Tarih: 27.12.2021 17:09

Sokak hayvanları

Facebook Twitter Linked-in

Son zamanlarda milletçe ağırlıklı olarak ekonomiyi tartıştık. Diğer haberler bu ana gündem maddesinin arasına sıkıştı. Bunlardan birisi de Gaziantep’te Pitbull saldırısına uğrayan ve ölümden dönen bir çocuğun haberiydi. Bu tarz hadiseler bir hayli yoğunlaştı. Nihâyet Cumhurbaşkanı Erdoğan, başıboş köpeklerin toplanıp, belediyelerin barınaklarında kontrol altına alınacağını ilân etti. Bekleneceği gibi, kızılca kıyâmet koptu. “Sokak hayvanları sâhipsiz değildir” etiketiyle karşıt bir kampanya başlatıldı. Bu yoldaki tepkiler Erdoğan nefretinin bir parçası hâline getirilmekte gecikmedi.

Kendi nam ve hesâbıma, bir “kedici” olduğumu peşinen söylemeliyim. (Aramızda kalsın; ne kendi kedime ne de genel olarak kedilere lâf söyletmem). Zamânında köpek de besledim. Doğrusu köpek beslemekle kedi beslemek arasındaki farkı bizzât yaşamış olarak tercihimi kediden yana yaptım. Medeniyet ve tabiat arasında kendisine bir saha oluşturmuş, her ikisinden de çağrışımlar getiren, lâkin herhangi birisine âit olmayan, şahsiyet sâhibi bu yaratıklara derin bir hayranlık hissediyorum. Köpek sâhipleri ve sevenleri alınmasın ama, bunun daha çok, efendilik yapmaya alışmış Batı kültürünün bir parçası olduğunu düşünürüm. Köpekler tabiatlarını ve şahsiyetlerini medeniyet içinde eritmiş geliyor bana. Kedi, hem Doğu kültürünün içinden geliyor ve ona yakışıyor. Nitekim Batılı insanlar daha çok köpek beslemeyi seviyor. Kedi besleyenler hayli azınlıkta kalıyor.

Aslında gerek kediler gerek köpekler, binlerce sene devâm eden zirâî medeniyet içinde yerlerini buldular. Köpeklerin evcilleştirilmesini zarûretler tâyin etti. Hayvancılıkta, sürülerin güdülmesinde, dış tehlikelere karşı savunulmasında bu dostlarımız harika işler çıkardılar. Kediler ise başta fârelerle olmak üzere, diğer istenmeyen haşaratla mücâdelede evlerimizin bir parçası hâline geldiler. Mesele sanayi toplumuna geçişte başladı. Zırâi yapıların dönüşmesi esnâsında yaşanan nüfus kaymaları ve mekân şokları bu hayvancıkları iyot gazı gibi açığa çıkardı. Sanayi “medeniyeti” onları sokağa düşürdü ve sâhipsiz bıraktı. Zor şartlarda da olsa üremeye devâm ettiler. Üzerinde kendilerine çok aykırı yapılaşmaların ve ilişkilerin yaşandığı kentlerde çoğaldılar. Bu hâlleriyle kent hayâtının düzenini bozan varlıklar olarak algılanmaya başladılar. Kentli karar alıcılar vahşi bir şekilde onların imhâsına girişti. Avrupa’da bu iş büyük bir katliamla neticelendi. Bugün hakikâten de Avrupa sokaklarında başıboş hayvan görmek neredeyse imkânsız hâle gelmiştir. Bizde ise ahkâm-ı asra uyup bu yolda hor adımlar atıldığı olmuştur. Bunların en meşhûru 1910’da yapılan Hayırsız Ada katliamıdır. İstanbul’daki sokak köpekleri toplanıp Hayırsız Ada’ya götürülmüş, burada açlığa, susuzluğa mahkûm edilmişlerdir. İstanbullular günler geceler boyu, birbirlerini parçalayan bu hayvancıkların canhıraş çığlıklarını işitmişlerdir. İmparatorluğun çöküşünü bu hayırsız olaya yoranlar bile olmuştur. Çocukluğumda zaman zaman belediye işçilerinin ellerinde tüfek, başıboş köpekleri katlettiğine şâhit olmuşluğum vardır.

Zaman içinde, yalnızlaşan sanayi insanının, bilhassa orta sınıflaşma içinde yeniden bu hayvanları sâhiplenmek istikâmetinde bir duygu biriktirdiğini, giderek bunun kuvvetli bir talebe dönüştüğünü gördük. Hayvanları bu defâ duygusal olarak nesneleştiriyor, egoizmimize âlet ediyorduk. Bu duygusallığın en ileri ve bana kalırsa en hastalıklı boyutu, hayvan sevgisi ile insan nefretini birleştiren bir çizgidir. Bu ricat aslında sun’i idi. Bilhassa köpekler zâviyesinden bunu daha berrak izleyebiliyoruz. Hayvancıkları tabiî çevresinden çıkaran, onları bir lokma bahçelere veyâ daha ağırı, apartman dâirelerine tıkıştıran, binlerce sene içinde oluşturdukları içgüdülerinden arındırıp sıkı bir eğitime tâbi tutup, komutlarla iş gören robotlara dönüştüren bir süreçti bu. Derken kapitalizm bunun kokusunu aldı. Köpek eğitim çiftlikleri, pet shoplar, pahalı veteriner klinikleri, ilaçları takviye besinler, bakım evleri, hayvan otelleri, melezlendirmeler üzerinden evde bakılmaya müsâit tuhaf türlerin oluşturulması sökün etti. Kediler bu topa çok az girdiler. Zâten kadim dünyâda köpek dâima ev dışında kalırken onlar rahatlıkla eve girip çıkabiliyorlardı. Buna ilâveten eğitimi asla kabûl etmiyorlardı. Kedi besleyenler bilirler; kedi eğer evi kabûl etmezse yapacak bir şey yoktur.

Türkiye’de bu işler, her iş gibi hep iki arada bir derede kaldı. İstanbul dünyâda kedilerin başkenti olarak biliniyor. İnsanların, son zamanlarda çok örselenmiş olsa da hâlâ yarı dinsel yarı geleneksel temellere sâhip merhamet duyguları üzerinden sokak hayvanlarını himâye ettiklerini, esnâfın hâlâ onları uğur gibi bellediklerini biliyoruz. Orta sınıflar hayvan severler ile onlardan nefret edenler olarak ikiye ayrıldığı, bilhassa sitelerde sık sık sınıf içi kavgaların yaşandığına da şâhitiz. Diğer taraftan son otuz sene içinde çok belirgin olmak kaydıyla kedi ve bilhassa köpek sâhiplenmeleri tırmandı. Bilhassa çocuk popülizmi üzerinden çocuklarına kedi ve köpek aldıklarını, sıkılınca veyâ üstesinden gelemeyeceklerini anladıklarında garibanları sokağa attıklarını biliyoruz.

Hâsılı bu işler bir medeniyet işi. İnsan, aklı ve vicdânıyla diğer canlılardan mes’uldür. Ama yapıp edip, kurduklarımızla artık kendimizi bu mes’uliyeti taşıyamayacağı bir iklime mahkûm ettiğimiz çok âşikâr… O garipleri de peşimiz sıra sürükleyerek…




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —