Tarih: 30.10.2021 12:18

Siyaset öldü mü?

Facebook Twitter Linked-in

Siyaset kavramının birçok meşru tanımı vardır. Bir kısmı siyaseti, mücadele, hükümranlık, makro güç, mikro iktidar, sınıf, talep, örgütlenme gibi başka kavramlarla ilişkilendirerek tanımlar.

Siyasetin “düzenleme işlevi”yle tanımlanması da bunlardan birisidir. Bir toplumda çatışmalı, çelişkili ve farklı olanı bir arada tutan, kendiliğinden ortak alan ve değer üreten, bu oranda bu gruplar arasındaki etkileşim, melezleşme ve değişime vurgu yapan bir tanımdır bu. Bu tanım, iktidar, iktidar ilişkileri, egemenlik gibi hususları dışlamadığı gibi, onların yapısı ve kullanım tarzıyla ilgili kimi kabuller içerir. Görece eşitlikçi, ideallerden değil erdemlerden yola çıkan, şimdiki zaman talepleri fikrine dayanan, bu çerçevede “öteki”yi veri alan, demokratik olanla ilişkili kabullerdir bunlar.

Bu tür bir siyaset tanımı şu soruların peşinde koşar: Ciddi kültürel veya ekonomik çatlaklara sahip toplumsal bir yapı, içerdiği farklılıklara ve onlar arasındaki çatışmalara rağmen nasıl bir arada kalır? Bunun eşitlikçi yolları nelerdir?

Bu bakış, merceğini, önce toplumsal yapının parçaları arasındaki, yani farklılıklar arası etkileşime yöneltir. Ama bununla yetinmez. Ana çekirdeğe, yani her bir toplumsal farklılığın iç dokusundaki çeşitlilik ve etkileşime özel bir önem verir. Eşitlikçi bir doku istikametinde değişimin kalıcı imkanlarını burada arar.

Bu tür siyaset, doğal olarak, siyasi alanın varlığı ve genişliğine vurgu yapacaktır. Zira farklılıkların kendilerini muhafaza etmesi, iç ve dış etkileşimler yaşaması, geniş siyasi alan koşullarında mümkündür. Bu siyasetin birinci ayağıdır.

Ancak toplumsal grupların çatışmalarını makul ve meşru seviyede tutan sadece siyasi alanın genişliği değildir. Siyasi alan genişliği gerekli bir koşuldur, ama yeterli değildir. Yeterli koşul bu alanın demokratik örgüsü ve demokratik yapılanmasıdır. Bu da siyasetin ikinci ayağını oluşturur.

Türkiye için, siyasi alanın genişliği ve demokratik örgüsü üzerine kurulu bir dönüşüm iddiası, 1990’lı ve 2000’li yıllarda, benim de aralarında bulunduğum bir grup tarafından kuvvetle savunuldu ve bu yılların egemen bakış açılarından birisi oldu. Bu iddia birbiriyle ilişkili üç vurguyu öne çıkardı: Toplumsal-kültürel hassasiyetler, siyaset ve etkileşim.

Bu grup, bu çerçevede, dar siyasi alanının önündeki iki büyük engele karşı tavır aldı.

İlki, askeri vesayet meselesine kilitlenen devlet-siyaset ilişkileriydi.

İkincisi, baskıcı entegrasyon-asimilasyon politikalarıyla (Kürt meselesi), baskıcı kültürel bir hegemonyayla (laiklik meselesi), boğucu-milliyetçi amnezik bir siyasi kültürle (azınlıklar ve Ermeni meselesi) karşımıza çıkan kimlik kırılmaları ve toplum-devlet ilişkileriydi.

Kimilerinin “yetmez ama evet” sloganına işaret ederek, yarım cümleye sıkıştırmak istedikleri, toplumsal bir öyküyü siyasi mücadele ve geçici olması muhtemel sonuçlara indirgedikleri, bir siyasi iktidara yol vermekle, şahıs-güç ilişkisini meşrulaştırmakla suçladıkları bir dönemin ve entelektüel faillerinin ahvali budur.

Peki sonuç?

Hızlı özet şu:

-Siyasi alan genişlemesi ve bunun topluma, toplumsal değişeme yansıması konusunda Türkiye tarihinin en önemli yolunu bu dönemde almıştır. Kimlikler arası temas ve görece melezleşme, kimlik-birey ilişkisinde ikincisi lehine nispi özgürleşme, laikçilikten laikliğe doğru hareket, askeri vesayetteki meşruiyet örselenmesi, Kürt meselesinde çözüm fikrinin doğuşu, tarih-toplum yüzleşmesinin girdileriyle, siyasi konjonktüre rağmen, kalıcı tortular içeren bir mesafe alındı.

-Genişleyen siyasi alanın demokratik örgüsü ve yapılanması konusunda ise, iç kavgalar üzerinden bedeli ağır bir başarısızlık yaşandı. Genişleyen siyasi alan, herkesi kuşatan kirli oyunlar, usulsüzlükler, hukuksuzluklar, gizli örgütlenmeler ve tasfiyeler üzerinden siyasi iktidar tarafından bir araca dönüştürüldü ve tahakküm altına alındı. Siyasi kültürün tarihi belirleyenleri galebe çaldı.

Açıktır: Ne birinci husus ikinciyi ne ikinci husus birinciyi ortadan kaldırır.

Süreklilik de açıktır. Türkiye’nin temel meselesi dünden bugüne değişmemiştir. Siyaset, siyasi alanın demokratik yapılanması asıl mesele olmaya devam ediyor

Peki, öyle mi oluyor?

Önümüzdeki yazıya…




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —