Hatırladığım kadarıyla 1971 yılıydı. Bir arkadaşının nikah törenine davetli olan ablama eşlik etmiştim. Daha 15 yaşında olduğum için gazetelerde okuduklarım ve aile içi sohbetlerde edindiğim kulaktan dolma bilgiler dışında siyasete çok yakın olduğumu söyleyemem. Nikâh merasimine geçmeden kısa bir süre önce ortamın aniden hareketlendiğini fark etmiştim. Damadın Adalet Partisi milletvekili olması nedeniyle şahitlerden biri de dönemin Başbakanı rahmetli Süleyman Demirel’di. 1965 yılından bu yana yaklaşık altı yıldır ülke yönetiminde söz sahibi olan Demirel salona girerken büyük bir alkış kopmuştu. İmzaların atılması ve salondan ayrılması sırasında en çok dikkatimi çeken şey, yakınındaki herkese ismiyle hitap ederek, selamlaması idi. Yıllar sonra isim ve görsel hafızasının çok kuvvetli olduğunu değişik vesilelerle öğrenecektim. Dikkatimi çeken diğer bir şey, Başbakanın salonu gözleriyle adeta tarayarak, kendisine olan ilgiyi gözlemlemeye çalışmasıydı. O gün ondan çok etkilendiğimi itiraf etmeliyim. 47 yaşında genç ve dinamik görüntüsü ile ortamı çok etkilemiş, güçlü bir siyasetçi izlenimi bırakmıştı. Daha sonraları, lisede olduğum günlerde en çok hatırladığım dönemin ekonomik koşulları nedeniyle sürekli olarak eleştirilmesi idi.
1970 yılında Adalet Partisinden ayrılanlar tarafından kurulan, tarım ve ticaret burjuvazisini temsil ettiği iddia edilen Demokratik Parti hareketinin Adalet Partisini bir anda tekelci burjuvazinin populist partisi haline getirdiği söylenirdi. Adalet Partisi memur, işçi ve emeklilerin, daha geniş tanımıyla dar gelirlilerin sempatisini kaybetmeye başlamış, partinin azınlığa düşmesiyle ülkede siyasi dengeler alt üst olmuştu. Sonunda olan oldu. 12 Mart askeri muhtırası ile siyasi yaşam yeni bir dengesizliğe ulaştı.
1973 yılında kaydolduğum Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde (Mülkiye) siyaset eğitimin bir parçası gibiydi sanki. Aldığımız eğitimin yanında günlük siyaseti adeta içimizde hissediyorduk. 12 Mart 1971 günü yapılan dolaylı askeri müdahale sonrasındaki baskı ülkenin üzerinden henüz kalkmamakla birlikte, parlamentoda güçlü bir hükümetin kurulamaması siyasi belirsizliği daha da arttırmış, üniversitelerde eğitim sık sık kesintiye uğramaya başlamıştı. 1974 yılında parlamento dışından üyelerle kurulan Profesör Sadi Irmak kabinesinde hatırladığım kadarıyla Fakültemiz öğretim üyelerinden beş hocamız bulunuyordu. Değerli hocalarımız Sefa Reisoğlu ve Bedri Gürsoy kabineye girdiklerinden onların yerlerine asistanları ikinci sınıfta derslerimize giriyorlardı.
Aynı yıl okulumuzun 4 Aralık kuruluş günü kutlamasına gelen Başbakan Sadi Irmak’ın büyük anfide protesto edildiğine şahit olmuştum. Kabinedeki hocalarımızın da bulunduğu bir ortamda yapılan bu protestonun çok yanlış bir tepki olduğunu hep düşünmüşümdür.
Mülkiye öğrencisi olduğum günlerde sevgili sınıf arkadaşımız Hakan Yurdakuler’in de arasında olduğu çok değerli arkadaşlarımızı yapılan saldırılar sırasında kaybettik. O dönemde eğitimin korku ve endişe içinde sürmesi nedeniyle Milliyetçi Cephe hükümetlerinin Başbakanı olarak Demirel’in “Bana sağcılar adam öldürüyor dedirtemezsiniz!” söyleminden çok rahatsız olduğumuzu ve büyük acıların yaşandığı o günlerde tarafsız olmayan bu söylemin ülkenin içinde bulunduğu koşulları daha da olumsuz etkilediğini söylemeliyim.
İşin ilginç yanı, okul çıkışlarında mutlaka uğradığımız, mezunlarımızın uğrak noktası Ankara Konur Sokaktaki Mülkiyeliler Birliğinin, Selanik Caddesi’nin köşesindeki Adalet Partisi Genel Merkezi ile hemen kapı komşusu olmasıydı. Bahçesinde otururken Demirel dahil bütün partilileri ve bakanları binaya girişleri sırasında yakından görme fırsatı bulurduk. Bahçeden çıkan uğultular biraz da hükümete ve Demirel’e tepkileri göstermek içindi sanki.
Hatırladığım en önemli günlerden biri Bülent Ecevit’in Adalet Partisinden transfer ettiği 11 milletvekili ile kurduğu kabinenin ilan edildiği gündü. O akşam Mülkiyeliler Birliğinde adeta bir şölen havası vardı. Şarkılar söylenip, Adalet Partililere nispet yapıldığını sanki dün gibi hatırlıyorum.
Ardından 12 Eylül 1980 askeri darbesi geldi. Demirel, Ecevit ve siyasiler askeri yönetim tarafından Zincirbozan’a gönderildiler. Siyasi Partiler kapatıldı. Neredeyse 3 yıla yakın bir zaman partilere girilmedi bile. Binalar o vaziyette kapalı kaldılar.
1983 yılının soğuk bir Şubat günüydü. Başbakanlık tarafından kapatılan siyasi partilerin tasfiyesi amacıyla dört ayrı Tasfiye Komisyonu kurulmuştu. Maliye Müfettişi olarak Adalet Partisi’nin Tasfiye Kurulunda görevlendirilmiştim. Komisyona tahsis edilen askeri birlikle Selanik Caddesi’nin köşesindeki parti binasına girdik. Aylardır kapalı olan bina oldukça soğuktu. Maliye Bakanlığından sağlanan elektrikli sobalarla ısınmaya çalışarak görevimize başladık. Adalet Partisi Tasfiye Komisyonunun diğerlerinden farkı ayrıca bir savcının görevlendirilmemesi idi. Bu bizi oldukça tedirgin etmiş, sorumluluk altına sokmuştu.
Bizim komisyona tahsis edilen askeri birliğin komutanı Yüzbaşı oldukça sıcak bir insandı. Bir sohbetimizde bana “Müfettiş Bey, 12 Eylül gecesi ordu idareye el koyduğunda Ankara’daki Stad Oteline gidilmesi talimatı verilerek, otelde kalan milletvekillerini toplamamız emredildi. Ancak, kısa bir süre sonra emir değişti. Otelde kalan Adalet Partililere dokunmamamız gerektiği mesajı geldi. Biz de CHP, MSP ve MHP’lileri toplayıp, merkeze götürdük. Doğrusu bu ikinci talimat geldiğinde yapılan askeri harekatın taraflı olduğunu hissettim. Samimiyetle söyleyebilirim…” demişti.
Binaya girdiğimizde ilk hedefimiz Genel Başkanın odasıydı. Süleyman Demirel’in makam odasında daha sonra ısrarla geri almak istediği kuzu derisi bir koltuğu vardı. Odanın hemen arkasında Genel Başkanın aynı zamanda dinlenmek için kullandığı küçük bir odasının daha olduğunu fark ettik.. Bu odadaki çalışma masasını hafif bir şekilde ittiğimizde, birbirine muska gibi bağlanmış Sivas işi üç kalem yere düşmüştü. Kalemlerin üzerine Adalet Partisi, Milli Selamet Partisi ve Milliyetçi Hareket Partisi yazılarının işlendiği hemen göze çarpıyordu. Benim tahminim birilerinin bu kalemleri bağlayıp, bir muska haline getirdiği ve kitaplığın arkasına attığı şeklinde idi. Amaç Milliyetçi Cephe hükümetinin devam etmesi olmalıydı. Bu da bir muska gibi kitaplığın arkasına atılmıştı.
Çalışmalarımız aylarca sürdü. Partiye kayıtlı tüm envanteri ortaya çıkarıp, özel olanlar dışındakileri hazineye kaydetmeye çalıştık. Demirel’in kendisi hiçbir zaman binaya gelmemişti. Özel Kalem Müdürü Talat Polat Bey herhangi bir iletişim gerektiğinde bizleri ziyarete gelirdi. Talat Bey çok kibar ve güler yüzlü bir insandı. Şivesinden Balkan göçmeni olduğunu düşünmüştüm.
Demirel’in kuzu derisi koltuğundan bahsedince, koltuğun parti adına satın alındığını, faturası olduğunu ve hazineye kaydedildiğini söylemiştim. Biraz burkulduğunu hemen hissetmiştim. Aynı şey parti rozetleri için de söz konusu olmuştu. Kuyumcudan fatura karşılığında parti adına satın alındıklarını söyleyip, faturaları gösterdiğimde hiç itiraz etmemişti. Ama yine de üzüldüğünü hatırlıyorum.
Çalışmalarımızın en yoğun olduğu günlerin birinde, Parti binasındaki odamızın kapısının açıldığını ve yeni kurulan Yüksek Öğrenim Kurumu (YÖK) Başkanı Profesör İhsan Doğramacı’nın içeri girdiğini gördük. Bizler sanki odada yokmuşuz gibi davranarak, odanın girişinde bulunan masa üstündeki fotoğrafları karıştırmaya ve incelemeye başlamıştı. Yanına gittiğimde bana dönerek, Adalet Partisi binasını Sayın Devlet Başkanının kendisine, yani Başkanı olarak yeni atandığı Yüksek Öğrenim Kurumu’na tahsis etme sözünü verdiğini söyledi. Kendisine, içinde bulunduğumuz parti binasının komisyon olarak çalışmalar bittiğinde Maliye Bakanlığı’na devredileceğini, talep edildiğinde hazineye devrinden sonra Bakanlık tarafından usulüne uygun olarak YÖK’e tahsis edilebileceğini nazik bir şekilde iletmeye çalıştım. Tabi ki bu açıklamadan çok memnun kalmadı, iyi günler dileyerek ayrıldı.
Ertesi sabah erken saatlerde dönemin Milli Emlak Genel Müdürü değerli Oktay Şatıroğlu üstadım ziyaretimize gelerek, heyecanla konuya girdi. İhsan Doğramacı’nın doğrudan Evren Paşa’yı arayarak yabancı misyonun (yabancı misyon olarak biz Tasfiye Kurulu Üyeleri kastediliyoruz) binayı derhal terk etmesini istediğini söyledi. Doğramacı bizleri doğrudan Devlet Başkanına şikayet etmişti. 140 çuval evrakı toplayarak Partinin Necati Bey Caddesindeki Ankara İl Başkanlığına gittiğimizi hatırlıyorum. Sonunda incelemelerimizi tamamlayıp, bina ve partinin tüm malvarlığını Milli Emlak Genel Müdürlüğü yetkililerine teslim ettik. Durumu tespit eden raporumu da Bakanımız Adnan Başer Kafaoğlu’na teslim edilmek üzere Maliye Teftiş Kurulu Başkanlığı’na resmen iletmiştim. Yüksek Öğrenim Kurulu’nun ilk başkanı olarak atanan Profesör İhsan Doğramacı Bilkent’teki kampusa taşınana kadar AP’nin eski binasında çalışmıştı.
1988 yılının Şubat ayında Ankara’daki en kıdemli Maliye Müfettişi olarak SBF’den sınıf arkadaşım Hesap Uzmanı Rıdvan Selçuk’la birlikte Bakan Özel Müşaviri olarak atandık. Sayın Bakanım Ahmet Kurtcebe Alptemoçin’le birlikte çalıştığım dönem meslek yaşamımın en verimli dönemlerinden biriydi. İlerde yapacağım yöneticilik yaşamım öncesinde bana çok büyük bir tecrübe kazandırmış, ufkumu açmıştı. Bu tecrübenin edinmesinde sayın Bakanın kişisel desteği ve emeği çok önemliydi.
1989 yılı Bütçe görüşmeleri sırasında Meclis’te Doğru Yol Partisi Genel Başkanı olarak Sayın Demirel kürsüdeydi. O yılın bütçe görüşmeleri Ramazan Ayına tesadüf etmişti. Meclisteki konuşmasına “Değerli basın mensupları” diye başlayınca salon kahkahadan yıkıldı. Ama Demirel hiç bozuntuya vermedi. “Gülün, gülün yakaladınız Demirel’i oruçlu haliyle, istediğiniz kadar gülün” demiş, tatlı bir kahkaha atarak karşılık vermişti. Daha sonra başladığı konuşmasında hedefi iktidar partisinin ekonomi politikasıydı. Hemen havaya girdi. Heyecanla Anavatan Partisi döneminde çalışanların milli gelirden aldıkları payın önemli ölçüde azaldığını vurgularken, toplam vergi yükü içinde paylarının hızla yükseldiğini anlatıyordu. İşçi, memur ve emeklinin çok zor duruma düştüğünü, gittikçe fakirleştiklerini iddia ederek, konuşmasına devam etmişti. Maliye Bakanı Kurtcebe Beyin bu konuşma devam ederken beni yanına çağırdığını fark ettim. Demirel’in iddialarını araştırmamı ve ertesi sabah yapacağı konuşması için değerlendirmemi istemişti. O günlerde internet gibi acil başvurulacak bir bilgi kaynağı olmadığı için Bakanlığa dönerek Bütçe Genel Müdürlüğü, Gelirler Genel Müdürlüğü ve Sosyal Sigortalar Kurumu gibi kurumların kaynakları üzerinden yaptığım çalışma sonrasında Demirel’in verdiği bilginin kuruşuna kadar doğru olduğunu sayın Bakana bildirmiştim. Verdiği rakamlar tam tamına tutuyordu. Oldukça etkilenmiştim. Bakan Kurtcebe Bey büyük bir olgunlukla bu bilgiyi kabul etmiş, herhangi bir itirazda bulunmamıştı.
Süleyman Demirel
Süleyman Demirel’in Cumhurbaşkanlığı döneminde Tacikistan’la Ankara’da yapılan “Yatırımların Karşılıklı Teşviki Anlaşması vesilesi ile Çankaya Köşkünde aynı heyette bulunma gururunu yaşamıştım. O yıllarda Hazine Müsteşarlığında Yabancı Sermaye Genel Müdürü idim. Anlaşmanın tam metnini hazırlamış, nihai taslağı Cumhurbaşkanlığı makamına sunmuştuk. Toplantıya başlarken Sayın Cumhurbaşkanı bizleri tek tek işaret ederek, isimlerimizi karşı tarafa sunmuş, anlaşma görüşmeleri sırasında da görüşmelerin hızlanması için gereken desteği sağlamıştı.
Cumhurbaşkanı Demirel’in 22-23 Mayıs 1998 tarihleri arasında yapılan Ukrayna seyahati sırasında bu defa özel sektör temsilcisi olarak heyetine katılmış, Kiev’den sonra Kırım Bahçesaray’da yapılan miting gibi muhteşem bir şova şahit olmuştum. Müthiş bir buluşma ve tarihi bir gündü. Yaşlı bir Bahçesaraylı teyze hemen yakınımızda, duyduğu heyecandan yaşamını yitirmişti. Sanıyorum Kırım, Kırım olalı tarihinde böyle büyük bir kalabalığa şahit olmamıştır.
23 Mayıs 1998 Cumartesi günü Kırım’da gerçekleşen bu buluşma, her yönüyle tarihi bir ziyaret olarak değerlendirilmişti. Türkiye’nin Ukrayna ve Kırım Tatarları ile olan ilişkileri açısından çok önemli olan Kiev’deki resmi temasları sekiz ayrı anlaşmanın imzalanmasıyla tamamlanmış, Kırım’a bu tarihi ziyaret için gelen Demirel’i, Akmescit Havaalanında Kırım Parlamentosunun yeni başkanı Leonid Graç karşılamıştı.
Kutlama mesajları
Görevinin bitiminden çok sonraları kendisinin de çok sevdiği değerli arkadaşım Ekrem Deniz aracılığıyla ilginç bir sürpriz yapmıştım. Yakınlarda kaybettiğim sevgili Ekrem, 1980’li yıllarda İstanbul Teknik Üniversitesinde öğrenci iken siyasi yasaklı Süleyman Beye İstanbul’da eşlik eder, birlikte şehri dolaşırlarmış. Süleyman Beyin Ekrem’e olan sevgisine tesadüfen karşılaştığımız değişik ortamlarda defalarca şahit olmuştum.
Sürprizim çok ilginç kutlama mesajlarıydı. Adalet Partisi’nin tasfiyesi sırasında SEKA’ya gönderilmesi planlanan kağıtlar arasında bulduğum ve çöp olmalarına fırsat vermediğim bu belgeler “12 Eylül’den sadece 13 gün gün önce darbeyi yapan generaller tarafından Başbakan Süleyman Demirel’e gönderilen imzalı Zafer Bayramı kutlamaları” idi. Ekrem kendisine sunduğunda çok şaşırmış, heyecanla okumuş.
Birkaç gün sonra şimdilerde müze olmayı bekleyen Güniz Sokak’taki mütevazi evinde sevgili Ekrem’le birlikte ziyaret ettiğimizde belgeleri saklayıp, kendisine ilettiğim için çok mutlu olduğunu ifade etmişti.
Kaynak: farklı bakış