim sahibi insanın arzu etmemesi gereken son safhadır. Bu durumda bile diplomasiyi işletmek gerekir. Bugün bize “düşmanlığını ilan etmiş” olanlarla da iletişimi devam ettirecek bir formülü hayata geçirmek zorundayız. İçinden bulunduğumuz süreçten çıkışın en sağlıklı yolu doğru diplomasidir. Soluksuz bir diplomasi ile çıkış aramaya çalışmaktır.

Ne felaket tellalıyım, ne de böyle bir şeyi kabul edebilirim. Ancak şu noktayı ifade etmek zorundayım; Türkiye karşısındaki cepheye katılımları önemsemeyen hatta destekleyen bir anlayışla güvenli bir şekilde daha fazla yoluna devam edemez.