Tarih: 28.02.2020 01:26

Siyasette değişimci ve istibdatçı ekol

Facebook Twitter Linked-in

Tarihsel süreç içinde baktığımızda, İslam siyaset düşüncesinin istibdatla yaşamayı meşru sayan aklayıcı ekolle siyasi istibdadı aşmaya ve aynı zamanda ondan kurtulmaya çalışan değişimci ekol arasında gidip geldiğini görürüz.

Siyaset felsefesi de özünde ya mevcut durumu haklı göstermeye çalışma, ya da mevcut durumu reddetme tutumu gösterme ihtimallerinden birini işaret etmektedir.

Bu çerçeveden bakıldığında Müslüman dünyanın, değişimci ekole dahil olmaktan ziyade meşrulaştırıcı ekole dahil olduğu görülecektir. Bu manada İslam siyaset fıkhı da “ayak uydurma ve cevaz verme” biçiminde tezahür etmiştir. Kuşkusuz İslam fıkıhçıları bunu istibdada keyfi bir “cevaz verme” niyetiyle yapmamışlardır. Ancak bu eylemin sonucu, mmetin birliğini muhafaza etme adına siyasi meşruiyeti göz ardı etme olarak ortaya çıkmıştır.

Tarihsel tecrübelerin ışığında meseleye bakmak gerekirse; İslam siyaset düşüncesi içinde yer alan aklayıcı ekol sayesinde siyasi meşruiyet rafa kaldırıldığı için Müslüman toplumlar mutlak otoritenin denetimi altına alınarak bir bakıma itaate mecbur kılınmışlardır. Yani İslam siyaset düşüncesinde, ümmetin birliği siyasi meşruiyete tercih edilmiştir.

Muhammed Muhtar Şankıti, değişimci bir anlayışla İslam siyasi fıkhına nasıl bakılması gerektiği konusunda şöyle bir tespitte bulunuyor: “Günümüzde geleneksel siyasi fıkhın, geleceğe doğru yeni bir yol almaya çalışan Müslümanlar için artık ilham verici bir kaynak olamadığını, aksine onların sırtında ağır bir yük olarak kaldığını görüyoruz. Bu düşünsel ve ahlaki tıkanmışlık anında ümmet eğer söz konusu anayasal krizin içine nasıl girdiğini idrak edemezse bu krizden nasıl çıkılacağını da idrak edemeyecektir.” (İslam Medeniyetinde Anayasal Kriz, s.64, Mana yayınları)

Geleneksel İslam siyaset fıkhının istibdat yönetimlerine onay veren uyumcu görüntüsünü tarihsel bağlamı içinde değerlendirip, modern zamanları okuyan bir yenilenmeye tabi tutmadan geçmişteki kalıplarıyla aynen bugüne taşımak, aşılması zor bir engel olarak Müslümanların hareket alanını kısıtlamaya ve bugünün Müslümanlarıyla gelecek arasında perde olmaya devam edecektir. Tarihsel tecrübeler göstermiştir ki ümmetin birliği üzerinden istibdadı aklama ve meşrulaştırma girişimleri, ne yazık ki zamanla kalıcı hale gelmiş ve uzun vadede Müslümanlar için adeta bir hüsrana dönüşmüştür.

Rıdvan es-Seyyid, Müslüman fukahanın siyasi birliği sağlamak arzusuyla meşruiyeti kurban verdiklerinde nasıl bir çıkmaza girdiklerini geleceğe ışık tutan bir üslupla şöyle anlatıyor: “Biz eski siyaset fıkıhçılarımızın içine düştüğü sıkıntıya bakıp bundan bir ders çıkarabiliriz. Bu ders de şudur: Birliğe önem vermek haddizatında bu birliği gerçekleştirmek ve devam ettirmek için yeterli değildir. Aksine bu birliği sağlamak, birlik düşüncesini önemsemek kadar ona ulaştıracak yolu önemsemeyi de zorunlu kılmaktadır. Başka bir ifadeyle, Bizzat İslam’ın varlığı ile ilgili olan birlik meselesi (siyasi) meşruiyet meselesiyle ayrılmaz bir bütün oluşturur. Meşruiyetin birinci şartı, yöneticinin cumhuru temsil eder olmasıdır (şura, akit, biat). Birlik aslında meşruiyet olmaksızın salt güç ve tasallut yoluyla inşa edilip sürdürülebilir. Fakat böyle bir birlik artık İslami bir birlik olarak kalamaz; aksine bu birlik, Hüseyin b. Ali, Abdullan b. Ömer, Abdurrahman b. Ebu Bekir gibi büyük sahabilerin de Muaviye kendi oğlu Yezid için biat istediğinde mülahaza ettikleri gibi, artık Kisracı ve Kayserci bir birlik halini almış olacaktır. Çünkü böyle bir durumda hilafet krallığa dönüşecektir.” (Şankıti’nin İslam Medeniyetinde Anayasal Kriz kitabından, s.61) 

Maalesef İslam siyaset tarihinde bunca yaşanan tecrübeye rağmen, hukukun üstünlüğüne dayalı ve meşruiyetini halkın iradesinden alan yönetim modelinin oluşturulamaması bir talihsizliktir. Zira erken dönemde tıpkı Yunan ve Roma tecrübelerinde olduğu gibi İslami tecrübe de demokratik şehir modeli ile yola çıkmış ve halkı da içine alan bir meşruiyet oluşturmuştur. Ancak bu erken dönem baharı, şeffaf ve hesap verilebilir yönetim ruhunun geri çekilişinin miladı olan Sıffin savaşı ile birlikte giderek sultanlıklara ve krallıklara evrilmiştir.

Hz. Peygamber ve raşid halifeler dönemini “anayasal doğuş” dönemi olarak gören Malik Binnebi, “Sıffin İslam tarihindeki demokratik İslami yönetim tasarısının tarihsel seyrine devam etmesini engelleyen bir dönüm noktasıdır” der. (Şankıti’nin aynı eserinden, s.53)

Bugün İslam dünyasında neden hukukun üstünlüğüne dayalı bir yönetim modeli oluşturulamadığını anlamak için, geleneksel İslam siyaset fıkhının tarihsel süreç içinde nasıl bir seyir izlediğine yakından bakmakta yarar var.




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —