Sessiz ve derinden..

Süleyman Seyfi Öğün, BAE’nin Türkiye ile yakınlaşması ile birlikte Ortadoğu’da ve çevresinde var olan birçok dengenin değişmeye başladığını ve diplomatik ilişkilerin buna göre şekilleneceğini belirtiyor.

Sessiz ve derinden..

Türkiye’nin çok mühim bir dönüşümün eşiğinde olduğu anlaşılıyor. Bunu, en yüksek seviyede, Cumhûrbaşkanı Erdoğan’ın Türkmenistan dönüşü esnâsında uçakta basına yaptığı açıklamalardan anlıyoruz. Açıklamaların BAE Veliaht Prensi Zayed’in kalabalık bir heyetle Türkiye’ye yaptığı, çeşitli ekonomik-teknik anlaşmaların imzâlandığı bir ziyâretin ardından yapılması son derecede mânidâr olduğunu söyleyebiliriz. Cumhurbaşkanı Erdoğan, 2009’dan başlayarak bozulmuş olan Türkiye-İsrâil ve Türkiye-Mısır ilişkilerinin geleceğine dâir ipuçları verdi. Açıklamalarının iki türlü şerh edilebileceğini iddia edebiliriz. İlki, atılan ve atılması düşünülen adımların bir normalleşme ile sınırlı kalacağını öngörebilir. Bu, tek başına müspet bir adım olarak da değerlendirilebilir. Çünkü, en âteşin düşmanlıklarda bile “ilişkisizlik” bir aşırılıktır. Soğuk Savaş devrinde ABD ile Sovyetler Birliği arasında iletişim kanalları sonuna kadar açıktı. Medenî olan da budur. Türkiye ve Mısır, askerî darbe sonrasında sefirlerini karşılıklı olarak çektiler. Gidişât içinde ilişkiler istihbarat örgütleri arasındaki görüşmelerle sınırlandırıldı. Ekonomik ilişkiler ise en aza indirlldi. Bu da bir diğer aşırılıktı. İsrâil-Türkiye ilişkilerinde de, siyâsal ve diplomatik ilişkiler benzer kesinti ve kısıtlamalara uğradı. Buna mukâbil, turizm hâricinde, ekonomik ilişkiler bundan müteessir olmadı. Bunu yeri geldikçe son derecede müspet bulduğumu dile getirmişliğim vardır. Siyâsal bahaneler gösterilerek uluslar arasında, stratejik hususlar ayrı tutulmak kaydıyla, mal ve hizmet akışının dumura uğratılmasını her zaman yadırgamışımdır. Medenî davranış da bunu gerektirir. O hâlde, eğer “normalleşme “sınırları içinde kalacaksa atılan adımların müspet olduğunu düşünürüm..

Diğer taraftan, atılan adımlarla sâdece bir normalleşme değil, ilişkileri derinleştirme ve zenginleştirme amacı güdülüyorsa, bunun şartının bizzât siyâsette aranması gerektiğini de söyleyebilirim. Veri stratejiler elbette ilânihaye devâm ettirilmek zorunda değildir. Burada bir kaç ihtimâl üzerinde durabiliriz. Eğer stratejik bir dönüşüm yaşanıyorsa bunun arkaplânının çok dolu olması gerekir. Beklenen, tarafların stratejilerini kendi aralarında tartışıp, çözdükten sonra esaslı ve tatminkâr kamuoyu açıklamlarıyla bu dönüşümü sâhiplenmeleridir. Yollardan birisi, belki de en olması gereken budur. Diğer bir yol ise, taraflardan birisinin sürdürdüğü stratejide yenilmesi ve güçlü tarafın stratejilerini kabûl ederek ilişkileri o doğrultuda başlatmasıdır. Bu, bâsit olarak normalleşme ile açıklanması zor ve neticeleri daha sonra çok dramatik olarak tezâhür edecek olan bir durumdur. Üçüncü ihtimal olarak, tarafların keskin husûmetlere dayanan statejilerinin toplu olarak sürdürülebilir olmaktan çıktığı bir noktada, ilişkilerin dışarıdan gelen bir zorlamayla başlatılmasıdır.

Belki de 2001 Irak işgâliyle başlayan, daha sonra Arap Kışı ile devâm eden süreçlerde Doğu Akdeniz ve Ortadoğu’nun târumar edildiğini görüyoruz. Trump devrinde bu kaostan İsrâil’in pivot olduğu, başka başka sâiklerle de olsa Türkiye ve İran’ı hedefleyen bir sırça saray imâl edildiğini biliyoruz. BAE, Mısır, Sudan, Ürdün vd Arap devletleri bir tür Sâmî Kardeşliği temelinde yan yana geldiler. Suudlar buna uzaktan da olsa destek verdiler. Buna mukâbil, Rusya’nın da yer aldığı Astana sürecinde Türkiye ve İran kendi dizilimini geliştirdi. İsrâil ve Körfez devletlerine görece mesâfeli duran Biden’ın devrinde, anlaşılıyor ki bu sırça saray tuzla buz oldu. ABD’nin Ortadoğu’dan ve Asya’dan çekilmesi buna eşlik etti. Parçalar sağa sola savrulmaya başladı. İlk kritik gelişme İsrâil-ABD bağının yerini Rusya-İsrâil bağının alması oldu. Körfez devletleri ve Mısır adeta iyot gazı gibi açığa çıktı. Gelişmelerin ABD ile İngiltere arasında kurgulanan bir işbölümünün neticesi olduğu yolunda hayli kuvvetli bir intibâm olduğunu söyleyebilirim. Açıkça ortaya koyalım ki, ABD, Ortadoğu’yu yönetemedi. İşleri yüzüne gözüne bulaştırdı. Tam da burada coğrafya ile sıkı ve derin bağları olan İngiltere devreye girdi ve inisiyatif aldı. İran’ın Çin ile yaptığı anlaşma ve Rusya-Çin ilişkilerinin stratejik, hattâ askeri bir işbirliği boyutu kazanması bardağı taşıran son damla oldu. İngiltere’nin kurgusunda, Baltık-Girit hattında izole edilen AB ,yâni Fransa ve Almanya’yı Akdeniz ve Ortadoğu’dan uzak tutmak, İran’ın yayılmasını sona erdirmek ve Rusya-İsrâil bağını zayıflatmak olduğunu düşünüyorum. (Son Hamas açıklamasının buna mâtuf olduğunu söyleyebiliriz). İngiltere, bu hedeflerine ulaşırken, Türkiye’yi merkeze koyuyor. (Orta vâdede bunun Türkiye’yi mâlî bir merkez hâline getirmeyi hedefleyen bir başka boyutu da olduğunu tahmin ediyorum). İsrâil-Türkiye, BAE ve Suudi Arabistan-Türkiye arasındaki gerilimleri düşürmek ve işbirliğini arttırmak istiyor. Tekmil taraflara geri adım attırmaya, onları kuvvetli bir Çin-Rusya-İran muhalifi bir çizgide buluşturmaya adanan sessiz ve derinden yürütülen bir süreç bu..Bunun adı Pax Britanica olsa gerekir. Türkiye için çok ciddî fırsatlar ve riskleri de berâber getiriyor.. İzleyip göreceğiz…