Tarih: 28.07.2020 05:26

Sıra hilafette mi?

Facebook Twitter Linked-in

 

AK Parti’nin ilk iki dönemi evrensel hukuka yönelen reformlarla geçti. Türkiye’ye yılda 20 milyar dolara kadar yabancı sermaye geldi; dünya ekonomisindeki payımız yüzde 1.23’e kadar yükseldi.

Fakat Batı’dan gelen otoriterleşme eleştirileri iktidarı öfkelendirdi.

Artık “stratejik ortağımız” Rusya’dır!

Bu süreçte AK Parti’nin içinde ilk iki dönemdeki değerleri savunanlar da tasfiye edildi.

Bu yönelişin sonuçları bellidir: Yatırım gelmiyor, dünya ekonomisindeki payımız da 2019’da yüzde 0.86’ya düştü.

Bu durumda kitleleri tutmak için eski “Milli Görüş gömleği”ni bile aşan keskin bir ideolojik dil geliştirildi. 

DÜN VE BUGÜN 

İstanbul Sözleşmesini övünerek imzalamak ama şimdilerde lanetlemek… 

Ayasofya’nın açılmasını “tezgah” olarak nitelemek, hatta İslamofobiyi tahrik edebileceğini söylemek ama şimdilerde muazzam bir törenle açmak… 

İktidar partisindeki değişimi simgeleyen olaylardan sadece ikisi. 

Artık tarikat vakıflarının bildirilerinde İstanbul Sözleşmesi’nin gözden geçirilmesiyle yetinilmiyor, Türk Ceza Kanunu’nun ve Türk Medeni Kanunu’nun da “medeniyetimizin değerlerine göre” değiştirilmesi isteniyor. 

Nihayet, hilafetin gündeme getirilmesi sürpriz değil! 

CB sistemi Türkiye’yi uçuracak derken, ideolojik aşırılık artık devletin temel niteliklerinin reddedilmesi boyutlarına tırmanıyor. 

Demokratik toplumda böyle fikirler, gruplar olabilir. Sorun, devletin niteliklerini, yani rejimi sorun sayan bu kesimlerin iktidarın kanatları altındaki çevreler olmasıdır.

DEMOKRATİK LAİK… 

Parti Sözcüsü Ömer Çelik, “demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti” vurgusu yapan, “Cumhuriyetimiz tüm nitelikleriyle göz bebeğimizdir” diyen çok isabetli bir açıklama yaptı. 

Tanıdığımız Ömer Çelik bu sözlerinde samimidir, gidişattan çok endişeli olduğunu da tahmin ederim. 
Fakat oy kazanmayı birinci ölçü sayan iktidar bir yandan bu çevrelerle ittifakını sürdürmek, öbür yanda ise rejime bağlı milyonlarca seçmene “demokratik laik sosyal hukuk devlet” mesaj vermek gibi bir siyaset izliyor. 

İktidarın ilk iki dönemindeki evrensel hukuk yönelişini bırakıp dinimizi ve tarihimizi siyasallaştırması adım adım öyle bir atmosfer yarattı ki, ne ekonomi için “güvenli liman” görüntüsü kaldı, ne hukuk güveni, ne de toplumda huzur ve istikrar… 

Ekonomiyi krize iten, iktidara da büyük şehirleri kaybettiren asıl faktör iktidarın bu yönelişi olduğu halde, oy tutmada son kale gibi ideolojiye sarılması nasıl bir sarmala girdiğini göstermiyor mu? 

Kendisi için de Türkiye için de hazin bir tablo…

HİLAFET KONUSU 

Dün bir dergide “Müslümanların birleşmesi için hilafet şart” diyorlardı. Hilafet Hz. Ali Efendimizle ile Hz. Ayşe Validemizi birleştirmiş miydi?! 

Sıffin savaşlarında 70 bin Müslüman birbirini öldürürken hilafet vardı ve bu vahim kanlı kavga hilafet kavgasıydı! 

Yeniden bir “kim halife olacak” girdabına kapılmanın yol açacağı felaketleri bir düşünün! 

Hilafet artık hayalden öteye gitmez çok şükür. 

Hilafet dini ve kutsal bir kurum değildir. 

Hilafet siyasi bir kurumdur, tarihen monarşik devlet başkanlığıdır. 

Evet Osmanlı hilafeti kurumlaşmıştı; Türkiye’de kurumsal devlet geleneğinin oluşmasında önemli katkısı da olmuştu. Fakat Osmanlı çökerken de hilafet vardı. 

Cellatlar elinde can veren halife padişahlar da olmuştu! 

OSMANLI ROMANTİZMİ 

Bazı İslamcılarda hilafet tahayyülünü besleyen bir faktör Osmanlı romantizmidir. 

Halbuki Osmanlı kurumları ve Osmanlı hukuku eskimiş, daha 19. Yüzyılda işlevini kaybetmişti. 

Sultan Abdülaziz’in kendisinin kurduğu Sayıştay’ı 11 Mayıs 1868’de ziyaretindeki şu sözlerine bakın: 
“Geçen asırlarda halkın ve memleketin çıkarları konusunda yapılmış olan şeylerden çağımızda artık istifade kabil değildir. Geçmişte konulan usul ve kanunlar memleketimizin ve halkımızın ihtiyaçlarına yeterli olmuş olsaydı bugün Avrupa’nın en medeni ve en muntazam devletleri arasında olmamız gerekirdi.” 
Bu konuda ayrıntılar için benim “Türkiye’nin Hukuk Serüveni” adlı kitabıma bakabilirsiniz. 

Evet, bugünkü İslamcıların idealize ettiği Osmanlı kurumları bilim devrimi üretebilecek, sanayi devrimi için iktisadi birikim yaratabilecek nitelikte olsaydı, Osmanlı kendi başkentini bile kurtaramayacak kadar zaafa düşer miydi? 

Çağımızda Müslümanların hilafete değil, modern bilime, hukuk devletine, özgürlüklere ihtiyacı var.
 




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —