Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

Siyasetin Değişen Doğası: Sınıf Mücadelesinden Kültür Savaşlarına

Kadir Canatan Yazdı:

Siyasetin Değişen Doğası: Sınıf Mücadelesinden Kültür Savaşlarına

Modern siyasetin doğası, özellikle Avrupa bağlamında son birkaç onyılda derin bir dönüşüm geçirmiştir. Yirminci yüzyıl boyunca siyaset, büyük oranda sınıflar arası ekonomik çıkar mücadeleleri etrafında şekillenmişti. Emek-sermaye karşıtlığı, refah devleti politikaları, sendikalarla işverenler arasındaki pazarlıklar ve sol-sağ eksenli çatışmalar bu dönemin karakteristik unsurlarıydı. Ancak 21. yüzyıla girerken bu tablo değişmiştir. Siyaset, giderek ekonomik sınıfların değil, kültürel kimliklerin, etnik kökenlerin, dini inançların ve yaşam tarzlarının çatışma sahası hâline gelmiştir. Bu dönüşüm, Avrupa’nın çokkültürlü toplumlara evrilmesiyle daha da belirginleşmiştir.

Çokkültürlülük, II. Dünya Savaşı sonrası dönemde Avrupa’ya yönelen göç dalgalarıyla şekillenmiş, özellikle 1960’lardan itibaren Batı Avrupa ülkeleri, başta Türkiye, Fas, Endonezya ve Surinam olmak üzere pek çok ülkeden gelen işgücü göçünü kabul etmiştir. Küresel kapitalizmin ihtiyaç duyduğu ucuz emek, Avrupa toplumlarına yeni toplumsal katmanlar kazandırmış; ancak bu yeni yapı zaman içinde sadece ekonomik değil, aynı zamanda sosyo-kültürel farklılıkların da siyasetin merkezine oturduğu bir zemin hazırlamıştır.

Özellikle 2000’li yıllardan itibaren, göç ve mültecilik olgusu hem sayısal artışı hem de medyatik görünürlüğüyle, Avrupa siyasetinde belirleyici bir unsur hâline gelmiştir. Bu süreçte, siyasal tartışmalar geleneksel “refah devleti” politikalarından uzaklaşarak, “ulusal kimlik”, “entegrasyon”, “güvenlik” ve “kültürel uyum” eksenine kaymıştır. Böylece siyaset, sınıf merkezli bir mücadeleden çok, kültürel kimlikler arasındaki bir söylem savaşına dönüşmüştür. Bu bağlamda, “kültür savaşları” kavramı, yeni dönemin siyasal kutuplaşmalarını tanımlamak açısından elverişli bir çerçeve sunmaktadır.

Hollanda örneği bu dönüşümün somut izlerini taşıyan ülkelerden biridir. 20. yüzyılın ortalarına kadar oldukça homojen bir toplum yapısına sahip olan Hollanda, göçmen işçilerin gelişiyle birlikte demografik ve kültürel açıdan çeşitlenmiştir. Özellikle 2000’li yıllarda, İslam’ın kamu alanındaki görünürlüğü, entegrasyon tartışmaları ve mülteci krizleri, Hollanda siyasetini köklü bir şekilde dönüştürmüştür.

Bu dönüşüm, siyasal düzlemde popülist sağ partilerin yükselişiyle kendini göstermektedir. Pim Fortuyn ile başlayan ve Geert Wilders ile kurumsallaşan göç karşıtı ve İslam eleştirisi merkezli siyaset, yalnızca marjinal bir tepki değil, geniş bir seçmen kitlesinin desteğini kazanan ana akım bir politik çizgi hâline gelmiştir. Bu partiler, ekonomik eşitsizlikten ziyade “kültürel tehdit” söylemi üzerinden politika üretmektedir: Göçmenlerin Hollanda değerlerine uyumsuzluğu, kamusal düzenin bozulması ve Avrupa kültürünün tehdit altında olduğu gibi argümanlar, geniş kitlelerde karşılık bulmaktadır.

Bu yeni siyasal iklimde, sol partilerin geleneksel “sınıf siyaseti” gündemi zayıflamış; kimlik, temsil, kültürel haklar gibi post-materyalist talepler ön plana çıkmıştır. Bu durum, siyaseti daha da parçalı ve kimlik odaklı bir yapıya dönüştürmüştür. Siyasi partiler, artık sadece ekonomik programlarıyla değil, aynı zamanda göç, kültür, aidiyet ve güvenlik konularındaki pozisyonlarıyla tanımlanmaktadır.

Kültürel çatışmanın siyaset üzerindeki bu etkisi, yalnızca göçmen kökenli grupların entegrasyon sorunlarıyla sınırlı değildir. Aynı zamanda yerli halk arasında kültürel aidiyetin yeniden tanımlanması, “biz” ve “öteki” ayrımının yeniden çizilmesi gibi süreçlerle birlikte yürümektedir. Bu nedenle, kültür savaşları sadece dışlayıcı söylemleri değil, aynı zamanda ulusal kimliğin yeniden inşasını da beraberinde getirmektedir.

Sonuç olarak, Avrupa siyasetinde gözlenen değişim, yalnızca ideolojik pozisyonların değil, siyasal çatışmanın doğasının da dönüşümüne işaret etmektedir. Hollanda örneğinde olduğu gibi, göç ve kültürel çoğulluk, siyaseti yeniden şekillendirmekte; sınıf mücadelesinin yerini kültürel farklılıklar etrafında süren bir hegemonya mücadelesi almaktadır. Bu durum, hem demokratik temsilin yapısını hem de toplumsal bütünlüğün sınırlarını yeniden düşünmeyi zorunlu kılmaktadır.

 

Kaynak: farklı bakış



Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

HABERLER