Çok büyük bir felaket yaşandı ve geriye çok büyük bir enkaz kaldı. Yaşananlar pek çok şeyle beraber, dev bir afet söz konusu olduğunda organize olma, arama ve kurtarma konusundaki kapasitemizin ne kadar eksik olduğunu da gösterdi.
En çok AFAD öne çıktı; kimileri yerden yere vurdu, kimileri göklere çıkardı. Kimileri de o kadar değil, dedi.
11. Günde hala enkaz altından canlı çıkan insanlar var. Bu hem yüreğimize su serpiyor hem de acı veriyor. 11. Günde hala dayananlar varsa kim bilir ilk üç günde daha kaç kişi sağ kurtarılabilirdi sorusu yakamıza yapışıyor çünkü.
Peki sahada olanlar ne düşünüyor?
Sahada AFAD dışında olan arama kurtarma ekipleri de vardı.
Onlar ne diyor?
Ekran yüzlerinin destek üzerine destek attığı, hepi topu bağış toplayan ama aslında bir aşevi bile açmış olmayan “havalı” isimlerin dışında taşın altına en gerçek haliyle elini koyan deprem gününden beri aktif olarak sahada bulunan İHH mütevelli heyeti üyelerinden biriyle, Serkan Nergis’le buluşuyorum.
İHH, AFAD tarafından akredite edilmiş kurumlardan biri ama AFAD’a oranla sivil.
Serkan Nergis de yıllar içinde yerkürenin çeşitli felaket anlarında; misal Filipinler, Pakistan ve Japonya depreminde arama kurtarma faaliyetinde çalışmış, milliyetine, dinine, coğrafyasına bakmadan toprak altından hayat çıkarmış bir arama kurtarma eğitmeni ve görevlisi.
Kahramanmaraş depreminin başından beri vakfın genel başkanı Bülent Yıldırım’la beraber sahada. İstanbul’a döndüğünü öğrenir öğrenmez görüşmek ve her şeyi bir de ondan dinlemek istedim. Sohbet olarak başlayan görüşmemiz röportaja dönüştü. Çünkü ondan duyduklarım, bu kez de deprem üzerinden kutuplaşmış iki ayrı “tarafın” abarttıkları, yanıldıkları, es geçtikleri tabloya ve hikayelere dair başka bir pencere açıyordu.
Çok hazin şeyler anlattı Serkan.
Çok brutal görüntüler belirdi gözümün önünde ve bir daha gitmedi.
O yüzden, hayatımda ilk kez yaptığım bir işe + 16 notunu düşmek zorunda kalıyorum.
Bu yer yer +16 uyarı işaretli bir röportajdır.
Enkazda kalmak bazen neye benzere dairdir ve sahada arama kurtarma yapanların içiçe olduğu hakikate ilişkindir. Bir yönüyle drama, bir yönüyle korku filmi gibi.
KOORDİNASYONSUZLUK HAD SAFHADAYDI, ANCAK…
–Benzersiz bir depremdi, kabul. Ancak ilk 12, dahası ilk 72 saat çok önemli olmasına rağmen doğru zamanda doğru şekilde organize olmayan bir AFAD vardı ve doğal olarak çok sorgulandı. İlk andan itibaren sahadaydın. Ne gördün, süreci nasıl problematize ediyorsun?
Ben 80’in üzerinde ülkeye gittim bunların arasında deprem, tsunami, çığ, kuraklık, sel vardı. Haiti depreminde, Filipinler, Pakistan depremindeydim, 2011 Japonya depreminde vardım, savaş bölgelerinde, bombalanan Halep’te vardım. Çok ölüm gördüm. Ama bunun gibi bir şey görmedim. Dünya üzerinde bunun kadar geniş bir alana yayılmış bir afet ben görmedim. Dünya üzerinde bu büyüklükte bir afete kusursuz ya da kusursuza yakın düzeyde etkin bir müdahale gerçekleştirilebilecek bir ülke yok. Bu gerçeği önce bir kenara koyalım. Yardımların ulaşması konusunda hava şartlarının çok olumsuz etkisi oldu, bunu da kabul edelim. Üçüncüsü koordinasyonsuzluk da had safhadaydı, bunu da hepimiz gördük yaşadık.
– Deprem günü mü yola çıktınız?
Bölgeye yakın illerdeki İHH ekipleri bulundukları yerde hemen toparlanarak sahaya geçiler, biz Bülent Yıldırım (İHH Vakfı Genel Başkanı) ağabeyle yola çıktığımızda tarih 6 Şubat sabah 07.00 idi. Niğde otobanında iki kez kar fırtınasına yakalandık. Bir ara biz kurtarılmayı bekledik. Sonra polislerle karşılaştık, yol açıldı devam ettik. Adana’ya vardık, oradan da ancak akşam saatlerinde İskenderun’a varabildik. Bizim ekiplerimiz varmıştı ve çalışıyordu. Antalya’dan gelmişlerdi. İskenderun’a girdiğimde şoke oldum. Enkazlara yaklaşınca sesleri duyuyorsun ama kimse yok. Arkadaşlarımız delikler açmış ama iş makinesi lazım.
-Sizin elinizde ne var o an?
Hilti var, demir kesme makası var, ses dinleme cihazları, hava yastıklarımız var. Ama büyük kolonları tabyaları aşmak için iş makinesi gerekiyor. Akşam altı civarı. AFAD yok henüz. Aslında bu da normal.
-Neden normal, siz gidebiliyorsunuz o niye gelemiyor?
O şehrin AFAD üyeleri de enkaz altında çünkü. Koordine edebilecek olanlar da enkaz altında. Adana’da afet olursa ilk müdaheleyi AFAD yapar, yapamazsa yakındaki şu il müdahale eder diye bir belirleme var mesela, ama o yakındaki ilde de deprem olmuş oradaki sorumlu da enkaz altında. Ona yakın ilde de deprem olmuş, o da enkaz altında… Zincirleme gidiyor. Yapılması gereken her şeyin merkezden koordine edilmesi ama o da olamıyor.
-Neden olamıyor?
Aslında olması için çalışılıyor. Mesela birinci sınıf arama kurtarma ekipleri için uçak hazırlattılar. O uzmanları uçağa koydular ama onlar saatlerce bekledi. Saatlerce. Çünkü uçağın hangi havaalanına ineceği belli olamadı. Deprem olduktan sonraki beşinci saatte bakın, ekipler var, uçak var ama hangi havalimanı uygun, hangi pist inilebilir durumda, feedback gelmiyor ve bu yüzden uçaklar hareket edemiyor. Bizim ekipler sivil olmanın avantajını yaşadı kimseden talimat beklemiyoruz biz sonuçta ama AFAD özelinde bir de ayrı bir bürokrasi var. Hava muhalefeti var. Arama kurtarma ekipleri normalde Hatay’a ve Antep’e indirilecekti o olamayınca Adana’ya indiler. Ancak şehirlerden de bilgi alınamayınca orada da organize olamadılar.
HAVA SOĞUK OLDUĞU İÇİN ARAMA KURTARMA OLUMSUZ ETKİLENDİ AMA SICAK OLSAYDI ÇOKTAN SALGIN HASTALIK BAŞLAMIŞTI
-Havanın aşırı soğuk olmasının eksileri kadar artıları da olmadı mı?
Havanın soğuk olmasının dezavantajları kadar avantajları da oldu. Enkaz altındakiler için susuzluğu dayanılır kıldı. Ölümü geciktiren bir etken oldu. Bu yüzden 9. ya da 10. Günde hala canlı kişiler çıkarılabildi. Hava sıcak olsaydı anında salgın hastalık baş gösterirdi, halen bu olmadı ama arama kurtarma çalışmalarını çok olumsuz etkiledi. -20’yi gördük. Yollar kapandı.
-İlk ve ikinci gün İskenderun ve Antakya’daydın. AFAD Antakya’da var mıydı?
Yoktu demek haksızlık olur. İskenderun’da da Antakya’da da gördük.
-Kaç kişi?
Üçlü beşli birlikler halinde ama onlar da ne yapacaklarını bilemiyorlardı. Koordine halde değillerdi. Ancak bu büyüklükteki bir afette şunu kabul etmek lazım, istediğiniz kadar koordineli olun ilk 24 ya da 48 saatte enkaz altındakilerin yüzde 50’sine bile ulaşamazdınız ama daha iyi bir koordinasyon olsaydı daha fazla kişi kurtarılabilirdi. Bu hepimiz için geçerli.
-İkinci gün ne oldu?
İkinci gün biraz daha toparlandı. İş makinesi tek tük görmeye başladık. Ben hala Antakya’daydım. Ama asıl üçüncü gün yoğunlaşma oldu. Daha sonra Hatay merkez, Reyhanlı ve Kilis’e geçtik, Antep’ geçtik. Antakya’dan sonra her yer nispeten daha iyiydi. Dördüncü gün Maraş’a geçtim. Dördüncü gün pek çok şey oturmuştu artık. Sonra Malatya ve Adıyaman’a gittim.
-İHH’dan kaç kişi olarak sahadaydınız?
Türkiye genelinde 1500 kişilik arama kurtarma ekibimiz var. Hepsini çağırdık. Her ilde 100-150 kişi vardık. Deprem dört buçukta oldu biz beş buçukta bütün ekipleri harekete geçirmiştik. Van Adıyaman arası araba ile 7 saat, Van’dan çıkan ekip 11. saatte Adıyaman’da çalışma yapıyordu. Adıyaman ve Maraş’ın en büyük problemi iletişim problemiydi, hiçbir şekilde seslerini duyuramadılar. Ben Maraş ve Adıyaman’a giden ekiplerimizle gittikleri andan itibaren irtibat kuramadım.
KENDİ EKİPLERİMİZLE BİLE İLE İLETİŞİM KURAMADIK
-Kendi aranızda konuşamadınız yani plan da yapamadınız?
Evet ve böyle bir anda en önemli iki şey vardır: Koordinasyon ve iletişim.
İletişim çöktü, koordinasyon ağır aksak ve yetersiz kaldı. GSM şirketlerinin de burada üzerine alması gereken pay var. Seyyar mobil baz istasyonlarını gördüm ama yetersizdi. Özellikle Maraş ,Malatya ve Adıyaman’da iletişim daha düzgün kurulabilseydi kurtarılan kişi sayısı daha fazla olabilirdi.
-Elon Musk’ın Starlink teklifi neden reddedildi o zaman?
Bilmiyorum. Bildiğim Maraş’tan ve Adıyaman’dan kendi ekiplerimizden bile bilgi alamadığım. Üçüncü gün sahada görüşebildim kendileriyle. Cep telefonları çalışmıyordu. Konuşabilmek için telefonun çektiği yere kadar gitmek zorunda kalıyorlardı. O telefonun çektiği yer arabayla iki saat uzakta bile olabiliyordu.
Adıyaman’daki “unutulduk” şikayetinin bir nedeni de bu.
-Her ilde 100-150 kişiydik dedin, bu çok sayıda kişi kurtarabildiğiniz anlamına mı geliyor?
Olsak ne olur ki? Bir enkazda on kişi çalışıyor. Diyelim ki ikiye böldün beş kişi. O da ekipmanı bölebiliyorsan.
-Yani 100-150 kişi eşittir 10 bina, en iyi ihtimalle 15-20 bina.
Site şeklinde ise kat sayısı fazla ise ve komple çökmüşse, 50 kişinin çalışması gerekiyor. Tünel açman gerekiyor, ilerlerken önüne ceset çıkıyor o cesedi çıkarmazsan devam edemezsin. Çıkarıp devam ederken bir ya da birkaç ceset daha çıkıyor. O yüzden bir şehirde yüz kişi, yüzelli kişi bina-enkaz başına düşen kişi sayısı ile birlikte düşünüldüğünde komik rakamlar aslında. O yüzden daha fazla ekip daha fazla hazırlık olsaydı keşke diyorum…
-Sahada arama kurtarmada başka hangi kuruluşlar vardı?
AKUT vardı, ANDA vardı ama onların sayısı bizim kadar da değildi. Sivil toplum kuruluşu olarak en kalabalık ekip bizimkiydi.
-Kaç kişi çıkardınız?
Cenazelerle birlikte 2500 kişi kadar vardı.
-Canlı olarak kurtarabildiğiniz kişi sayısı kaç?
Beşyüz-altı yüz kişi.
-Sadece o kadar mı?
Evet.
Kötü geliyor kulağa değil mi bu rakam? O kadar koşturma, o kadar telaş, kan ter içinde çaba düşünüldüğünde. Ama öyle işte.
Çünkü mesela Antalya ekibimiz İskenderun’da çalışırken ufacık bir delikten ses duydular, konuşmaya başladılar enkaz altındaki iki genç kızla. 20 saat çalıştılar o enkazda ve sadece üç kişi çıkarabildiler. Arama kurtarma kolay bir iş değil.
-“80 bin 100 kişi kurtarıldı” gibi açıklamalar yapıldı?
O büyük ihtimalle enkaz altından çıkarılanlar değil, enkazın altında kalmadan, yüzeye yakın olup kendileri çıkanlar onun çoğu.
-Hatay, Antakya, Samandağ buralarla ilgili bir hassasiyet oluştu. Yıkım en çok buralarda oldu ve Hatay’a girişin tek bir yerden olması gibi etkenlerle…
Haksız değiller, yıkımın en fazla olduğu yerdi ama yardımın da en çok gittiği yerler oldu. Adıyaman, Maraş ve Malatya daha gariban kaldı gelinen noktada.
-İHH olarak Samandağ’a Kırıkhan’a gittiniz mi ?
Samandağ’a ikinci gün gittik. Hem yardım gitti hem arama kurtarma. Kendim yaptım hatta, cemevine gittim.
-Hiç yardım görmedik, kaderimize terkedildik diyenlere, hatta yardımlarda ayrımcılık yapıldığı iddialarına çok rastladık bu süreçte.
İlk iki gün merkezlere yoğunlaşıldı. Kırsalda AFAD yardımları muhtarlara veriyordu, muhtar bazında böyle şeyler olmuş mudur, bilemiyorum. Ama bu kuruluşlar ayrımcılık yapmadı. Ayrıca çok çarpıtma, yanlış anlamlandırma da oldu bu süreçte. Şahit olduğum bir olayda mesela, benim köyüme yardım gelmedi diyen bir ihbarın peşine düştük. Oradaki ekip üyesine bu iddiayı test etmek için ulaştık, “Abi buraya yardım geldi, ama biri bir ağıla depolamış yardımları, tespit ettik” gibi bir cevapla karşılaştım. Böyle zamanlarda “devamı gelmez” korkusuyla bazen bazı insanlar geleni depolayıp tekrar yardım gelmesi için “hiç gelmedi” deme yoluna gidebiliyor. İnsan çok da yargılayamıyor.
-Yardım taşıyan kamyonlara AFAD el koydu iddiasına dair bir gözlemin oldu mu?
Kimseye yalan söylüyorlar diyecek halim yok. Çok geniş bir saha, etiklenen alan çok büyük ve üzerinde çok fazla insan var, dolayısıyla çok farklı olgu da vardır. Ama ben ancak kendi gördüğümü söyleyebilirim. O da şu: AFAD’ın yardımlara el koyacak bir koordinasyonu bile yoktu. Yardım ona yük, ekstra ağırlıktı. Ne yapacağını bilmiyordu. El koyup ne yapacak, deposu mu var, el koyup başkalarına mı dağıtacak, ona bile hali yoktu. Tır şöförleri geldiler beklediler beklediler ve “bizim bunları indirip geri dönmemiz gerekiyor” diyerek, yolların kenarına bıraktılar yardımları.
AFAD İLE DÜZENLİ OLARAK TATBİKAT YAPIYORDUK
-AFAD sizin gibi sivil toplum kuruluşları ile “büyük bir depremde ne yaparız” konulu simülasyonlar yapıyor muydu?
Devamlı tatbikat yapıyorduk. Bize arama kurtarma eğitimini en başta AFAD verdi. Daha sonra biz kendimizi geliştirdik ve kendimiz eğitmen olduk. İlk eğitimleri çoğunlukla AFAD’dan bazen de üniversitelerden alıyoruz. Arama kurtarmanın çeşitli segmentleri var. Alçak irtifa, yüksek irtifa, su altı, alt enkaz, üst enkaz eğitimleri ayrı. Yıl içinde tatbikatlar yapıyoruz. Ama yetersiz. Düşünün STK olarak en büyük olan benim. Çeşitli seviyelerde eğitim almış 1500 kişiyi bir anda oraya yığabiliyorum. Ama mesela o 1500’ün tamamı derin enkaza giremez. Yani hem kamu olarak hem sivil olarak bu kadar büyük bir afete yetebilecek kapasitemiz yok. En iyi ihtimalde bile yüzde 50’sine ulaşamazdık. Aynı büyüklükte bir felaket Batılı bir ülkede de olsa onların da ulaşabileceğini sanmıyorum.
-Batılı bir ülkede, birincisi, bu kadar çok bina yıkılmazdı. İmar izni inşaat kalitesi denilen mesele bizdeki kadar kabak değil oralarda. Kurumlar kendiliğinden insiyatif alıp daha hzılı koordine olurdu.
O başka bir tartışma konusu tabii.
-Peki çok basit bir soru, Yunus Sezer neden sahada değildi ve neden pek ortalığa çıkmadı ve birçok spekülasyona neden oldu sence?
O konuda bir şey diyemem ama hem saha ile hem Ankara ile ilişkileri kuran regülasyonları yapan oydu. Dördüncü günde AFAD’la koordine ekiplerin sayısı yüzbinleri bulduysa Yunus Bey’in sayesinde. Yurtiçinden gelenler, yurtdışından gelenler…Hem arama kurtaramanın içinde, hem gıda hem dağıtım, hem barınma…Böyle bir bölgede organize olmayan ve kafasına göre hareket eden her yapı kaosu davet eder, o yüzden işlerin AFAD’ın koordinasyonunda yürümesi de doğru mantıken. Sen çünkü istediğin yere çadır kurarsan olmuyor, yer gösterilmesi lazım, o iş için ayrılan yere kurulması lazım.
-Çadır varsa…Çadır yetersizliği de yaşandı . Kızılay çadırları başka ülkelere gönderdi de yerine yenisini ikame edemedi mi?
Bilmiyorum. Ben sadece gördüklerimi söyleyebiliyorum.
-Bundan sonra sahada en acil olan şey sence nedir ?
Barınma. Ama çadırla olabilecek bir iş değil. Konteyner lazım. Beş altı ayı çadırda geçiremezsiniz. Demonte olması, depolanabilir, daha sonra yeniden kullanılabilir şekilde olması lazım. Çöp olmamalı daha sonra. Sonraki süreçler düşünülerek seçim yapılması lazım. Orada kalan insanların psiko sosyal desteğe çok ihtiyacı olacak sonra. Psikolojik destek çok önemli bir ihtiyaç ve karşılanması gerekiyor.
-Konteyner konusunda sizi eleştirenler oldu. “İHH pahalı konteyner satıyor bağışçılara, 120 bin TL nedir, 50 bine konteyner var” eleştirilerine ne diyeceksiniz?
Afetlerdeki ilk yardım çalışmaları temel olarak üçe ayrılır. 1)Arama kurtarma çalışmaları. 2) Kurtarılanların acil ihtiyaçları. Gıda su kıyafet gibi. Üçüncüsü ise afetzedenin barınma sorununun giderilmesi.
İHH olarak tek göz değil, nitelikli konteyner ve fiyat çalışması yapıldı. Daha sonra MÜSİAD’ın da benzer projesi olduğu anlaşılınca iş birliğine gittik.
Fiyat önce 120 bin TL idi. Daha sonra devletin konteynerlara getirdiği KDV indiriminden dolayı 100 bin TL’ye düştü.
İki odası banyosu tuvaleti, yatağı halısı tenceresi tavası ile yaşam alanı olarak tasarlanmış konteynerlar bunlar. Tekil de değil, konteyner mahalle bu. Elektirik sistemi, kanalizasyon sistemi, Sağlık ocağı, kreşi, mescidi, çocuk oyun alanları da olan bir yaşam alanı. 100 bin TL olan fiyat aslında bir konteynerin fiyatı değil. Yaşam alanı sunuluyor. Gerçek tutarı aslında daha fazla. MÜSİAD bünyesindeki bazı işadamları tutarın bir kısmını bağışlarıyla sübvanse ettiği için 100 bin TL bu miktar. Bu miktarın içinde hiçbir kurumun kesintisi ya da İHH’nın payı falan yok, sadece maliyet.
-Bu arada konteyner gelene kadar, sahada dehşet bir tuvalet sorunu var. Neden çözülemiyor? Kızılay arama kurtarmada zaten yok, tuvalet de bir sağlık meselesi, Kızılay bunu çözemez miydi?
Kızılay iş bölümünde geri hizmetlerde bir rolü var, arama kurtarmada yok ve evet tuvalet konusunu halledebilirlerdi. Ama daha çok gıda ve barınmaya ağırlık verdiler.
SOKAK HAYVANLARINI MUTLAKA BESLEYİN , AÇ BIRAKMAYIN ÇAĞRISI YAPIYORUZ
-Salgın hastalık bekliyor musunuz?
Hava sıcak olsaydı zaten anında olurdu. Şimdilik soğuk önlüyor. Ama bu tuvaletle ilgili bir şey de değil. Biz mesela herkese bütün gönüllülere sokak hayvanlarını mutlaka besleyin asla aç bırakmayın diye sürekli uyarı yapıyoruz ve bunun tek nedeni hayvanseverliğimiz değil…
-Bir bomba geliyor, hissediyorum.…
Evet, çünkü yiyebilecekleri bir şey olmazsa, kedi ve köpekler bizim alamadığımız kokuları alıp, bizim geçemediğimiz deliklerden geçerek cesetleri yemeye başlarlar ve hem naaşlara zarar verirler hem de hastalık yayarlar. Bu yüzden gördüğünüz her kedi ve köpeği besleyin diyoruz.
FİZİKSEL OLARAK BÖLGENİN, MENTAL OLARAK TÜM ÜLKENİN BAŞINA GELEN BİR AFET BU…
-Yapılan ayni yardımlar konusunda bölgeye çok tuhaf şeylerin gönderildiği haberleri çıktı, neden oluyor bu?
Evet, deprem şartlarında o iklimde kullanılamayacak bir sürü şey gönderilmiş. Gecelik göndermişler mesela. Topuklu ayakkabı falan. İnsanların iyi niyetle kenara ayırdıkları şeyi bir lahzada gönderiklerini düşünüyorum. Kötü niyet aramıyorum. Herkes bir şey yapmak istedi. Bu afet sadece o bölgenin afeti değil. Bu afet Türkiye’nin afeti. Psikolojik olaraki zihinsel olarak, mental olarak, maddi olarak…
ÇOK ACI VAR, ÖYLE BÖYLE DEĞİL, ÇOK…
-Herkes hasardan bir pay aldı mı demek istiyorsun?
Evet. Bu süreçteki dezenformasyon, söylenen yalanlar bile dokunaklı. En sık söylenen yalan, umut yalanıydı mesela. “Ses duyduk” diyorlar. Gidiyorsun, dakikalarca dinliyorsun, ses yok. Çünkü sesi duyduğunu iddia eden yalan söylüyor, çünkü bir umudu var ya da cenazesine ulaşmak istiyor.
-Çok fena.
Çok acı vardı. Öyle böyle değil. Anlatayım biraz, anlatırsam belki ben de sindiririm. Adıyaman’da çalışan Erzurum ekibimiz yaşadı birini. Saatlerce çalıştılar ve bir kadına ulaştılar. Kadın canlı, ama kucağında bebeği var ve ölmüş. Çıkmak istemiyor. Ona sarılmış. Saatlerdir kucağında. “Benim mavişim burada öldü, ben neden yaşayayım, nereye çıkayım?” diyor. Arkadaşım ne kadar dil döktüyse nafile. En sonunda arkadaş “Abla ben seni almadan çıkmam, o zaman burada beraber öleceğiz” diyor. Kadın ancak o zaman bizim arkadaşımıza acıyor, “Sana da kıyamam ki şimdi” diyor ve o şekilde çıkmayı kabul ediyor.
Bir adam vardı mesela, sıkışmış enkazın altında. Tam karşısında oğlu var, depremin ilk anında ölmüş. İç organları dışarı çıkmış çocuğun. Adam tam 35 saat, o görüntüye bakarak beklemiş. Öyle bir sıkışmış ki kafasını da çeviremiyor. 35 saat sadece oğlunun o haline bakmış.
Canlı kurtuldu. Çok fazla acı hikaye var, çok.
–Ben dinlerken dayanamıyorum. Bunu yaşamanın neye benzediğini tahmin bile edemiyorum. Peki bu kişiler kurtarıldıkları anlarda nasıl bir haleti ruhiye içinde oluyorlar?
Tepkisiz. Konuşmuyorlar. Sadece bir ağrın var mı diye sorarsan cevap veriyorlar. Sadece yaşadığını anlıyorsun, o kadar. Mesela İkinci gün akşam genç bir çocuk bizi kolumuzdan çekiştirerek bir enkazın başın getirdi. Enkaz altında Suriyeli bir aile var. Ses geliyor, baktık bir karı koca ve dört çocuk. Kimse yardım etmemiş, bakıp gitmişler. Dört çocuk da vefat etmiş. Üst üste yığılmışlar. Canlı olan babayı kurtarmak için, ölmüş olan çocuklardan birinin cesedini güçlü bir şekilde çekmemiz gerekiyor. Ama ceset şişmiş ve çekmek için gereken gücü uyguladığınızda çok belli ki parçalanacak, kolları kopacak.
“Babanın gözünü tülbentle bağlasak olur mu?” gibi şeyler tartıştık orada. Şimdi uzak geliyor bana, sindiremedim hala, ama sadece bir kaç gün önce oldu bu.
İyi ama dedik, önünde sonunda neyin nasıl yapıldığını anlayacak o baba. O çocuğu o halde defnederken görecek. Adam psikolojik olarak bitmiş durumda zaten. Böyle bir şeyi kaldıramaz. Hiç birimiz kaldıramayız. Ekip sabaha kadar uğraşıp başka bir yol buldu. Çocuğun cesedini babanın gözü önünde parçalamak zorunda kalmayacağımız bir yol bulduk. Kadını ve adamı kurtardık ama çok zorlandık. Hem madden hem manen.
SÜREKLİ ZOR KARARLAR VERMEK ZORUNDA KALIYORSUN
-Bu tanıklıklardan sonra siz artık nasıl siz olacaksınız, nasıl devam edeceksiniz, kahredici şeyler anlattıkların…
Sadece tanıklık da değil. Arama kurtarmanın en zor yanı sürekli zor kararlar vermek zorunda kalmak. İki yerden ses geliyor aynı anda ve birini seçmek zorunda kalıyorsunuz. Bu mu yaşasın, öbürü mü yaşasın? Psikolojik olarak herkesi etkiliyor.
– Peki neye göre seçiyorsunuz?
-Hangisi daha kolay ulaşılabilir ise hangisini yaşatmak daha mümkün görünüyor ise onu seçiyorsun.
TARİKAT VE CEMAATLER DE ORADAYDI, CHP’Lİ BELEDİYELER VE ÜLKÜ OCAKLARI DA…
-Siz bu kadar ağır şeyler yaşarken, bu kadar trajediye ortak olurken, sosyal medyada koca koca adamlardan “Ülkenin iliğini ipliğini kurutan İslami camia nerede, o cemaatler tarikatlar nerede?” diye tweet atanlar oldu. Bunlar nasıl etkiledi, daha doğrusu etkiledi mi?
“Neredeler” sorusu komikti çünkü hepsi oradaydı, yanlarında tanınmış ekran yüzleri yok diye farkedilmediler sanırım. İslami camianın geçmişten gelen bilgi birkimiyle çok büyük bir tecrübesi var bu konuda. Fatih’ten bir grup çocuk çıkıp geldi ve aşevi kurdular hemen mesela. Beşir Derneği üçbin kişilik ekiple sahadaydılar. (Menzil tarikatının derneği) İsmailağa’nın bütün ekibi oradaydı (IDDEF) Hayrat Vakfı vardı. İnsan Vakfı vardı. İnsan ve ekonomik potansiyeli büyük vakıflar bunlar. Bunlardan Beşir hariç hiçbirinin arama kurtarma deneyimi yok, ama hem aktif enkaza giren insanların ihtiyaçlarını karşıladılar hem aşevi kurmak gibi yardım dağıtımı yapmak gibi işlere çalıştılar.
Sosyal medyada bazı marjinal hesaplar sırf İslami kesime mensuplar diye “kapatılacak vakıflar tam liste” diye paylaşımlar yaptılar. Bizi de o listeye koyabildiler Ama bir kesim insan da sadece Ahbap’a ya da CHP’li belediyelere saldıran paylaşımlar yaptı. Bunlar son derece sorunlu ve çiğ şeylerdi ve Allah’tan hiçbiri sahaya yansımıyordu.
Gelebilen herkes gelmiş, yapabileceğini yapmaya çalışıyordu. CHP’li belediyeler de vardı, Ülkü Ocakları da. Sahada normalde kavga edecek ekipler, gruplar yardımlaştı. Herkesin derdi bir can kurtarmaktı. Herkesin derdi bir çocuğun sırtına bir mont koyabilir miyim derdiydi.
SURİYELİLER BU FELAKETTEKİ EN ZAYIF HALKA OLDU
–Bir grup, Suriyeliler’in yağmacı olduğundan bahisle neredeyse deprem Suriyeliler yüzünden olmuş gibi bir hava estirmeye çalışıyor. Yağmacılar hep Suriyeli mi? Hatay’da Suriyeli’yi, Maraş’ta Afganı, çekelim kalaşnikofları diye marş söyleyen genç bir grubun videolarını gördük…
Oysa Suriyeliler bu felaketin en zayıf halkasıydı. Antakya’nın en ucuz en derme çatma evlerinde Suriyeliler oturuyordu. Hepsi enkaz altında kaldılar. İnsanlar İHH’nın Suriyelilere pozitif ayrımcılık yaptığını düşünüyor ama bu öyle bir şey değil. Yağma haberlerini biz de duyduk, yapanlar arasında Suriyeliler var mıdır, olabilir ama ben görmedim. Dernek olarak peşine düşüp araştırdığımızda da yapan kişilerin Suriyeli olmadığını gördük. En zayıf halka oldukları için her soygun, her yağma Suriyelilerin üzerine atıldı. Antakya’nın yerlisi olan ve Arapça konuşan topluluklar vardır, onlara da Suriyeli denilerek kötü muamele edildi, o da çok garipti.
Bizim gördüğümüz Suriyeliler depremden en olumsuz etkilenen ama yardım bile isteyemeyen Suriyelilerdi. Öte yandan daha depremin ikinci günü enkazda çalışan vincin mazotunu çalıp halka para ile satan Türk’tü. Bakın bunu gördüm.Enkazda oğlu olan acılı babaya oğlunu 5 bin TL’ye çıkarırım, çok derindeyse 20 bin TL’ni alırım diyen Türk’tü, onu da gördüm.
PİLİNİZİ, ŞARJINIZI, SABRINIZI….
-Bu büyük felaketten sivil toplum kuruluşlarının da alması gereken dersler var mı, bundan sonra ne olmalı?
Normalde arama kurtarma STK’lardan beklenmez. Aslında İHH’dan da beklenmez ama biz 2009’da bu yönümüzü geliştirme kararı almıştık. Bu alanda yetişmiş elemanın az olduğunu fark ettiğimiz ve insan kaynağımız çok olduğu için. Şu an dalgıç arama kurtama ekibimiz dahi var. Benim diğer STK’lara önerim; arama kurtarma işine profesyonel olarak girmeleri gerektiği. Türkiye bir afet ülkesi. Bireysel olarak da basit bilgilere artık sahip olması lazım insanımızın. Mesela ne diyoruz? Deprem esnasında kaçmayın. En çok cesedi merdiven boşluğundan çıkardık. Yatak varsa yatağın yanında uzanın. Çamaşır makinesi gibi şeylerin yanında iseniz tutunun ve çömelin. Enkaz altında kaldığınızda pilli şarjlı olan şeyleri ilk anda kullansanız bile sonra kendinize hakim olmanız lazım. Telefonun şarjını, fenerin pilini tıpkı metanetiniz ve sabrınız gibi iyi korumanız, bitirmemeniz lazım. Çünkü ilk yarım saatte, bir saatte hatta belki ilk birkaç saatte bilin ki kimse gelemeyecek.
Kaynak: Farklı bakış