Silinip Gidiyoruz Hayattan Tek Tek

Hasan Alıcı, hikmetakademisi.com’da “Silinip Gidiyoruz Hayattan Tek Tek” başlıklı bir yazı kaleme aldı.

Silinip Gidiyoruz Hayattan Tek Tek

Bir gün sabah saat dokuz gibi kapı çalındı. Kapıyı açtım. Karşımda postacı elinde uzun bir zarf ismimi söyledi bu siz misiniz? Dedi.

Buyurun benim.  Dedim
Bir tebligatın var.  Dedi
Hayırdır dedim.
Kayseri den geliyor mahkeme kararı dedi.

Allah Allah dedim. İmza atıp zarfı aldım. Şöyle bir hafızamı yokladım. Sanki bütün yaşadıklarım bir yol ezberi gibi gözümün önünden geçirdim. Aklıma dişe dokunur, mahkemede okunur hiçbir şey gelmedi. Neler olabilir diye hafızama gelsin diye beynime iyice emrettim. Evet hayatımda sisteme karşı hazırlıklarım olmuştu. Sistemi rüyamda çok alabora etmişimdir. Amacım bu sistemin yerine adaletin, hukukun hâkim olacağı, kardeşliğin her tarafı kuşatacağı Allah’ın istediği insani bir sitem getirmekti. Bundan dolayı ikinci katta kitap kulübü açtım polisler sisteme bir şeyler yapar diye kapıdan ayrılmadılar. Handaki esnafları bunlar kim diye rahatsız ettiler. Onlardan almış oldukları ‘onlar iyi insanlar’ cevabı yeterli olmadı. Dükkân sahibini buldular ondanda hakkımızda iyi şeyler duymalarına rağmen kapıdan, bacadan ayrılmadılar. O günlerde de böyle bir zarf bana nasip olmadı. Bunun da kayseriyle hiç alakası yok.

Kitap kulübünü kapattıktan sonra toptan yumurtacı dükkânı açtım. Her sabah geldiğimde dükkânın karşısında kapıyı nazır Renault beyaz arabada içerisinde üç kişi her zaman oturur ellerinde gazete okur gibi yaparlardı. Bir gün canım sıkıldı yetti bunların yaptığı dedim arabanın camını tıklattım yeter artık diyecektim ki benden de yaşlı gazetesini okuyan memur efendi anladı arabadan indi elini sırtıma koydu kardeş dedi biz her gün işe çıkıyoruz biliyor musun, bizim işimizde bu deyince doğru söylediğini anlayıp gıcık bir tebessüm ile anladım dedim. Bu zamanda da kapıya böyle bir zarf gelmedi. Bunun da kayseriyle hiç ilgisi yok.

Kayseri yolumuzun üstü gelip gittikçe şehrin içinden jet hızıyla ışıklara takılmamak için hep önümüze bakarak geçer gideriz. Fakat bu gidiş gelişlerde sisteme karşı, herhangi bir insana karşı suç işlediğim şurada dursun kırmızı ışıkta geçtiğimi bile hiç hatırlamıyorum. Sonunda kulaklarım çınladı,  kafam zonkladı, beynimde şimşekler çaktı. Kayseri ile ilgili bir şey hatırladım. Bir tarihte ben Malatya’dan, bir arkadaş Ankara’dan, bir arkadaş Gaziantep’ten, bir başka arkadaşta Elâzığ’dan Kayseri de buluşmuştuk. Maksadımız hepimizin tanımış olduğu Kayserili bir arkadaşa ziyarette bulunmaktı. Gittik arkadaşımızla buluştuk. Bizleri Kayseri’nin tarihi yerlerini gezdirdi, yorulduk, acıktık sonrada eve yemeğe gittik. Ev dedim çünkü kayseri mantısı yiyecektik. Ben ve Ankara’daki arkadaşım biz Kayseri’ye gelirsek mantı yeriz diye arkadaşımıza söylemiştik. O da sağ olsun bizim geleceğimizi bildiği için evlerinde bir gün önceden mantı telaşını başlatmış. Arkadaşımız öyle yemeğinin hazır olduğunu söyledi. Ben Kayserili arkadaştan uzak arkadaşlarla hediye olarak eve ne götürelim diye istişarede bulunduk. Antep’teki arkadaş ben baklava getirdim dedi, Elâzığ’daki arkadaş ben orcik şekeri getirdim dedi. Ben de gün kurusu kaysı getirdim dedim mesele hallolmuştu. Ancak Ankara’dan gelen arkadaş sağa sola bakınıyordu ki bakmana gerek yok bizdekiler yeterli diyecektim ki aklıma arkadaşımın kola bağımlılığı geldi.

Öyle yemeğine hazır edilmişti. Arkadaşın oturduğu siteye geldik elektrikler kesik, merdivenlerden Mantı yemek için tabanlara kuvvet dedik, çıktık yedinci kata. Soluk soluğa dizlerimizin bağı çözüldü, çözülecek sonunda içeriye adımımızı attık, atar atmaz koltuklara sere serpe uzandık ki arkadaşımızın annesi kapıdan göründü hemen hep birlikte tekrar ayaklandık. Bes belli Osmanlı kadını. Edası, duruş, tavrı onu gösteriyor. bizlere tek tek hoş gelmişsiniz sefalar getirmişsiniz dedi. Hoş bulduk anacığım dedik. İçeriye gitti. Yorgun olduğumuzu fark etmiş olmalı ki fincanlarda kahve göndermiş. Kahveleri içerken de ülkenin durumundan, insanların hal ve havalinden bahsediyorduk. Bir örgüt kurup sistemi değiştiremez miyiz diye konuşmadık sadece günlük siyasetten bahsederken, kapıdan bir ses yemek hazır dedi. Yemeğe geçtik konuşmamız yemekte de devam etti. Mantıları lüp lüp götürürken bir sallantı. Avize üstümüzde tozunu kafamıza aşağı dökerken masada bir sağa bir sola bizimle köşe kapamacı oynuyordu ki Ankara’dan gelen arkadaş  sofradan koşarcasına kapıyı öyle bir açtı ki merdivenleri beşer beşer inerken ben arkasından yetişemedim. Ta ki sokağa çıkana dek, sokağın ortasında yakaladım elimi omuzuna attım abi nereye dedim. Sağa sola baktık şaşırmıştık. Bir tarafta kadınlar bir binanın sundurmasının altında oturmuşlar ellerindeki işleri yaparken belki de mahalle havadislerinden karma senfoni yapıyorlar. Diğer tarafta çocuklar top oynuyor. Seksenlik bir amca merdivenlerin bir köşesine oturmuş yaşına başına bakmadan sigara tüttürüyor. En yakını o olduğundan amcaya sordum. Amca yer mi sallandı. Yok bahçede çocuklar sallanıyor dedi. Anladım ki üsteki sarhoşluktan altakilerin haberi olmamış. Aslında ben inmeyecektim ama Ankara’dan gelen arkadaş korkuttu beni. Çokça sol arkadaşların kitabını okumuş. Her konuşmasında sanki başka örnek yokmuş gibi onlardan örnekler veren, bayağı etine dolgun canını çok seven biri. Birine yemeğe giderken elinde iki buçuk litrelik kolası yanındadır. Eee onunda vermiş olduğu hormonsal bozukluğu dikkate alırsak şeklini varın siz düşünün. Neyse çıktık yukarı kimseyle bir cümle etmeden Gaziantep’ten gelen arkadaşın çaktırmadan gülmesine rağmen biz mantıya kaldığımız yerden devam ettik. Sonra çaylarımızı yudumlayıp ayrıldık. Yani bu zaman zarfında sisteme yönelik eleştirilerimiz olmuşsa da arkadaşlarımdan başka kimse bilmez. Bu kadar olaydan sonra da Kayseri ile ilgili aklıma suç olacak bir şey gelmez.

Neyse dedim. Salona geçtim. Zarfı açtım ve okumaya başladım. Kayseri merkeze yakın bir köyde bana bir dönüm arsa verilmiş. Haberim yok. Sonra muhtar biz sana bu arsayı verdik ki beş yıl içinde üzerine bir bina yapasın fakat beş yılı geçmesine rağmen sen kılını bile kıpırdatmadın. Bundan dolayı sana verdiğimiz bu arsayı mahkemeyle geri aldık. Tabiî ki yetmez mahkeme masrafı, avukat parası birde pul parası ödemen lazım taksit kabul etmiyorlar diye yazmışlar. Eyvah dedim. Bu paranın yokluğunda şimdi hatun duyarsa kafasından vurulmuşa döner dedim. Beş bin iki yüz atmış beş lira. Az değil. Bu parayı verirsek On iki ay bizi kendimize gelemeyiz.  Zarfı aldığım gibi dışarıya çıktım. Yolun yolcusu bilir dedim telefona sarıldım avukat arkadaşı aradım. avukat bey elimde böyle böyle bir kağıt var ne yapabilirim dedim o da akşam birkaç arkadaşla vakıfta olacağım oraya gel görüşelim dedi. Akşamı iple çekiyordum.

Avukatla vakıfa buluştuk. Hal hatırdan sonra birer çay içelim dedik ancak bir fırtınaya yakalandık. Mutfağa gelen Ahmet kardeş elinizi demlikten derhal çekin daha çayın on beş dakikası var dedi. Kaptanın en ufak bir dalgınlığı, bir gemiyi mahvettiği gibi bizimde çaya yapacağımız en küçük müdahale, en küçük dikkatsizlik de çayı çay olmaktan çıkardığı gibi çayın demini de mahvedebilirmiş. Ahmet kısa boyluydu ancak sert mizaçlıymış gibi görünürdü. Cemil Meriç, “Üslûp şahsiyettir ”der. Ahmet’te bunu görmek mümkündür. Zor zamanların güçlü kuvvetli insanlarındandır. İçimizde Ebuzer olmayı en çok o hak eder. Çok fazla konuşmaz işine odaklanırdı. Çok sigara ve çay içerdi. “Sigarasız ve çaysız devrim düşünmezdi.” Bazen güldüğü zaman insanın içi açılır, yüzüne baktığında hiçbir şey dışarıdan göründüğü gibi olmadığını görürsün yüzünde. Velhasıl “silinip gidiyoruz hayattan tek tek, var olmaya fırsat bulamadan.” Silinip gitmek mi tükenip bitmek mi bilemiyorum. Rabbim sonumuzu hayr eyleye.

Gelen ihbarnameyi avukata uzattım uzun uzun baktı bir sağa bir sola dön derdi çayından bir yudum aldı, abi bu olayla zaman zaman nadiren de olsa karşılaşıyoruz. Kanun şu maddesine  göre diye başladı cezamı kesmeye.

Avukat kanun madde deyince, ben kanun ve maddelerde hep ürküp, korkmuşumdur. İlk defa orta okul da tanıştım maddelerle. Bir gün müdür yardımcısı çağırdı. Okulumuzun disiplin kurulundan çıkan sonuca göre şu şu maddesinden dolayı okuldan üç gün uzaklaştırma cezası aldınız. Hocam neden, niçin demeye kalmadı, ceza postaya verilerek velinize gönderilmiştir dedi. Babamın eline geçmeden yakaladım zarfı. Hemen içini açtım hızla okudum. Yanımdaki arkadaşıma Suçsuzum suçsuzum dedim. Dedim ama hafif sırıtan, pel pel yüzüme bakan arkadaşıma bile bu inandırıcı gelmedi. Başladım anlatmaya bizim okulda sağ sol kavgası vardı ben olaylar çıkmadan eve gideyim dedim. Kitaplarımı aldığım gibi okulun dış kapısına yönelirken müdür yardımcısı kolumdan tuttuğu gibi soluğu müdürün yanında aldım. İşte bu kişi müdürüm elebaşı. Dışarıdaki kapıya doğru giderken yakaladım.  Şaşırdım ben eve gidiyordum demeye kalmadı müdür bey disipline gönder dünyanın kaç bucak olduğunu görsün. İşte sonuç bu zarf ve disiplin kurulunun şu şu maddesine göre suç işlemişim. Onun için maddelerle hiç mi hiç aram olmamıştır.

Avukat bey ben hallederim dedi zarfı aldı cebine koydu.  Belli zaman sonrada beni arayarak hallolduğunu söyledi.

Sonuç meşhur bir söz vardır; “Hayat ileri bakarak yaşanır, geriye bakarak anlaşılır.” Benimde ‘nostaljideki’ maksadım hayat yaşanırken aynı zamanda anlaşılmasını sağlamak.

 

Kaynak: farklı bakış