Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

Sarı Öküzü Vermeyecektik

Merhum Oğuzhan Asiltürk’ün oğlu Doç. Dr. Murad Asiltürk, İran-İsrail çatışmasına dair görüşlerini Milli Gazete’de kaleme döktü.

Sarı Öküzü Vermeyecektik

Dünyamız ve özellikle de bölgemiz son derece kaotik değişime gebe. Çok büyük bir değişimin işaretleri var. Bir doğumun sancısı niteliğinde gelişmeler yaşanıyor. Her tür gelişmenin sosyal, siyasi hatta şahsi gelişmenin farkında olmamız gereken 2 ayrı yanı var. Bir imtihan boyutu var, bir kader boyutu var. İmtihan boyutunda bize olduğu kadar karşı tarafa da bir imtihan bu. Çatışmaların içindeki kadar dışındakine de imtihan, zulmeden kadar zulme uğrayana da imtihan. Seyredene de destekleyene de desteklemeyene de imtihan. Herkes, her gün tekraren bir sınavla karşı karşıya. Ancak bir de bunun “kader hükmünü yürütür” hükmü çerçevesinde dünyanın gittiği yere gideceği gerçeğiyle de bir ilgisi var. Dünyamız şu anda ırkçı emperyalizmin yönetiminde, her köşesinde zulümle, katliamlarla uğraşıyor. Bunlar kendiliğinden çıkan sadece idarelerin beceremediği için olan şeyler değil. Siyonist para sahiplerinin dini inançları gereği diğer insanları, Yahudi olmayanları ikinci sınıf görüp kendilerine hizmet etmesi gereken varlıklar olarak kabul etmelerinden kaynaklanıyor. Tahrif ettikleri kitaplarına ekledikleri Yahudiler hariç diğerlerinin öldürülebileceği, köleleştirilebileceği, hiçbir haklarının olmadığı bir inançları var. Sadece Yahudilerin Hz. Adem soyundan, diğerlerinin hayvandan geldiği, dolayısıyla da hayvandan fazla hakkı olmadığı inancıyla bu zulümleri planlıyorlar. Batılı ülkeler gerek ülkelerindeki yaygın Yahudi ekonomik hâkim gücünün etkisiyle, gerek bir kısmı da Hristiyan Siyonistler aracılığıyla kendi kökenlerini Yahudilikte gördüklerinden bu düzenle bir sorunları yok. Düzenle sorunu olan sadece Müslümanlar. Bazen yanlış metot ve liderlerle yanıltılsalar da Siyonizm’e tek direnen topluluk Müslümanlar. IŞİD gibi terörist örgütler bile Batı’nın ve İsrail’in zulmüne başkaldıran Müslümanların hissiyatını kullanıyor. Yanlış mücadele alanına yönlendirerek enerjiyi tüketiyor, imajı zedeliyor, kalıcı mücadelenin imkânsız olduğu fikrini yayıyor.Ama İslam topluluğu hala diri ve yılmadı. Müslümanlar çıkış yolu arıyor. Günümüzde Doğu Türkistan’da, Arakan’da, Mora’da, Sahra Afrika’sında olduğu gibi, son dönemde Gazze şanlı direnişinde gördüğümüz gibi, İran’ın yıllardır Amerika’ya karşı dik duruşunda gördüğümüz gibi ve şimdi İsrail’in İran’a saldırmasıyla sıcak çatışmaya dönen durumda gördüğümüz gibi Siyonizm ve Amerika ile mücadele ediyorlar. Bunların kısa vadede başarılı olup olmayacağını Allah bilir ancak uzun vadede Efendimizin bize öğrettiği “zulümle dünya abad olmaz” prensibi gereği ve gene efendimizin biz çok hadiste Yahudilerin bu gücünün kırılacağı ile ilgili müjdeleri gereği ümmetten cihat üzere olanlar var. Benim görüşüm bu son çatışmalar Melhame-i Kübra'ya giden yani büyük savaşa giden bir yolda bir basamak. Efendimizin hadislerine belirttiği bu Melhame-i Kübra yıllar süren savaşlar ve zorluklar sonrası İslam hâkimiyetinin geleceği son büyük savaş. Dünya o noktaya doğru ilerliyor. İşte bu kadar büyük bir kazanç için imtihan sırrı gereği, dünyanın yaratılış sırrı gereği büyük de bir bedel ödemek gerekiyor. Bunu İslam coğrafyasında savaşan, eziyet çeken tüm müminler yapıyor, fedakâr Gazzeli mücahitler yaptı, yapıyor. Şimdi aynı fedakârlığı İranlılar da yapıyor, Allah yardımcıları olsun. Bunların sonu ne zaman gelir ne zaman cenabı hak bize lütfeder bilinmez. Zannımca ne zaman biz adam olursak o zaman. Ne zaman dünya ne zaman müminler Allah’a yönelirse o zaman. Amerika’nın da yıkılması kolay, İsrail’in de silinmesi kolay ama müminlerin dünyadaki haline, hele de ülkemizdeki haline baktığımızda bir ırkçılık, bir mezhepçilik bir particilik, bir hizipçilik, bir cemaatçilik. O kadar zihinler bölünmüş ki, o kadar diğerlerine düşman ki, buraya bir rahmet inmesi çok zor zaten. Adam İsrail’le bile savaşırken; efendim, onun mezhebinden, ekibinden, çetesinden değil diye İran’a kalbinden destek olamıyor. Bu İran ve Şii paranoyası, İran İslam devriminden sonra bütün İslam coğrafyasına Amerika tarafından yayıldı. 1979 devriminden önce İran’la ilgili hiçbir problemi olmayan Türkler, Kürtler, Araplar, hâsılı Müslümanlar, devrimden sonra adamlar Amerika’yı indirip dinimiz İslam demeye başladıktan sonra, İran’a ters bakmaya başladılar. 450 yıldır sınırımız değişmeyen, iyi komşuluk ilişkileri dışında hiçbir münasebetimiz olmayan, ticaretimiz hiçbir ilişkilerde bozulmayan bir ülke. Bu İran’ı tehlikeliymiş, sanki bizimle uğraşıyormuş gibi gösterip iyi niyetli saf müminleri, Müslümanları, vatandaşlarımızı kandırıyorlar. Bu mevzunun bu kadar önemli olmasının sebebi, çünkü sıra Türkiye’de görmüyor muyuz? Irak'ı Amerika’ya verdiğimizde aynısını söyledik. Millî Görüş bunu defaatle tekrarladı, dinleyen olmadı. Suriye'de aynısı oldu. Efendim, Saddam zalim imiş efendim Esad zalim imiş. Kardeşim ana plana baksana, İsrail’in savunması güçlendiriliyor. Israil çevresinde hiçbir gücü olmayan ülkeler oluşturuluyor. Şimdi sıra İran’da. Zannediyor musun orada kalacak? Bir sonrasında sıra Türkiye’de. Bir an önce ne yapılırsa yapılıp İran, Pakistan, Türkiye, Irak, Mısır, Suriye birleşerek net bir tavır koymalı. Artık pısırık kınamalarla, domates- biber satış yasağıyla İsrailli durduramayacağımızı görelim. Eğer gerçekten İsrail’in İran’daki Müslüman kardeşlerimizi yok etmesini, eğer gerçekten ondan sonra bize gelmesini önlemek istiyorsak yapacağımız şeyler bellidir.

 

1.     İsrail’le bütün ticaret kesilmeli. Özellikle petrol hangi ülkeden giderse gitsin bizden giden gemiler engellenmeli. İsrail’e satılan çelik gibi her türlü stratejik malın üçüncü ülkeden gelişi de olsa engellenmeli.

2.     Kürecik ve İncirlik üsleri mutlaka kapatılmalı. Eğer Filistin davasına hassas olduğunu söyleyen bir hükümet bunları yapmıyorsa kendilerinin “Arap ülkelerinin liderleri konuşuyor, hiçbir şey yapmıyorlar” dediklerinden hiçbir farkımız kalmaz. Artık diplomasi ayağında biz Filistin’in tam yanındayız, her türlü destek oluyor olmamız yeterli değildir. Artık sıcak savaş vardır. Bu diplomatik girişimler hiçbir işe yaramaz.

Meşhur hikâyede olduğu gibi için aslını sonunda anlamayalım.

Bir zamanlar bir büyük otlakta öküz sürüsü yaşarmış ama çakallar öküzleri bir türlü rahat bırakmazmış. Sürekli öküz sürüsüne saldırırlarmış.  Öküzler de bir araya gelir, çakallara karşı birlik olurlar, birkaç sıyrıkla saldırıyı kurtulurlarmış. Gün geçtikçe çakallar güçten düşmüşler.

Ya bu otlağı terk edeceğiz yada onları aldatacağız demiş topal çakal ve yanına bir iki çakal daha alarak öküzlerin yanına beyaz bayrakla gitmiş. Öküzler bakmış çakallar elinde beyaz bayrak geliyor yaklaşmışlar. Topal çakal:

 

“Bilin ki biz çakallar barışçı bir milletiz. Hele öküzlerle hiçbir alıp vermediğimiz olamaz. Size defalarca saldırdık, ama hep aranızdaki Sarı Öküz yüzünden. Onun rengi öyle sizinkiler gibi değil ki. Gözümüzü alıyor, bizi sinirlendiriyor. Onu gördük mü size saldırıyoruz ve sürünüze zarar veriyoruz. Yoksa bizim sizinle alıp veremediğimiz yok. Verin onu bize kurtulun, biz de barış içinde yaşayalım."

Bir tek yaşlı Benekli Öküz “olmaz” demiş ama kendini kimseye dinletememiş. Sarı öküz diğer öküzlerin kurtuluşu için çakallara kurban edilmiş. Bir süre öküz sürüsüne saldıran olmamış. Ama çakallar sonra gene acıkmış. Topal çakal yanına birkaç çakal daha alarak öküzlerin yanına gitmiş.

“Gördünüz ya biz çakallar ne denli uysal bir milletiz. Doğru kararınız için sizi bir daha kutlamak isterim. Siz de huzur içindesiniz, biz de. Ne güzel. Şu aranızdaki Uzun Kuyruk gerçek bir problem, demiş. Öyle uzun bir kuyruğu var ki, nereden baksak görünüyor, bizi sinirlendiriyor. Onun suçu yüzünden hepiniz zarar göreceksiniz. Siz onu bize verin, barış içinde yaşayalım”. Yine sadece Benekli Öküz karşı çıkmış. Ama kimse onu dinlememiş. Hepsi “verelim gitsin” demişler. Uzun Kuyruk’u sürüden dışlamışlar. Uzun Kuyruk çırpına çırpına çakallara yem olmuş.

Çakallar her geçen gün güçlenirken öküzler her geçen gün zayıflamış. Çakallar küstahlaştıkça küstahlaşıyorlarmış. Artık bir sebep bile söyleme gereği bile duymadan “verin bize şu öküzü yoksa karışmayız” diyorlarmış. Öküzlerin hayır diyebilecek güçleri kalmamış. Hepsi birer birer çakalların pençesinde can vermiş. En sona boz öküz ve birkaç öküz kalmış.

“Ne oldu bize ne zaman kaybettik bu savaşı çakallara karşı, oysa ne kadar da güçlüydük?” diye sormuşlar boz öküze.

Boz öküz, “Biz bu savaşı sarı öküzü verdiğimiz gün kaybettik, vermeyecektik onu” demiş, ama işi işten geçmiş.

Temelin dediği gibi “ha bu bize bi ders olsun” diyeceğimiz gönler gelmekte. Millî Görüş biraz dinlenirse çok farklı olur Allah’ın İzniyle. Allah memleketimizi ve İslam âlemini muhafaza etsin.

 

Kaynak: Milli Gazete



Anahtar Kelimeler: Öküzü Vermeyecektik

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

HABERLER